- 582 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bisiklet
Tavanda sallanan lambanın gölgelerle yaptığı dansı seyrediyordu. Sessizce oturduğu tahta sandalyesinden gıcırdayan bir sesle -odada sadece bu ses vardı bir de nefes alıp verirken ki çıkan ses- kalktı. Yaşının verdiği ıstırap, ayaklarına ağır geliyor, yürümekte zorlanıyordu. Bir iki adım attı sonra bıraktı kendisini sandalyeye. Su içmek istiyordu ama kalkıp alacak dermanı yoktu, evde de kendisinden başka kimse yoktu. Kapının önünden bisikletiyle bir çocuk geçti, merdivenlerde ayak sesleri olduğunu işitti sanırım birileri geliyordu. Kimsesi yoktu ki kim gelecekti, ‘kimsem yok benim, kim olacak yaramaz çocuklardır’ diye geçirdi içinden, eşi ve çocukları, onu şehrin kenar mahallesine bırakıp gitmişlerdi. Kenar mahalle dediği yer, yıllardır oturdukları yerdi. Babasından kalmıştı bu ahşap, kışları su geçiren, üşüten ev, ‘belki de bu zorluklara dayanamayıp da gittiler’ diyordu, kendi kendine konuşuyordu. Konuştukları odada yankı yapıyor, sesi duvara çarpıp tekrar kendine geliyordu. ‘Ölecek gibiyim’ dedi. ‘Bazen nefessiz kaldığım oluyor. O zaman ölecek gibi oluyorum. Geçenlerde de hastaneye gittim, –geçenlerde dediği yürüyebildiği zamanlardı- doktora da dedim aynısını ama hiç bir şeyimin olmadığını söyledi. Bilmez miyim ben kendimi, belki sende biliyorsun, ölecek gibiyim. Ölecek gibi oluyorum bazen, nefesim de tıkanıyor biliyor musun?
Kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. Sonra birden, -yine kendisi duydu dediklerini- ölecek gibiyim ama telaş etmeyin. Her daim ölecek gibi değil miyiz zaten!
Kapının önünden tekrar geçmişti bisikletiyle çocuk, hatta birkaç tanesi birden. Kapıdan tıkırtılar geliyordu kulaklarına, dışarıda yağmur yağıyordu, kapının üzerindeki saca düşen her damla kulağına kapıdan geliyormuş hissini veriyordu, kendisi böyle düşünüyordu. Neyi düşündüğünü bilmiyor neyi düşüneceğini de, bunları düşünüp düşünmeyeceğini de bilmiyordu. Kendi kendine, kendinden bağımsız bisikletiyle kapının önünden geçen çocuğu düşünüyordu, evin içinde, oturduğu şu odada en küçük oğlu bisikletiyle oynardı. Kendine geldi birden, çocuklarını ve eşini düşündüğünü düşündü ve düşünmeye devam ediyordu. En küçük oğlu, abisinin gözünü çıkartıyordu bir sabah abisinin gözüne çarparak bisikletiyle, kana bulanmıştı yattığı yer, gözünü açamıyordu. Bu nereden aklına gelmişti, kafasını kaldırıp sallanan lambaya baktı, sallanan kendisiydi, gölgesi bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Daha yeni fark etmişti, -fark etmesi gereken başka şeyler varken bunu neden fark etmişti şimdi- Gıcırdayan sesi de olmasa sandalyenin başka ses olmayacaktı odada, dışarıda yağmurun sesi, kapıda birilerinin ayak sesleri, evde kapının sesi vardı ama oturduğu odada kendisinden başka kimse yoktu. Kapının sesini duymuyordu, hep ‘yağmurun sesi’ diyordu. Bir de ‘acaba nereye gittiler, beni burada böylece bırakıp da nereye giderler?’ diye soruyordu kendi kendine. Sanki oturduğu sandalyesinde uyumuş da rüya görüyormuş gibi, birazdan uyanacak gibiydi. Uyansa kapının sesini duyacak, gelenlerin eşi ve küçük oğlu olduğunu öğrenecekti ama içinden, kendi kendiyle konuşmasını sürdürüyordu, ‘o bisikletiyle geçen çocuk kimdi, benim oğlum muydu, yoksa gelmişler miydi?’
Bu sabah uyandığında içinde bir sıkıntı vardı. Karısı ‘ben bugün alışverişe gideceğim sende gelmek ister misin?’ diye sormuştu. ‘Hayır, ben dinlenmek istiyorum’ deyip kalkmıştı. Kadın kahvaltıdan sonra küçük oğluyla beraber dışarı çıkmış, beraberce gitmişlerdi. Sandalyesine oturmuş, tavanda sallanan lambanın gölgelerle yaptığı dansı seyrediyordu. Bir ara gözlerinin önü kararınca kısa süreliğine kapattı gözlerini. Açtığında odanın bir köşesinde duran, üç tekerlekli, plastik bisikleti gördü. Çamurlukları sert plastiktendi. Kapının önünden bisikletiyle küçük bir çocuk geçmişti. Kapıya vuran karısı vuruş şiddetini artırmıştı ne zamandır. Adam kendine geldiğinde gözlerinin önünde oğlunun bisikleti vardı, kapı kırılacakmış gibi vuruluyordu.
Son
30.05.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.