HERHANGİ BİR ADAM
Bulutların arasından aniden peyda olan güneş ışığı vurdu gözlerine yastığından başı düşmüş uykusunda yorganına sarılmış adamın. İlk önce sol gözünü araladı yavaşça ve görmek istemiyormuşçasına geri kapattı. Elleriyle yüzüne düşmüş kır saçlarını geriye doğru attıktan sonra iki gözünü birden açtı açık kalmış perdesinden sızan güneş ışığına.
‘’Evet, size bir soru sormak istiyorum’’ dedi. ‘’Ama bunun üzerine çok düşünmeyiniz lütfen aklınıza gelen ilk şeyi söyleyin bana’’ dedi karşısındaki gri duvara.
‘’Güneş ışığı hangi renktir? Evet evet lütfen zor bir soru değil, şuana kadar bu sorunun cevabını biliyordunuz zaten değil mi, hadi biraz cesaret söyleyin bana şu yüzüme vuran güneş ışığının hangi renk olduğunu. Sarı mı dediniz beyefendi, peki siz hanımefendi evet siyah şapkalı olan hanım sizce hangi renk güneş ışığı, siz de sarı diyorsunuz öyle mi, peki herkes katılıyor mu bu cevaba?’’
‘’Evet sarı olarak biliriz değil mi güneş ışığını. Peki, ona ne kadar uzun süre baktık şimdiye kadar. Ya da o gözümüze geldikçe ısrarla gözlerimizi mi kapattık. Hayır hayır güneş ışığı sarı değildir. Güneş ışığı her renktir. Bakınız evet şimdi daha uzun süre bakınız o parlak ışığa moru, yeşili, beyazı görebildiniz mi. Ah tanrım nasıl da güzel değil mi? Hayır hayır beni çokbilmiş sanmayınız hanımefendiler, beyefendiler ebetteki sizden daha çok şey bilmiyorum, ben sadece belki sizden daha uzun süre güneşe bakmışımdır hepsi bu. Evet, tüm yapabildiğim bu.’’
Göz kırptı duvara ve doğruldu yatağından, pencereyi açtı ilk önce. Pencereden gelen rüzgârla dağılan saçlarını geriye attı sağ eliyle. Kalktı yavaş yavaş dikkatle yatağından ve gülümsedi ‘’evet çok güzel bir gün’’ diye. Bir ıslık tutturdu ve elleriyle tempo tutmalarını istedi kocaman açtığı gözleriyle. Yatak odasında duran paravanın arkasına geçti ıslık resitalinin bitiminde verdiği selamından sonra. Paravan duvara dayanmış ve iki tarafı kapalıydı. Adamın sadece başını görebiliyorduk buradan. Üzerine geçirdiği sarı sabahlığıyla paravanın açık olan tarafından çıkarak salona doğru yürüdü.
Terasa bakan parmaklıklı penceresinden yukarıya doğru tırmanan kediyi fark ederek ona doğru yürüdü sabahlığının kuşağını önünde düğümlerken. Kedinin göz mesafesine geldikten sonra baktı ona uzun uzun ve sus dedi yanındakine. Döküldü ağzından Rilke ‘nin mısraları gözleri uzaklara dalmış başı mağrur gökyüzüne bakarken.
Bakışı, gözlemekten öylesine yorgun ki
Parmakları, bir şey tutmaz olmuş artık.
Binlerce parmaklık durur önünde sanki
Dünya yok ötede, yalnız binlerce parmaklık.
Alaycı bir gülümseme yayıldı yüzüne ve başını iki yana sallayarak ani bir dönüş yaptı pencereden banyoya doğru sol ayağı yerde sağ ayağını yarı bükülmüş olarak havada döndürüp adım atarken ileriye.
Banyo kapısını açtı sert bir tok sesiyle, iki elini yana açıp ben geldim dercesine selamladı aynada gördüğü adamı. Banyoda iki tane kabin vardı. Biri klozeti diğeri ise duşu gizleyen. Aklı almamıştı bu durumu banyoya iki adet kabin yapan ustanın. Sormuştu içinde tutamayarak klozete kabin yapmanın mantığını. Adam sağ elini ustanın omzuna atarak. ‘’İzleyiciler bu manzarayı görmek istemez değil mi?’’ demişti. Yine anlamasa da usta bu cevabı daha fazla sormakta ısrarcı olmamıştı.
Adam ilk önce aynada gördüğü adama gülümsedi, sağ elinin işaret parmağıyla bir dakikaya buradayım dedi. Kapattı kabini ve daha kısa sürede tekrardan aynanın karşısındaydı. Musluğu açtı ve elini gezdirdi akan suyun altında. Aynadakine baktı ve yüzünde istemediği bir şey varmış gibi aynada duran tek saç telini aldı sağ işaret parmağını ıslatarak. Yüzünü yıkadı ağır ağır. Ellerinin ıslaklığıyla saçlarını attı geriye. Aynanın önünde duran saç lastiğini aldı eline ve arkasında birleştirdi kırlaşmış saçlarını. Başparmaklarını kuşağına geçirdi ve topuğuyla parmak ucaları arasında ileri geri giderken süzdü karşısındakini uzun uzun. Ve birden bağırmaya başladı ‘ha’ diye tüm notaları tek tek.
Tekrardan yatak odasına geldi. Paravanının arkasına geçerek üzerini değiştirdi. Üzerinde haki renk yaka oyuğu göğüs kıllarını gösteren bir atlet ve bol cepli bir pantolon vardı. Salondan dış kapıya doğru yürüdü. Kapının arkasındaki askılıkta duran kahverengi parkasını üzerine geçirdi. Ayaklarına yapışkanları eprimiş sandaletlerini. Kapının yanında duran aynaya baktı ve kapıdan gerisin geri çıktı.
Altı katlı apartmanın en üst katından çıkışına kadar olan merdivenleri birer ikişer inmeye başladı. Durdu merdivenlerin korkuluğunda bir nefes alma süresince ‘yaşlandım artık, eskiden olsaydı… neyse’ dedi çöpü kapının önüne bırakmak için dışarıda olan saçları bigudi ile sarılmış üç çocuklu Gülfidan Hanıma. Gülfidan Hanım bilirmiş gibi adamın huyunu hiç oralı olmadı çöpleri bırakıp içeri kaçar gibi kapıyı bir hışımla suratına kapatırken adamın.
Apartmanın önünde durdu bir süre. Cebinde aradı akşamdan sarıp tabakasına yerleştirdiği sigarasını. Parkanın cebinde bulamayınca pantolonuna baktı ve nihayet oradaydı. İçinden aldı bir dal sigara ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağını aradı bu sefer elleri. Ve artık yanında olmadığından emindi. Karşıda giriş katının yeşil korkuluklarına yün asmış kadınların yanına yaklaştı.
‘’Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? ‘’(1) dedi ağzında şişirdiği sakızıyla kendisine bakan kadına. Adam elindeki sigarayı göstererek 2‘ateşiniz var mı acaba? ‘’ Dedi kadına. Kadın ne diyeceğini bilemeyerek ‘‘var…, olması gerekir’ ’dedi adama. Kızına dönerek ‘‘koş kız tüpün yanındaki çakmağı getir’’ dedi. On üç yaşlarında ayakları çıplak, yeni çıkan göğüslerini saklamak için sırtının kamburunu çıkaran kız isteksizce koştu mutfağa. Adam sigarasını yaktıktan sonra’’ teşekkürler, var olan insanlık ‘’diyerek uzaklaştı arkasından kendisine bakan ana kızdan.
İki tarafına park edilmiş araçların ortasında kalan yolun ortasından yürüdü yokuş yukarı ağır ağır, telaşsız. Sigarasından son bir nefes çekip yere attı izmaritini ve sağ ayağının burnuyla söndüğünden emin olana kadar çiğnedi.
İstiklaldeki insan selinin ortasındaydı şimdi. Hiç aldırmadı omzuna çarpanlara, yürürken aniden duranlara, rutin devriyede olan kolluklara. Sadece ve sadece yürüdü hiç sessiz, kimsesiz. Pasajın önünde durdu aniden ve sol tarafına çark ederek yöneldi giriş kapısına. Solda kalan bölümden kırmızı halı ile zemin döşemesi yapılmış dönemeçli merdivenleri çıktı. İki tarafı camlı kapının iki tokmağından tutarak içeri girdi ve çok bildiği bir kokuyu hissetmiş gibi kokladı havayı.
Gişe görevlisiyle göz göze gelmeleri çok uzun sürmedi. Görevli ellili yaşlarda saçlarının tamamı beyazlamış, gözlerinin altı belki uykusuzluktan morarmış bir adamdı. Hoş geldiniz dedi zoraki nazik aynı zamanda memnuniyetsiz bir tavırla. Parkasının iki yakasından tutup konuşmaya hazırlanır gibi öksürdükten sonra adam görevliye dönüp ‘’ bir bilet reca ediyorum, orta koltuklardan sahneyi iyi görebileceğim bir yerden’’ dedi bohemine bir tavırla. Görevli önünde duran bilgisayardan adama vereceği koltuğu gösterdi onay vermesini bekler gibi. Adam’ ‘evet, uygundur’’dedi ve aldı biletini. Cebinden bir bez torba çıkardı içinde eski tiyatro biletlerini sakladığı ve yenisini ekledi diğerlerinin yanına.
Girdi tiyatro salonundan içeriye. Koltukların hepsinin dolu olduğunu görünce heyecanlandı ve gözleri doldu.’ ‘sağolun sağolun’’dedi kısık bir sesle, elleri kalbinin üstünde minnettar. Koltuğunu bulmasına yardımcı oldu salon görevlisi hanım. Adam koltuğuna yerleştikten sonra yanındakilere baktı bir süre. Sağ tarafında evli olduklarını düşündüğü bir kadın ve bir adam vardı. Kırklı yaşlardaki adam yanında oturduğu hanımın yanına bir adamın oturmasından rahatsız yer değiştirdi kadınla. Adam gülümsedi kendi yanına geçen adama ve memnun olduğunu belirtti verdiği selamıyla. ‘‘Ne çok şey anlatabilirim! Hoşsohbet biriyimdir aslında. Yine de, pek sevmezler beni. Nedense çekinirler. Huysuz herifin biri olduğum söylenir orda burda. Aldırmam. Her söylenen lafa kulak kabartırsanız işiniz iş demektir, yalan mı! Benim işim ise.. Size komik gelebilir belki ama, oyun oynarım ben. Sıkı bir oyuncuyumdur hani. Fazlasını sormayın, anlatmam. (2).’’Dedi sağında oturan adama. Adam hiçbir şey anlamamış haliyle yanındaki kadına döndü , kaşlarını ve sağ elini havaya kaldırarak.
Adam daha sonra solunda oturan kıza döndü, dikkatlice baktı yüzüne ve sol işaret parmağını kıza doğrultarak’ ‘aldonza lorenza ‘’ dedi. Kız şaşkın adama döndü ve ‘‘efendim, anlamadım’ ‘dedi. ‘‘Fakat bu soylu hanımlara ve prenseslere yakışacak bir isim değil.’’dedi adam. Kız adama merakla bakarken ‘‘benim sevgilimin adı Dulsinea olmalı evet Tobosolu Dulsinea bu isim daha cok yakışır bir şövalyenin sevgilisine.(3)’’dedi derin düşüncelerde gezerken adam ışıklar kararıp oyun başlamıştı.
Oyunun bir kesitinde oyuncu kaybettiği karısını hatırlayarak ağlamaya başlar. Ona olan özlemini haykırır fonda çalan hafif keman sesi eşliğinde. Bütün izleyiciler nefesini tutmuş oyuncu ile birlikte hüzünlenirken, adam biranda gülmeye başlar salonu dolduran kahkahalarıyla. Adamın ön koltuğunda oturanlar dönüp ona bakarlar tek tek ve kızgın, arka koltuğundakiler ise başlarını kaldırırlar güleni görebilmek için. Solunda oturan kız bakar kendisine ve anlam veremez bu gülüşe. Adam ona bakar ve kıza döner yüzünde hayretle ‘ ‘sen neden gülmüyorsun?’’ der. Kız iki elini açar yanlara ve bilmiyorum der.
Salon aydınlanır ve oyun biter. Oyuncular sahneye gelerek tek tek seyircileri selamlarken adam da oyuncuları selamlar gözleri dolmuş yarı ağlamaklı bir halde.
Günlerden bir sonraki cumartesi gelmiştir şehre. Yağmurunu bırakır ılık ılk gökyüzü toprağa. Adam parkasının başlığını kafasına geçirerek ağır ağır yürür kalabalık İstiklal Caddesinde, insanların niçin koştuğuna anlam veremeyerek. Biraz ileride toplanan kalabalığı görür ve yanlarına gider. Kalabalıktan çıkan sesleri dinler dikkatlice. Ve birden haykırmaya başlar.
‘’ Sen (deri ceketli, orta boylu adama). Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
HAYIR de!..
Sen (kısa etekli, kıvırcık saçlı kıza). Tezgahın ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var.
HAYIR de!...
Sen(yoldan aceleyle giden, elinde evrak çantası olan adama). Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen(karşısında duran hafif sakallı adama). Laboratuvardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen(elinde megafon olan çocuğa). Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var.
HAYIR de!...
Sen(yoldan hızla geçen kadının önüne geçerek). Hastası başındaki doktor. Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen(kiliseyi göstererek). Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen(galata taraflarını göstererek). Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen(gükyüzünü göstererek). Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen( karşısındaki şişman kadına). Dikiş masası başındaki terzi. Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen( iki elinin işaret parmağını havaya kaldırarak). Cübbesi içindeki yargıç. Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen( yolun ortasından geçen rayları göstererek).istasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt’a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...
Sen( ellerini iki yana açıp etrafında dönerek). Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!... (4)’’
Toplanan kalabalık sessiz kalır adamın söyledikleri karşısında ilk önce ve daha sonra alkışlamaya başlarlar. Adam bakışları uzaklarda ve iki elini sinirden yumruk yapmış bir şekilde selamlar kalabalığı. Gelen ‘toma geliyor’ haberinden sonra her bir tarafa dağılır kalabalık ve adam yoluna devam eder kaldığı yerden.
Kırmızı merdivenlerden yukarı doğru çıktı adam ve iki tarafı camlı kapının iki tokmağından tutarak açtı kapıyı. ‘Merhabalar ‘dedi salonda bulunanlara yüksek bir sesle kendisini beklediklerinden emin. Gişe görevlisine dönerek ’ ‘bir adet bilet ayırtmıştım, almam mümkün mü acaba?’’ dedi. Gişe görevlisi tanıdık bir gülümseme ile ismini sordu adamın. Adam ismini söyledi ve gişe görevlisi daha önceden ayırtılmış biletler içinden adamın ismini aradı. Bulamayarak tekrardan baktı biletlerin içine. Ve adama dönüp ‘’maalesef efendim isminize ayırtılmış bir bilet yok dedi.’’ Adam kaşlarını çatarak ‘‘ah bu sekreter kız aklı bir karış havada, gidince ilk işim ona temiz bir fırça atmak olacak’’ dedi.’’ Neyse madem bilet ayırtılmamış bana o zaman ben her zamanki yerim için bilet alayım dedi.’’ Gişe görevlisi şaşkın’’ her zamanki yeriniz neresi efendim dedi’’ önündeki bilgisayarı adama doğru çevirerek kendi yerini göstermesini istedi. Adam orta kısımdan bir yeri gösterdi görevliye ve biletini alarak salona geçmeye hazırlanırken cebinden bez torbasını çıkardı eski tiyatro biletlerinin arasına yenisini ekledi ve torbanın ağzını özenle büzerek parkasının iç cebine yerleştirdi.
Salon görevlisine koltuk numarasını söyledi ve yerine oturdu. Anons sesine kulak kabarttı oyunun beş dakika sonra başlayacağını söyleyen. Sağında ve solunda oturanlara baktı tek tek. Sağında iki genç adam oturmaktaydı. Sol tarafındaki koltuk boştu şimdilik. Sağ tarafındaki gençlere dönüp sağ eli işaret parmağıyla sahne önündeki bir kadını göstererek ‘’ Orospu, evet, orospu bu kız! Surata bakın! Bir çığlık da benim için atar şimdi! Cadı der bana da! Yattım, bayım, ben yattım bu kızla! İnsan durup dururken adını kirletmez. Bundan kuşkunuz olmaz herhalde. (Utançtan sesi kısılır gibidir) Hayvanlarımın yattığı ahırda, sekiz ay kadar önce... O günden sonra da olan oldu bana. Bu kız, benim evimde hizmetçiydi, bayım. (Ağlamamak için çenesini sıkar.) İnsan bazen Allahı uykuda sanır, uyumaz oysa, Allah her şeyi, her şeyi görür. Biliyorum artık bunu. Yalvarırım bayım, yalvarırım, bu kızı olduğu gibi görün artık.(5)der. Adamın hemen yanındaki yirmili yaşlardaki çocuk şaşırmış ve biraz da korkmuş bir şekilde ilk önce adamın gösterdiği kadına bakar sonrada yanındakine dönerek gülümser ve kısık sesle adamın kendisine söylediklerini anlatmaya başlar.
Sol tarafındaki koltuğu indirip oturmaya çalışan kıza yönelir gözleri ve kız adamla ikinci kez yan yana oyun izleyecek olmaktan hem memnun hem de memnuniyetsiz bir ifadeyle gülümser kendisine dikkatle bakan gözlere. ‘’Az daha geç kalsaydınız bu güzel oyunumuzdan mahrum kalacaktınız Aldonza Lorenza ’’ der üzerindeki montu çıkartırken kıza.’’ Biliyorum babanızın ne kadar aksi bir ihtiyar olduğunu, izin alabilmeniz bir hayli uzun sürmüştür o yüzden,dert etmeyiniz ve gönül ferahlığıyla izleyiniz bu muhteşem gösterimizi’’ der kıza ve salonun kararmasıyla gözlerini sahneye yönlendirir.
Sahnede canlandırılan oyun bir anne kızın trajikomik hikâyesini anlatmaktaydı. Bankacı olan otuzlu yaşlardaki kızının evlenmemesine dertlenen anne ona uygun bir eş arar oyun boyunca. Kadının kızına bulduğu kocanın sahneye girmesiyle tüm salon gülmeye başlar. Adam solunda oturan kıza dönerek ‘ ‘Niçin gülüyorsun aldonza?’ der. Kız ne diyeceğini bilemeyerek ‘’ ama komik’’ der kısık bir sesle. Adam ‘‘bu bu hiç olmadı işte, ayakları yere basmıyor bu adamın sahneyi hissetmediğini nasıl göremezsin’’ der. Kız ‘’ belki, ama ben fark etmedim’’diyerek oyunu izlemeye çevirir gözlerini. Adam ‘’ evet görmüyorsunuz, inanamıyorum buna sizler görmüyorsunuz.’’ der sinirli ve önüne döner isteksizce.
Oyunun bitiminde oyuncular sahneye gelerek izleyicileri selamlarlar. Adam memnuniyetsiz ayağa kalkar başını önüne eğerek selamlar oyuncuları. Herkesin salonu terk etmesini bekler oturduğu koltuktan. Koridor boşluğuna gelince sahneye bakar ve gerisin geri çıkar salondan.
Eve gelir adam yorgun, bir elinde hala yanmakta olan sigarası diğer elinde üzerinden bir iki yudum içilmiş birası. Kapıyı kapatır sağ ayağının topuğuyla, birasını yere koyar daha sonra sigarasını dudaklarının arasını alır ve ayakkabılarını çıkarır. Parkasını başını arkaya itip omzunu sallayarak çıkarmaya çalışır olmadığını fark edince isteksizce elleriyle sıyırır. Geçer kapının tam karşısında duran tekli koltuğa, ayaklarını evin ortasında duran sehpaya uzatır. Birasını yerde unuttuğunu fark edince üşengeç bir ifadeyle kalkar yerinden, tekli koltuğa yeniden oturur ve ayaklarını tekrardan uzatır sahneye.
Birasından bir yudum alır ve ardından sigarasından uzunca bir nefes. Sehpanın üzerinden indirir ayaklarını ve bira şişesini koyar yerine. İki ellerini dizlerine koyar ve bira şişesiyle aynı mesafede olana kadar yüzü eğilir tüm bedeni.
‘’yalnızlık.
her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında
tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir
kıymetini bilmelidir, dedi.
yalnızdır insan
hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı
ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın
aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi
aşık olun!
gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı
nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri.. (6)’’
der ve alır bira şişesini eline serinliğe hasret gibi içer içer içer.
Yatak odasına gider ve paravanın arkasına geçer üzerini değiştirmek için. Üstü çıplak altında şortla girer yatağına. Ellerini göbeğinin üzerinde birleştirerek kapatır gözlerini gecenin ıssız karanlığına. Uyuyalı belki çok olmamıştı, birden sıçrayarak uyanır balkonda mandal sepetini düşüren kedinin gürültüsüne.
‘‘Yetişin! Hırsız var! Yakalayın! Adam öldürüyorlar! Can kurtaran yok mu? Hak, adalet nerede? Allah yok mu? Vurdular! Canımı aldılar! Gırtlağımı kestiler! Paramı çaldılar, paramı! Kim aldı, kim? Ne oldu? Nerede? Nereye saklandı? Ne yapayım? Nasıl bulayım? Nereye koşayım? Nereye koşmayayım? Şurada mı acaba? Burada mı yoksa? Kim o? Dur! ( Kendi kolunu yakalar) Yakaladım. Ver paralarımı haydut! Eyvah! Benmişim yakaladığım. Neredeyim, bilmiyorum ki! Ben kimim? Ne yapıyorum? Bilmiyorum. Oldu bana olanlar! Param! Zavallı paracığım! Canım, sevgilim benim! Aldılar elimden seni! Sen olmayınca ben neye sığınırım artık, neyle avunur, neyle sevinirim? Her şey bitti benim için; dünyada yapacak işim kalmadı benim! Sensiz ne yaparım, nasıl yaşarım? Olacak şey mi?Yaptılar bana yapacaklarını! Dayanamam bu acıya, ölüyorum; öldüm,gömdüler beni! Diriltmek isteyen yok mu beni; versin paracıklarımı geri, ya da kimin aldığını söylesin. Ne var? Ne diyorsunuz? Kimse yokmuş. Bu işi yapan bir hayli pusuda beklemiş, fırsat kollamış olmalı; ben tam o yezit oğlumla konuşurken yapmış yapacağını. Haydi durma git. Git adalete baş vur; sorguya çektir bütün evi: Hizmetçi kadınları, uşakları, oğlunu, kızını, hatta kendini, kendini bile!
(duvarları işaret eder)
Nedir bu kalabalık? Ne diye toplanmışlar buraya? Kimin yüzüne baksam kuşku sarıyor içimi? Hepsi hırsızmış gibi geliyor bana. Ne o? Ne konuşuyorlar orada? Hırsız mı görmüşler? Nedir o yukarda ki gürültü? Hırsız orada mı yoksa? Ne olur, söylesin bir gören varsa, Allah rızası için söylesin! Aranızda mı saklı orada? Hepsi bana bakıp bakıp gülüyor. Görürsünüz hepsinin parmağı var bu hırsızlıkta. Haydi gelsin çabuk jandarmalar, polisler, tüfekler, hakimler, mahkemeler, işkenceler, darağaçları, cellatlar! Astıracağım, bütün dünyayı astıracağım. Yine de paramı bulamazsam kendi kendimi asacağım!(7)’’
Bir sonraki cumartesinin sabahını duyurur İstanbul’un tepesinde dönen martılar. Kız salona girer ve biletini gösterir salon görevlisi hanıma, oturur yerine. Sağ tarafındaki koltuk boştur ve ona takılır gözleri. Başını ilk önce arka tarafa çevirir adamı arar daha sonra ön taraflara bakar fakat göremez adamı. Dizlerinin üzerinde duran çantasına bırakmaz sağındaki koltuğa adamın geleceğinden emin. Beş dakika sonra oyunun başlayacağını duyuran anons sesi ile kız tekrardan bakınır sağına soluna ama adam hala gelmemiştir. Işıklar kararır ve oyun başlar.
Ayşe Gürsoy
Temmuz,2014
(1)- Beckett/Godot’yu Beklerken
(2)- Ahmet Önel/ Güldürü Üstüne Aldatma Ya da Tam Tersi
(3)-Cervantes/ Don Kişot
(4)- Wolfgang Borchert/Kapıların Dışında
(5)- Arthur Miller /Cadı Kazanı
(6)- Yılmaz Erdoğan/Bana Bir Şeyhler Oluyor
(7)- Moliere/Cimri
YORUMLAR
İlginçdi. Fakat kimsenin hayır dememesi yüzünden olanlar olmuş, hepimiz de izlemişdik. Sıralı bir dizin vardı oyunlar arasında. tebrikle.
AGrsy
savaşa ve şiddete karşı söylenmiş en güzel tiradlardan biri bence.