İBRANİ ASILLI YAZARLARDA ALMAN DÜŞMANLIĞI
Karl Marx: Alman İdeolojisi
“Her türlü öncülden yoksun Almanlar söz konusu olduğundan, her türlü insan varlığının, dolayısıyla her türlü tarihin ilk öncülünden, yani insanların "tarihi yapabilmek" için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak zorundayız.”
...
“Demek ki, bütün tarih anlayışında, başta gelen şey, bu temel olguyu, bütün önemi içinde, ve bütün genişliği içinde gözlemlemek ve onun hakkını vermektir. Herkes bilir ki, Almanlar, bunu hiç bir zaman yapmadılar; tarihi hiçbir zaman dünyevi bir temele oturtamadılar ve bu yüzden de hiçbir zaman bir tarihçileri olmadı.”
...
“Pozitif malzeme sıkıntısı içine düştüklerinde ve ne dinbilimsel, ne de siyasal ya da edebi saçmalıklara katkıda bulunamadıklarında, bunun tarih değil de "tarih-öncesi" olduğunu iddia eden Almanların, tarih konusundaki büyük bilgeliklerinin nemenem bir şey olduğu bu noktada hemen açığa çıkıverir; zaten —her ne kadar tarih konusundaki kurgularında bu tarih-öncesinin kendilerini "çıplak olgular"dan koruduğunu, aynı zamanda da, bu "tarih-öncesi"nde binlerce hipotez yaratıp binlercesini de çürütebileceklerini düşündüklerinden, bu "tarih-öncesi"ne özel bir gayretle sarılıyorlarsa da— bu "tarih-öncesi" saçmalığından tarihin kendisine nasıl geçildiğini de açıklamıyorlar.”
...
“Ama gene aynı derecede açıktır ki, Almanya’da böyle bir tarih yazmak olanaklı değildir, çünkü, bunu yapabilmek için Almanlarda eksik olan yalnızca onu kavrama yetisi ve materyal değil, aynı zamanda "duyumsal kesinlik"tir, zira Ren nehrinin öte yanında bu gibi şeyler yaşanamaz, çünkü oralarda tarih artık durmuştur.”
...
“Genellikle, asıl önemli olan, yalnızca bu teorik lafebeliğini mevcut gerçek ilişkilerle açıklamak olduğu halde, bu Almanlar için, boyuna, karşılaştıkları saçmalıkları başka bir kaçık hevese çevirmek, yani bütün bu anlamsızlığın ortaya çıkartılması, kısacası, özel bir anlamı olduğunu ileri sürmek sözkonusu oluyor.”
( K. Marx-F. Engels: Alman İdeolojisi (Feuerbach). Türkçesi: Sevim Belli. Sol Yayınları )
Dostoveyski: Ecinniler
“ Bağışlayınız , adını unuttum. Buralı değil… yüzünde Almanlara özgü aptalca bir ifade var. Adı Roshental!” … Yüzünde, kendinden memnun budalalara özgü bir ifade var, bununla birlikte çok ağırbaşlı , sert ve ciddi bir insan … Polis kılıklı, boyun eğenlerden, aldanmam ben bu işlerde…. (Dostoveyski: Ecinniler, s: 425. Türkçesi: metin İlkin. Oda Yayınları)
...
“Blum içeri girdi. Bu değersiz adam için burada birkaç satır yazacağımdan okurdan özür dilerim. Blum, Almanların o tuhaf ‘bahtsız’ türündendi, bu da onun tam anlamıyla yeteneksizi biri oluşundan değil de Tanrı bilir neden böyle olmuştu! Bahtsız Almanlar bir söylence değildir, onlar gerçekten vardır, onlar Rusya’da da vardır ve türü kendine özgüdür./…/ Aşır derecede düzensever bir adamdı, kendisine zarar verecek derecede de somurtkandı; kızıl saçlı, uzun boyluydu, kamburunu çıkararak yürüyordu, hüzünlüydü, hatta duygulu olduğu söylenebilirdi, küçük bir memur olmasına karşın hep yerli yersiz inat eder , öküz gibi direnirdi.” (Dostoıyevski, Ecinniler, s:362)
Ardından, karısının ölümü üzerinden bir yıl bile geçmemişken, dilini kedi yemiş gibi susan Berlin’li bir Alman kızıyla evlendi. Oysa bu evliliğe hiç de gerek yoktu. ( s: 10)
Dostoveyski: Suç ve Ceza
“Pis Alman! Seni Prusyalı! Seni fistanlı tavuk seni! (s:160)
Oysa genellikle kıvrıltılmış saçlar, her zaman gülünç görünür ve sahibini, nikahlanmaya giden Alman damnatlarına döndürür. (suç ve ceza, I cilt, s: 216)
...
Hele şuradan buradan yurdumuza gelmiş Almanların hepsi de, daima bizden budala insanlardır.” ( s:150)
...
Şu pis Alman karısına bak, kendini ne sanıyor! Ev sahibi olamak marişfet mi sanki (s: 310)
...
Hiç fark ettin mi , Rodya Romanaoviç, şu Petersburg’daki yabancılar özellikle Almanlar, bizden ne kadar salak ! (s:315)
...
Yoksa şu alık Alman karısı ev sahibi olduğu, yoksul kiracılara merhametinden ötürü yardım etmek tenezzülünde bulunduğu için mi böbürleniyor? ( s:140)
...
Madam lipozilk, son derece kavgacı ve duygusuz bir Alman’dı ( s:149)
...
“O sarhoş Alman karısının evine bir daha dönmeyeceğimi sana önceleri de söylemiştim. ( s:206)
...
Öf, amma da itişip kaşıyorlar !... İşte şu beni iten şiko ( herhalde bir Alman olmalı) acaba kimi
ittiğini biliyor mu? (II. Cilt, s: 335)
...
“...o mübarek devirde , bir Alman kadınını vagonda kırbaçlayan , adını unuttuğum bir soylunun gerek halk , gerek basın tarafından nasıl rezil edildiğini bilmem anımsıyor musunuz? Kimi zaman, insanı çileden çıkaran öyle “Alman kadınlar” vardır ki, hiçbir ileri görülü insan, şu soylunun yaptığı işi yapamayacağını , kendine kefil olamaz! (Suç ve Ceza,II. Cilt. s: 9. Türkçesi: Hasan Ali Ediz. Engin Yayıncılık )
...
Kulaklarının hemen altın uzanan, koyu renkli, gür favorileri, tertemiz tıraş edilmiş yüzünü olduğundan çok daha çekici gösteriyordu, Kırlaşmış saçları, bir berber tarafından kıvrılmış olduğu halde, ona aptal bir ifade vermiyordu. Oysa kıvırcık ve dalgalı saç , çok kere insanı, düğün merasimine katılmış bir Alman’a benzetir. (Suç ve Ceza, s:119)
Dostoyevski: Ezilenler
“Prens Vasilevsky’e çiftliğinin idare müdürünü atamak için gelmişti. Şu anki müdür, üç kağıtçı, hırsız bir Alman çiftçiydi. (Ezilenler, s : 22. Türkçesi: Hasan İlhan. Alter Yayınları )
Dostoveyski: Öteki Ben
“Adi bir Alman karısı .. Yemek yedigi aşevinin sahibesi. /.../ O basit, arsız, alçak Alman karısı... Karolina Ivanovna... İsmi size bir şeyler ifade ediyor mu?" (Öteki Ben. s:24. Türkçesi: Leyla Şener. Altın Dünya Klasikleri)
...
Bekçi Miheyev bu sabah Vahrameyev’in, yani Alman karısının evine gitmiş. isterseniz sorayım?/.../ Evet, lütfen sor kardeşim! Sor, ne olursun!.. Ama sakin aklına bir şey gelmesin... Hem oraya gitmişken bir bak... Arkamdan bir şeyler hazırlıyor bunlar... Öteki de başı çekiyor tabii... Senden istedigim bu işte. Sor soruştur dostum, ben de seni memnun ederim. Vahrameyev’in işidir bu, muhakkak onun. Gerçi oda aptalın biridir, oradakilerden alıyordur talimatları... Şu kör olası Alman karısı da fitledi. Zaten bu ism alelade bir kocakarı dedikodusundan ibaret olmadığını sezmiştim, hatta Dr. Kristyan Ivanoviç’e de söylemiştim. ’Manevi anlamda beni bitirmek istiyorlar,’ demiştim. "(s: 138-139)
...
“Bay Golyadkin’lerin girdikleri caddeden uzak pastane o saatte bomboştu. Giriş kapısının çıngırağı çalınca arka bölmeden şişman bir Alman kadını çıktı. Bay Golyadkin ve öteki Bay Golyadkin, şişkin yüzlü, saçları kısa kesilmiş bir oğlanın sac sobayı tutuşturmaya çalıştığı bir yan odaya girdiler. Küçük Bay Golyadkin’in arzusu üzerine iki fincan sıcak çikolata geldi... Çapkınca bir gülümsemeyle: “Ne karı ama!” dedi ve göz kırptı./.../ Aa, unuttum, kusura bakmayın. Sizin zevkiniz daha farklıydı, öyle değil mi Yakov Petroviç? Siz ince, zarif Alman güzellerine düşkünsünüz. Biraz geçkin ama gene de mihrap yerinde! Evlerine pansiyoner olarak girer ahlaklarını sınama fırsatı sunarsınız... Biradır, çorbadır derken kalbimizi bağlarız, senetli sepetli teminat da veririz... Ah seni gidi çapkın, seni!” (s:154,155)
...
Evlenme çağına gelen bir genç kız kaderin karşısına çıkardığı birine varır. Budur. Ben memur adamım, işimden bile olabilirim böyle bir olay yüzünden. Belki bunu bilmiyorsunuzdur. Bütün bunlar şu Alman karısının başının altından çıktı , buna eminim. Her şeyi o cadı düşünüp yaptı ! "(s: 170)
Dostoyevski: Ölü Evinden Anılar
(Sibirya’da bir hapishanede) Bakluşin, söz arasında, P.etersburg’dan başka yerlere gönderilmiş olduğunu anlattı. Bir suç yüzünden, ama başçavuş rütbesiyle, K.nin garnizon taburuna verilmişti. Sözünü bitirirken, Oradan da buraya gönderdiler; dedi. Niçin? diye sordum. Gerçi bu yüzden oralı bir Almanı piştovla vurdum: ama bir Alman için insan sürülür mü? Siz söyleyin? Bakın mesele nasıl oldu. Dediğim gibi, beni R’ye verimişlerdi. Baktım, şehir büyük, güzel; yalnız Alman çok... Ben de genç bir adamım. Âmirlerinim göziindeyim de. Şapkamı yana yatırıp sokak sokak sürtüyor, zaman öldürüyordum. Göz kırpıp işaretleşmedik Alman karısı bırakmamıştım. En sonunda Luiz adında bir kızcağızı gözüme kestirdim..... Ağlıyordu. Şultz isminde yaşlı, zengin bir saatçi varmış. Uzaktan akrabaları olurmuş. Onunla evlenecekmiş... ertesi sabah herifin dükkanının karşiısına dikilşdim. Camdan baktım. Kırk beşlik bir Alma öküzü... Oturmuş, saat yapıyor. Saygı uyandıran bir bum patlak gözleri vardı. Fraka benzer bir şey gibiymiş, uzun kolaj yaka takmıştı. Böbürlenmeden büyük bir zevk alıyor gibiydi, yanına yaklaşmak mümkün değildi. ...Ertesi gün, daha ertesi gün kafam hep bununla doluydu. Bir elime geçse, Alman’ı çiğ çiğ yiyecektim!....Pazar günü, kilisede, sabah duası biter bitmez, kaputumu sırtıma geçirdiğim gibi doğru Alman’a yollandım. Yola çıkarken, her ihtimale karşı piştovumu cebime soktum. ....Bir tekme ile kapıyı ardına kadar açtım. Ortada bir masa vardı. Üstünde kocaman bir kahve İbriği ispirto ocağında kaynıyordu.... Seni koca korkuluk, insan parçası seni! Sana, şu andaı, gönlümün istediğini yapabileceğimi biliyor musun sen? Geberteyim mi seni şu piştovla? Piştovu çıkardım, tam önünde durdum. Namluyu herifin’ kafasına dayadım. Sizden korkmuyorum, dedi.... Şeytan dürtiiyordu şu eşek Alman’ı ! ....Beni kışkırtmasaydı, bugüne kadar sağ olurdu, iş iddiaya bindi............ Al öyle ise sana hıyar herif! Dang!.., diye vurdum. Alman sandalyeden yere yuvarlandı. (Dostoyevski: ölü Evinden Anılar, s :164,169: Alter yayınları
Dostoyevski aynı hapishanede bir ’Yahudi Mahkum’u da şöyle tanımlar:
Sonunda bütün tutukluların heyecanla ve hazırlıklar yaparak bekledikleri Noel yortusu geldi. ... Kışlamızda bu işe en fazla sevinen ve endişelenen İsay Fomiç Bumtayn’dı. Yahudi tutukluydu. Anılarıma her dalışımda cezaevindeki haham aklıma gelir. (Doğrusu umutulmaz da....)Onıun peşinden de hayalimde sürgün ve koğuş arakadaşım , şu mubarek ve unutulmaz İsay Fomiç’in yüzü belirir. Kuyumcuydu /.../ Muhtaşç durumda olması şöyle dursun , zengin denirdi kendisine . Bununla birilikte tutuklulara faizle para veriyordu. Şehirli Yahudiler ondan dostluklarını, korumalarını esirgemiyorlsardı. /.../ Hayatta pek çok Yahudiy’le karşılaşmış olan Luçka, onsa sık sık sataşırdı. /.../ Bunun üzerine tiz, incecik bir sesle anlamsız, acayip bir ezgiyle bir "La - la la - la!..." tuttururdu. Bu, güfte sayılmayan la - la -lâ’lar İsay Fomiç’in cezaevinde söylediği tek şarkıydı. Benimle daha yakından samimi olunca, bu şarkı ve ezginin, bir zamanlar, altı yüz bin Yahudi’nin Kızıldeniz’i geçerken söylediklerinin aynı olduğuna inandırdı beni. Her Yahudi için, düşmanına karşı zafer sağladıktan sonra bu şarkıyı söylemek zorunluymuş. “ ( Dostoyevski: Ölü Evinden Anılar, s: 150-154. Türkçesi: Hasan Can, Alter Yayınları.)
•••
Ferenç Molnar: Pal Sokağı Çocukları
“Aynştand nedir belki bilmezsiniz. Bu, Peşte çocuklarının kullandığı bir sözcüktür. Büyücek bir çocuk kendinden daha küçük ve daha zayıf çocukları zıpzıp, kalem ucu, keçiboynuzu çekirdeği gibi şeylerle oynarken görüp de bunları ellerinden almak isterse: Aynştand! der. Bu çirkin Almanca sözcük, güçlü çocuğun bunları savaş ganimeti saydığını, karşı durmaya yeltenenlerden onları zorla alacağını anlatır. Demek ki aynştand bir “savaş ilanı”dır, aynı zamanda sıkıyönetimin , zorbalığın, yumruk hakkının ve haydutça kafa tutmanın kısa, ama güçlü anlatımıdır.” ( Ferenç Molnar: Pal Sokağının Çocukları., s: 22 Çev: Nemci Seren, 1944. Cumhuriyet kitapları)
•••
Anton Çehov, Seçme Hikayeler: Süs Köpekli Leydi
Kocam iyi ve dürüst bir adam olabilir, ama özünde dalkavuğun tekidir. Ne iş yaptığını tam olarak bilmiyorum, ama çok iyi bir çanak yalayıcı olduğunu biliyorum. Onunla evlendiğimde yirmi yaşımdaydım. Merakıma yenik düştüm. Ne olduğunu bilmediğim bir şeylerin hasretini çekiyordum. ’Kesinlikle bilmediğim başka bir çeşit hayat var!’ diyordum kendi kendime. Yaşamak istiyordum! Yasamak ve yine yaşamak... Merak beni yakıp bitirdi... Sen bunu anlayamazın, ama Tanrı adına yemin ederim ki artik kendimi kontrol edemiyorum, içimde garip bir şeyler oluyor. Kendimi tutamıyorum. Kocama hasta olduğumu söyledim ve buraya geldim... Burada bir akil hastası gibi sersem sersem dolaşıyordum... Ve sonunda herkesin aşağılayabileceği, rezil, ahlaksız bir kadın olup çıktım."
Biraz evvel salondaki masada bir ismin yazılı oldugunu fark ettim; Von Didenitz. Kocan bir Alman mı?"
"Hayır. Sanıyorum, büyük babası bir Almanmış ama kendisi Rus Ortodoksu’dur." ( s:110)
•••
Elif Şafak: Baba ve Piç, s: 359
“Akraba akrabadır, sevsen de sevmesen de. Biz Alman değiliz. Onlar çocuklarlını on dört yaşında kapının önene koyuyor. “ git ne halin vara gör diyor” adam kendi öz evladına. Güçlü ailevi değerlerimiz. Öyle sende bir gün toplanıp hindi yemeyiz biz…” ( Elif Şafak: Baba ve Piç, s: 359)
Açıklama:
1. Elif Şafak, Ermeni asıllı olarak kabul ediliyor ve solcu , en azından demokrat bir tip olarak reklamı yapılıyor. Ancak Türkiye’de sağ basınla , hatta şeriatçı görünümdeki gazete, TV, yayıncılar tarafından korunup kollanıyor. Ermeni Soykırımını işliyor ancak Ermeni ırkını kensi vatanında toptan katledenleri Türkler olarak gösteriyor ve katliamın asıl sorumlusu Mehmet Talat Sai( Talat Paşa) ’den hiç söz etmiyor: Soykırımın emrini Enver Paşa’nın verdiğini yazıyor. Oysa, Prof. Dr. Yalçın Küçük, Ermeni tehcirini (sürgün adı altında toptan katletme: soykırım) Türk kimliğindeki Siyonist Yahudilerin yaptırdığını ve asıl sorumlunun posta memuru olarak belletilen ancak Selanikte Alliance İsrailete(İsrail’e Göç) okulundan mezun ve aynı okulda öğretmen olan Mehmet Talat sai (Talat Paşa) olduğunu belgelere dayanarak açıklamıştır. Prof. Dr. Y. Küçük, Enver Paşa’nın İbrani olmadığını kaydetmiştir. Prof. Dr. Y. Küçük, Anadolu’nun yerlisi başka bir Hıristiyan halk olan Rumları ( Eski Yunan (Grek) ulusunun ardılları ) Anadoludan çıkartılmaları(kovulmalarını) da yine Türk/Türkçü kimliğine gizlenen İbrani ırkçılarının yaptığını kaydetmiştir. Ayrıca, Elif Şafak gazeteci Hırant Dink’in öldürülmesini kınamamış, anma yıllarında görülmemiştir. Kısacası, Elif Şafak , Ermeni gözüken Yahudi’dir(Ermeni kripto).
2. “Baba ve Piç” adlı romanında bir yandan koyu bir Sünniliği överken, diğer yandan diğer Yahudi asıllı yazarların en çok işledikleri “ensest” , homoseksüellik”, “pedofili” gibi çarpık ilişkileri işlemiştir.
Friedrich Nietzsche: Ecce Homo
Tanıdıklar arsındaki büyükbaş hayvanlar da-yalnız Almanlar bunlar, hoş görün-demeye getirirler ki, benimle hep aynı kanıda değillermiş ama, gene de arada bir... ( Ece Hommo, s: 52)
...
Ben pur sang( saf kan) Polonyalı soyluyum, tek damla bile kötü kan karışmamış, Alman kanı hiç mi hiç. … Üstelik ben Polonya soylusu olarak da eşi görülmemiş bir soyçekim olayıyım. Yeryüzünün bu en seçkin ırkını, bendeki içgüdü arıklığıyla bulabilmek için yüzyıllarca geriye gitmeli insan. Bugün soylu denilen her şeye karşı yüce bir seçilmişlik duygusudur bendeki- genç Alman İmparatoru’na arabacım olmak onurunu bile bağışlamazdım. (Freidrich Nietzsche: Ecce Homo. Çev: Can Alkor, s:17)
Friedrich Nietzsche: Putların Batışı
Burada var olan sorun için Dostoyevski’nin tanıklığı önem taşır. Sığ Almanları hor görmeye hakkı olan bu derin insan ( s:99. İthaki Yayınları )
...
Açıklama: Friedrich Nietzche de tıpkı Marx, Freud, Adler gibi Alman olarak biliniyor, ancak son üçü kesinlikle İbrani ancak Nietzche’nin Yahudi olduğuna ait bir bilgiye sahip değilim, ama Polonya soylusu ve "seçkin ırk" mensubu olduğunu iddai etmesi ve Alman ırkından nefreti İbrani olma olasığını akla getiriyor. Çünkü dünyada sadece Yahudi ırkı Tanrı Rab tarafında seçilerek özel görevlerle yetkilendirildiklerini, bu nedenle " seçkin/seçilmiş ırk" olduklarına inanırlar ve herkesin de bu hezeyana inanmasını isterler. Ayrıca, Polonya geçmişte de, günümzde de Yahudi ülkesi olarak biliniyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.