- 542 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BENZESEM Mİ...
Bu güne kadar neyin kaygısını duymadımsa bir telaş sardı son zamanlarda benzemek adına.
Müdahil etmek kendimi belli belirsiz kaygılarla. Aidiyet duygusu büyük ihtimalle. Ait olsam ayrı dert farklı olsam ayrı dert. Ve bu kaygıyı güderken bu sefer de sınır ihlalleri peyda oldu.
Bir yanım çekiştiriyor beni ve haykırıyor:’’Yaşının insanı olmalısın ve ne kadar kural kaide varsa uymak zorundasın’’ diye. İyi de kime neyi ispatlayacağım. Kimi ne ölçüde ve hangi örtülü ödenekle mutlu mesut edebilirim ki…
Kaygılar diz boyu anlayacağınız…
Ne yaşımın insanıyım ne de çağa ayak uydurabilmekteyim. Zorla güzellik olmaz ki. Mış gibi de ne yaptım ne de bu saatten sonra bürünürüm biçilen rollere.
Kazık kadar boyumla ve çoktan kemale ermiş yaşımla küçük bir kız çocuğunun kesişen yolları ise ayrı dert. Hala renklerin coşkusu içimi doldururken ne zaman çıksam dışarı iyi kötü renk renk aksesuarlar almadan dönmem eve. İlla ki uğrayacağım yaşımla alakası olmayan bir dükkâna ve illa ki o şımarık çocuğu doyuracağım. Beceremiyorum yaşıma hitap eden ve kadınsı kaygılar taşıyan bir alışverişi. Bu da demek değil ki soğuk ve uzağındayım bedenimin ya da halet-i ruh iyemin. Ama olamıyorum işte ve yaşıtlarımın tutumlarına benzerlik teşkil etmeyi beceremiyorum. İki arada bir derede yaşayıp gidiyorum anlayacağınız. Ama zihnim de hep meşguldür gerek gündemle gerek gidişatla. Kolay değil doğrusu dengeyi tutturtmak. Belki de bu yüzden çocuklarla ve yaşça büyük insanlarla ortak frekansta buluşmam. Ki frekansım az kaymıyor da değil doğrusu.
Bir yanda ahkâm kesmek bir yandan o şımarık çocuğun sesini bastırmak.
Benzememek adına uğraş verirken bu sefer de başka bir kaygı hâsıl oldu içimde. Karaladıklarım konusunda iç sesim isyanlarda. Biraz feyiz mi alsam ya da diğer kalemlerin yazılarına benzerlik mi teşkil etsem dememe kalmadı ki sefil kalemimim oldukça küstü bana. Ben onu zorladıkça sesi çıkmaz oldu.
Koca bir ömür iç sesimi bastırdığım yetmezmiş gibi şimdi de geldim kalemimin gidişatına set çektim. Aslında set çekmeye mecbur bırakıldım.
Bilmez miyim insan denen mefhumun için için acıtan yankısını. Az mustarip olmadım hani şu ahir ömrümde. Keza hangi işe el attımsa gelip buldular beni ve tüm azmimi, gayretimi görmezden gelip, boğazıma sarıldılar. Ne mi yaptım… Döndüm arkamı ve terk ettim o âşık olduğum dünyaları.
Sayısız dünya dâhil olduğum.
İş yerlerinde, sayısız eğitim kurumunda ve en son akademik kariyer adına koşturduğum fakülte koridorlarında. Kim var kim yok geldi engellerle donattılar yürümeye hatta koşmaya çalıştığım yolları.
Psikolojinin gizemli dünyasında kendimi kaybettiğim o savruk yıllarım… Ne kadar safmışım. Kanmadığım insan kalmadı. Devlet üniversitesi nihayetinde ve hepsi alanında başarılı akademisyenler. Oyunu kurallarına göre oynamayı beceremediğim için en nihayetinde pes ettim ve kös kös terk-i diyar ettim.
Evet, itiraf ediyorum hatta bin kez. Kural ve uyum Hak getire. Ama istisnasız hangi mecraya girdimse.
Ne zormuş mızıkçılık yapıp oyun dışı kalmak. Ben sadece tüm bedensel ve zihinsel potansiyelimi sonuna kadar kullanıp başarılı ve mutlu olmak istemiştim. En sonunda tüm ruhsal enerjim tükenip gitti mi geriye sadece bir boşluk kalıyor.
Başarının mutluluk getirmediğini nihayetinde öğrendim. Sanırım dosttan ziyade düşman edindim bu düzenekte. En iyi dostum hep kendim oldum. Kendi iç sesim, tüm pembe hayallerim ve yine bana ihanet etmeyen ben.
Hayır, ne bencilim ne de psikolojik tabiriyle ‘’egosantrik’’. Hatta bu kelimeyi ilk duyduğumda ve şahsıma mal edildiğinde ne de kızmıştım. Evet, az buz kaprisim yok değildir hani ve illa ki dediğimin yapılmasını isterim anımda. Ve ne yalan söyleyim, huyum kurusun sevmenin yanı sıra sevilmek… Ama tek farkla: Gerçekçi olmalı ve hak ettiğimde duymalıyım bu şatafatlı sözleri. Babaanneme çekmişim zahir. Sevmenin yanı sıra sevilmeden duramayan. Tam bir Cumhuriyet kadınıydı. Dört dörtlük bir anne. Ve kocasına sadık… Nasıl bir aşkmış da genç yaşta dul kalıp tekrar nikâh masasına oturmadı. Ve inanılmaz severdi sevilmeyi. Tam bir sevgi arsızı. Pek göstermezdi sevgisini ama sevmeye âşık bir kadındı. Ve bir o kadar sevilmeye tutkun en az ailesine duyduğu bağlılık kadar.
Eğer sevmek ve sevilmek bencillikse inanılmaz bencilim. Ve bir o kadar kıskanç. Ama hastalıklı bir açılımı yok bu kıskançlığımın. Hani az uğraşmadım kendimi çözmek adına ve hala o karışık yumakla başım dertte. İşte bu yüzden yazdığım her bir satır ve hatta her bir kelime tam anlamıyla bir çözümleme süreci. Yazarken çok şey fark ediyorum kendimle ilgili. Tam da bunu diyordum işte: Yazmak…
Yazmak, yazmak ve yazmak… Büyük bir aşkla. Evet, aşığım yazmaya ve inanılmaz kıskanıyorum kendimi eğer ki randıman kaybına uğramışsam bir yazımda bir öncekine göre. Anlayacağınız yarışım kendimle. Yarış değil de başarı ve güzellik odaklı. Bazen deniyorum başka tarzların ışığını almak adına. Ama şunu gördüm ki; haricimdeki insanların yazdığı yazılar bir ışık olmalı. Zira ne zaman ki kopyalamaya çalıştım görüyorum ki kalemim inanılmaz suskunluğa bürünüyor. Susmamalı. Zira ben bir ömür boyu hep sustum. Eğer benzemek adına o da susarsa inanılmaz hayal kırıklığı yaşarım. Zira ara sıra suskunluğa bürünüyor kalbi ve ucu kırıldığında. Ve beraber susuyoruz, kalıyoruz baş başa ve hüzün çevreliyor dört bir yanımızı. Ve soruyorum şu ucu kırık kalemime:’’Hey, sen nerelerdeydin bu güne kadar’’, diye. Melun mahzun bakıyor bana ve iki damla yaşla yeniden kenetleniyoruz.
Bir de kendimi çözdüm sanırdım. Demek ki boşa kürek çekmişim. Sevmediğim ne varsa kulaçlamışım, sevmediğim kim varsa dostum sanmışım ve ne varsa istemediğim sevdiğimi sanıp peşinden koşmuşum ömür boyu.
Demek ki tam anlamıyla bir kavram karmaşası yaşamışım ve soyutlamışım kendimi güzelliklerden.
Hey gidi hey dünya… Hey gidi hey afakî ömür… Eh, ne yapayım şimdi oturup da dertleneyim mi geçmişe bakıp. Artık bunu eledim günlük meşguliyetlerimden. Zira anımı yaşamak varken nereye kadar vakit kaybedeceğim. Edeceğim kadar etmişken üstelik.
İşte yine bilindik ben ve bir kucak dolusu hayal. Beklenti değil ama umut. Düş değil arkası yarınlar…
Hatalarımdan da ders aldım mı benden iyisi yok. Ne yapabilirim ki haricinde. Dünyayı kurtarmaya ne gücüm yeter ne de zamanım. Ne demişler: Gemisini kurtaran kaptan. Sakın ha, yanlış anlaşılmaya mahal de vermeyeyim bu arada. Pek tabii ki bir o kadar da duyarlıyım ve olmalıyım da haricimdeki dünyaya dair. Ama bu da demek değil ki kendimden ödün verip çar çur edeceğim hayatımı.
Hayatlarımız değil mi sadece bizlerin mesul olduğu. İyi de niye durduk yerde müdahale ederler. Hele ki tam giderken yolunda illaki çelmek takan birileri çıkar. Her alanda ve her yerde üstelik. O kadar çok düştüm ki dizlerim yara bere içinde. El verene de rastladım desem yalan olur doğrusu.
Alıştım ve bir o kadar da kanıksadım. Hele ki kendimi yerde bulmayayım şaşırıyorum doğrusu. Sanırım iteklenmek, ötelenmek ve örselenmek alışkanlık yapmış bende.
Bunun ne zavallılıkla ilgisi var ne de kötümserlikle. Zira bir o kadar gerçekçiyimdir ve altıncı hissim kuvvetlidir. Ama hassas yapımın bir iz düşümü tüm kaygılarım ve duyumsadıklarım.
Bakmaktan ziyade görmek ve duymaktan ziyade dinlemektir desturum her ne kadar sesim duyulmayıp varlığım görünmezden gelinse de.
Herkes kadar yalnızım ve en az herkes kadar da kalabalık. Ve bir o kadar eşlik ederken o katmerli duygular.
Artık biliyorum gerçeklerin çarptırıldığını ve bu yüzden uyum sağlamakta zorlanıyorum. Mutsuzken mutluyum demiyorsam acımaklı bakışlar nasıl da odaklanır, bilmez miyim. Ve bir o kadar iştahını kabartır mutsuzluk diye addedilen, o aciz nefislerin.
İsteyen istediğini düşünsün. Ve bu açıdan da rahatım ve eminim hem kendimden ve yaşadıklarımdan hatta yaşamadıklarımdan ve tüm yaşanmışlıklarımdan.
Dünya ne cennet ne de cehennem ama her ikisinden de emsaller taşımakta. Ve işin açıkçası hazırlıklıyım tüm müspet ya da menfi kazanımlara ya da kayıplara. Zira şunu öğrendim ki; hayatta hiçbir şey ve hiç kimse kalıcı değil. Yeter ki tevekkül edelim ve sabrımızı sürdürelim.
Her şey bizler için. Ve bu yüzden anımızın kıymetini bilip, bildiğimiz yolu adımlamalıyız. Ve tabii ki de güzelliklerin eşliğinde…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.