- 1036 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
İSRAİL'İN ZULÜMDEKİ MUHTEŞEM BAŞARISI VE MÜSLÜMANLARIN AĞLAŞMA MODUNDAN SIYRILIP VURUŞMA MODUNA GİREMEME SORUNU.
(Bu yazıyı hangi tarihte yazdığım hiç önemli olmayacak; biliyorum. Çünkü Büyük İsrail devleti kurulana kadar tarif ettiğim manzara hiç değişmeyecek.)
Ey Müslüman kardeşim,
Haber bültenleri, sözlü ve yazılı medya, sosyal paylaşım ortamları, İsrail katliam haberleriyle yıkılırken, demokraside, insan hakları üzerinde bir numara olduğunu iddia eden Batı, mevzu akan Müslüman kanı olunca, nedense, üç maymunu oynamakta, hatta her fırsatta mazlum Müslümanları terörist ilân ederek Yahudileri tehdit karşısında kendini savunanlar olarak göstermekteler, değil mi?
Yine bizler, Müslüman kardeşlerimize reva görülen vahşice muameleleri içimiz daralarak izlerken, yüreklerimiz paramparça, çaresizlik içinde kıvranıyor ve bu zalim Yahudileri beddualar eşliğinde Allah’a havale ediyoruz, değil mi?
Evet, aynen böyle! Şaşılacak bir şey yok. Bu tablo zaten her zaman böyleydi.
Merak etmeyin, yarın, öbür gün bombalarla yağan ölümler hız kesip, baskı ve işkenceler, algı eşiğinin altına indiğinde, yine her şeyi unuturuz. Yahudilerin dünyanın başına sardıkları şerlerde uyguladıkları yöntem, “üç ileri, bir geri” üzerine kuruludur. İşte o “bir geri” unutturma zamanıdır. Ama kendileri unutmazlar. Daha sonra kaldıkları yerden devam ederler. Buradaki asıl suç, biz gafletten bir türlü kendini sıyıramayan Müslümanlardadır. “Yaptıklarını asla unutmayacağız ve asla affetmeyeceğiz.” deriz; yüzümüze bir gülerler, “sütten çıkmış ak kaşık” oluverirler. Bu onların en çok kullandığı yumuşak karnımızdır.
Başka bir zayıflığımızsa, Müslümanlar olarak birlik olamayışımızdır. Düşünün ki bu Yahudilerin 1948’e kadar bir devleti yoktu! Tuttular, İslam coğrafyasının kalbine bir hançer gibi saplanırcasına İsrail’i kurdular. O günden beri de o hançer deştikçe deşiyor. Biz Müslümanlar da kan kaybından neredeyse ruhlarımızı teslim etmek üzereyiz. Dünyayı kapitalizm tuzağı ile esir alan Masonların ve Yahudilerin de zayıf noktaları vardır elbette. Hak ve hukuk arenasında paranın borusunun ötmediği, güçlünün zayıflar üzerinde hâkimiyet kurmadığı, silahların sustuğu bir dünya, çeneleri yalama yapan boş lâflarla sağlanamaz.
Sadece kanayan yüreklerden yükselen beddualarla, parça parça olmuş cesetlere, taş üstünde taş kalmamış Müslüman beldelerine, açlıktan, susuzluktan bir deri bir kemik kalmış mazlumlara, yakılan, yıkılan mukaddesatımıza, gasp edilen haklarımıza üzülmekle, bağırıp çağırmakla olmaz. Dünyayı taşların bağlanıp, köpeklerin salındığı bir köy gibi görmek isteyenlere, hadlerini, anladıkları dilden bildirmek gerekir.
Yahudileri hep korkak olarak bilir ve söyleriz. O halde bu cüretleri nereden ileri geliyor? Nasıl oluyor da bu kadar fütursuzca cinayetler işleyip Müslüman coğrafyasında istedikleri gibi cirit atabiliyorlar? Bu onların cezalandırılmaktan korkmadıklarını göstermez mi? Evet, korkmuyorlar çünkü gerçekten de onlara ceza kesecek bir adalet mekanizması yok dünyada. Varsa da çarkını kırmışlar, hiçbirisi çalışmıyor. İşte bundan ileri geliyor bu deli cesaretleri. Biz mazlumlar ise bunu sanki kaderimizmiş gibi kabul etmişiz. Ölen şehit, kalan gazi; hep razı, hep razı…
Ortadoğu’daki bütün terörist örgütlerin İsrail ile göbek bağı vardır ve Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin kahir ekseriyeti İsrail’in güdümündedir. Bunlar İsrail’e hizmet etmekte, kendi halklarına karşı da her türlü zulmü reva görmektedir. Amerika başta olmak üzere Batı da sorgusuz sualsiz arka çıkıp destek olunca, Yahudiler her geçen gün “Büyük İsrail Devleti” kurma emeline adım adım yaklaşmaktadır. Bakınız dünya ülkelerine. Hepsinin ilan edilmiş bir sınırı var, değil mi? Peki, İsrail bugüne kadar neden “Sınırım şudur.” demedi acaba? Batı ve bizler sınırını ilân etmemiş bir devleti neden kabul ettik, yayılmacı tavrı karşısında neden “Orada dur, başka ülkelerin sınırlarını ihlâl etme.” demiyoruz?
Demiyoruz, çünkü asıl korkak olan bizleriz. İsrail’den ve dünyaya hâkim olan Yahudilerden ve Masonlardan ödümüz patlıyor. İşte, korkusuz bir lider çıktı, “One minute!” dedi ve o günden sonra onun ve ülkesinin başına gelmeyen kalmadı. Ona bir sürü kötü ve aşağılayıcı lâkap mı takmadılar, diktatör mü ilân etmediler, darbelerle devirmeye mi çalışmadılar, cemaatler de dâhil olmak üzere çeşitli örgüt ve kuruluşları üzerine mi salmadılar? Yetinmediler; ülkesini, ortalığı yakıp yıkmak suretiyle kargaşaya mı sürüklemediler; ekonomisini batırma teşebbüssünde mi bulunmadılar? Bütün bunları kendilerine karşı çıkma cesaretinde bulunanı pişman etmek amacıyla yaptılar. İşin en acı yanı bunları yaparken Müslümanları maşa olarak kullanmış olmalarıdır.
Sonuç olarak, hem bizzat kendisi hem de Batılı ve Müslüman maşaları ile zalimliğinde tavan yapan İsrail’e nasıl engel olunacak? Soru bu. Cevap ise hiçbir zaman "Ağlaşarak." olmamalı. "Vuruşarak." olmalı. “Bedeli ne olursa olsun” düsturu ile göz karartıp, bodoslamadan girilmeli. Yavaş yavaş korkak gibi öleceğimize, sıranın bize gelmesini beklemeden arenaya çıkıp erkek gibi ölmeli, bu dünyayı İsrail’e dar getirmeliyiz. Ciddi olduğumuzu anladıkları anda, dünya rahat ve huzura kavuşacaktır.
Saygılarımla,
Mücella Pakdemir
YORUMLAR
Duyarlı yüreğinizden dolayı teşekkür ediyorum ve çok gerçekçi bir üslupla yazmış olduğunuzu görüyorum.Bir millet uyanmalı ama onu uyandıracak kahramanlarda olmalıdır.İslam ülkelerine liderlik edecek onları zulme karşı bir vücut kılacak bir ülke! Umudumuz hala var zafer inananların olacaktır elbet.
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir
efendim müslümanlar kendi kendine vuruşmaktan başka bir bildiği yok daha filistinde bile birlik ve beraberlik içnde olamıyorlar ken içlerinde biz burdan nasıl bodoslama gireceğiz israile kendiniz sölüyorsunuz muniteden sonra yapmadıklarını bırakmadılar diye bunuda yaparlarken müslümanları kullandıklarını her yönüyle onlara çanak tutan yine müslümanlar onları bu kadar suçlamakta çelişki diye düşünüyorum saygılarımla