- 675 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZENGİNLERİN YÜREĞİNİ ÇÖP KUTULARINDA ARAYAN ADAM
ZENGİNLERİN YÜREĞİNİ ÇÖP KUTULARINDA ARAYAN ADAM
ZENGİNLERİN YÜREĞİNİ ÇÖP KUTULARINDA ARAYAN ADAM
Dün (1 TEMMUZ 2014 Salı) oldukça yorucu, sıcak, bunaltıcı ama son derece mutlu bir gündü benim için…Sabahın erken saatlerinde başlayan uzun bir yolculuk ardından tekrar aynı yolu geri dönmek…Dediğim gibi işin içinde mutluluk olunca bütün olumsuzluklar unutuluveriyor. Yıllarca çekilen sancılı dönemler, yorgunluklar, stres dolu günler, aylar…Çok şükür hepsi geride kaldı onların…
Bütün bunların yanında bir de dünkü susuzluk. Dünkü o susuzluk yok mu, o bir başkaydı…İşin içinde bir de geriye dönüşü olmayan manevi susuzluk vardı.
Akşam olunca sanki tonlarca su içtim zannettim. Uyumuş kalmışım yenmek sonrası. Gece yarısına doğru uyanmışım. Uyunca kendime gelmişim bir miktar. Çiçeklerimle donatılmış balkonumda kendi kendime son on beş-yirmi yılın muhasebesini yaptım. Ne anılarımız oldu. Neler yaşadık. Ne güçlükleri aştık hep beraber. Bazen gözlerim doldu, bazen gülümsemeler konuk oldu dudaklarıma. Güzeldi her şey. Birçok hayır dualar aldığımız yılları yaşadık. Nihayetinde dün mutlu son ile karşılaştığım için Rabbime şükrettim, hamd-ü senalarda bulundum. Sonra günün yorgunluğuna tekrar yenik düştüğümden yeniden yattım.
Salıyı çarşambaya bağlayan o gece saat 02.30 civarında sahur davulcusunun kulaklarıma dolan nağmelerine zor da olsa ben de 03.00 e doğru uyandım. Yemeğimizi yedik Rabbimizin nimetlerinden oluşan, her zamanki gibi şekersiz ve açık çayımı yine balkonda çiçeklerimin arasında içmek için plastik sandalyeme oturdum. Uzaktan köpeklerin birbirlerine atışma sesleri, tek-tük de olsa bazen kuş sesleri ve arabaların sesleri de bana eşlik ediyordu çayımı içerken. Bursa üzerinde her zaman gördüğüm yıldızlarla yine selamlaşmamı yaptım. Gündoğdu tepesindeki tv vericilerinin ışıkları her zamanki gibi yine bana gülümsemeye devam ediyorlardı.
Bu arada bir şey dikkatimi çekmeye başladı. Yaklaşık yüz metre ilerimizdeki komşu siteye doğru yalpalayarak gelen birini fark ettim. “Fesubanallah” dedim kendi kendime. “Bu mübarek gecenin tam orta yerinde imsak vaktine yedi- sekiz dakika kala bu sarhoşun ne işi var buralarda” demekten kendimi alıkoyamadım.
Uzak gözlüklerimi taktım gözlerime iyice incelemek istedim gelen sarhoş yürüyüşlü adamı. Eyvah…Eyvah ki ne eyvah… Gözlüklerimi takınca farkına vardım. Gelen sarhoş değildi...İki kolunun altında koltuk değnekleriyle yürümekte zorlanan ve o yüzden gözlüksüz baktığımda sarhoş gibi yalpalayan biriydi. İçim burkuldu. Bütün neşem, huzurum biraz sonra gördüklerimle kabusa döndü sanki. İki koltuk değnekleriyle güç bela yürüyen adamın boynunda bir torba asılıydı. Birinci bardak çayımı bitirmiş ikincisine başlamak üzereydim ki, engelli adam karşı sitenin önündeki çöp atılan o demir çöp kutusunun (konteynır da deniliyor galiba) kapağını koltuk değneklerinden birini yan tarafa dayayıp zor da olsa açtı. Ve çöp kutusunun içine (elinde sonradan fark ettiğim) el feneri ile bakmaya başladı. Çöpten bir şeyler alıp boynundaki torbaya attı. Ben yıkılmıştım. Her gece sahurda içtiğim o iki bardak açık çayı mı içiyordum yoksa zehir mi anlayamadım. Bir insan bu kadar mı asil olurdu? Nicelerini görüyoruz sapasağlam adamlar, utanmadan sıkılmadan sokak başlarında, cami avlularında el açıyorlar. Duygu sömürüleriyle para istiyorlar. İki koltuk değneğine mahkum bu adam ise gecenin yalnızlığında kimseye el açmadan onuru ile yaşamanın savaşını veriyordu. Çöplükten rızkını arıyordu gecenin orta yerinde kimseye avuç açmadan. Rabbim ne zor bir imtihandı bu. Bazen “Sessiz Çığlık” diye cümleler duyarız veya kurarız ya... İşte gece yarısı gördüğüm manzara tam da bunu anlatıyordu sanki... Koynundaki torbaya neler attı uzaktan fark etmem mümkün değildi. Ama belli ki zenginlerin “yarına kalırsa bayat olur yenmez” diye attıkları ekmeklerin, pidelerin parçalarını topluyordu. Veya yarısı bozulmuş domatesleri, biberleri topluyordu belki de. Boynundaki torba küçük olduğundan çok büyük malzemelerin sığması mümkün değildi. Belli ki zor bir hayatı yaşıyordu. Aslında birileri çöpe bayatladı diye bir günlük ekmekleri, pideleri atacaklarına yıllanmış yüreklerinden de atsalardı olmaz mıydı? Belki o esrarengiz adam o işe yaramayan yürekten bir parça alıp içine sevgi koyup tekrar çöp kutusuna atsaydı bir şeyler değişebilirdi hayatta. Kim bilir. Biraz sonra oradaki çöp kutusundaki işini bitirip bizim binaya doğru iki koltuk değneğinin yardımıyla yine yalpalayarak gelmeye başladı. O esnada mutfağa geçip bir bardak su almak için içeri girdim. Tv de İstanbul için imsak vakti diye ezanlar başlamıştı. Suyumu alıp dışarı çıktığımda koltuk değnekli adamın (bizim çöp kutusuna bakmamış olmalı ki) Seyran Caddesinden aşağıya doğru yürüdüğünü fark ettim. Arkasından seslenmek istedim ama gecenin o vaktinde yüksek sesle konuşmayı uygun bulmadım. Derhal üzerimdekileri değiştirip bu esrarengiz adam ile konuşmalıyım diye düşündüm. Bir çırpıda elbiselerimi giydim, evin kapısını, apartmanın kapısını nasıl açıp kapattığımı bilemeden arabayı çalıştırıp hızla ben de caddeden aşağıya doğru ilerlemeye başladım. O da ne? Adam yoktu. Hemen ara sokağa saptım, orada da yoktu. Bir alt sokağa çevirdim arabamın yönünü orada da yoktu. Ta aşağıya caddeye kadar her sokağa girdim baktım…Yok...Yok... Yok... Mihraplı Camisine kadar her sokağa baktım…Yok..Yok…Biraz önce koltuk değnekleriyle yürümekte zorlanan bu asalet timsali adam sanki yer yarıldı içine girdi…
Boğazına astığı torbaya umduklarından doldurabildi mi bilmiyorum. Ama elli ki aradığı yüreği bulamamıştı. Demek o yüzden gözden kaybolmuştu.
Zaten aradığı yüreğin çöp kutusunda işi neydi ki…
Hakkını helal et “Asalet yüklü asil yürekli adam…”. Sana ulaşamadım dün gece. İnşallah bir gün yollarımız bir yerlerde kesişir.
Bil ki özleyeceğim seni…
Faruk ANBARCIOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.