- 451 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
JEAN PAUL SARTRE
’Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür’ diyen Fransız filozofu ve yazarı Jean Paul Sartre, 1905’te doğdu. Gelenekçi burjuva ailesinin oğludur. Fakat bu sınıfın sürdürmek istediği değerler sistemine karşı tepki göstermekte gecikmeyecektir. 1929 yılında felsefe öğrenimini tamamlayan Sartre, Paris’te ve Berlin’de felsefe öğretmenliği yapmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında esir düşen filozof, 1941’de Almanlar tarafından serbest bırakılarak Paris’e dönmüş ve felsefe derslerine üniversitede devam etmiştir. Kurtuluş’tan sonra Sartre, 1945’te ’Modern Zamanlar’ dergisini kuracak ve hocalıktan ayrılarak kendini tamamiyle edebiyat ve felsefeye verecektir. Felsefe alanındaki ilk denemesi olan ’Hayal Gücü’ , Husserl’in etkisini taşır. Bunu varoluşun saçmalığı temasını işleyen ünlü romanı ’^’Bulantı’ izlemiştir. Daha sonra Sartre kendisini varoluşçuluk akımının belli başlı temsilcileri arasına sokan ’Varlık ve Hiçlik’ isimli kitabını yayınlamıştır. Bu eserde yer alan ’varoluş özden önce gelir’ ilkesi, bir bireyin kişiliğinin o birey için bir alın yazısı demek olmadığını;hayatın bir dizi hür seçimden meydana geldiğini anlatmaktadır. Sartre’a göre insan, ’hür olmaya mahkumdur’ bu mutlak hürriyet anlayışı da insanın nedensiz ve her türlü nedenden önce seçmeye, hayatı hakkında da istediği kararı vermeye ’mahkum’ olduğunu dile getirir. Filozof’un 1946 yılında verdiği ’var oluşçuluk bir hümanizmdir’ başlıklı bir konferansta Sartre’ın varoluşçuluk anlayışının ’sorumluluk’ ve ’taraf tutma’yı temel değer olarak kabul eden bir ahlak görüşüne doğru evrildiği belirtilmektedir. Nitekim varoluş karşısında duyulan’tiksinti’den yola çıkan ve ’taraf tutma’tavrına bağlanan, ’Hürriyetin Yolları’ genel başlıklı roman dizisi de aynı yönelimi izlemektedir. Tiyatro alanında verdiği eserlerde olduğu gibi çeşitli denemelerinde de, insanın sorumluluğu ve daima ’konum halinde oluşu’ temalarını işleyen Sartre, 1960’da yazdığı ’Diyalektik aklın eleştirisi’ ismini taşıyan son felsefi eserinde, marksizme pek yakın düşen bir tarih felsefesini benimsemekte;ve bireyin haklarını gözetmek şartıyla varoluşçulukla marksizmin bir sentezini önermektedir.Çünkü Sartre’a göre, insanın hür insiyatifini tarihsel zorunluluğa indirgemenin imkanı yoktur: İnsan ’’tarihin içindedir’’, evet;ama’’bireysellik’’ tarihin ’’kıyısı’’nda kalır, dolayısıyla da, insanın tarihsel rolüne indirgenemez.