- 1444 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KOMPLO TEORİSİ DE BENDEN
Bir üniversite mezunu iseniz bile Psikoloji diye bir dersi ancak lisenin 10. sınıfında haftada iki saat görmüşsünüzdür. Özel bir ilginiz de yoksa Subliminal mesajlar hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değilsinizdir mutlaka.
Şimdi oldukça bilimsel açıklamalarla kafaları karmakarışık etmeyelim. Subliminal mesaj dediğimiz şey birilerinin size hiç çaktırmadan sizin bilinç altınızı ele geçirerek size isteği bir şeyi yaptırması olayıdır.
Hipnotizma mı diye düşünecek arkadaşlar için söyleyeyim hayır..
Bunu anlatmak için en klasik, en basit ama en açıklayıcı örneği paylaşayım sizlerle:
Reklamların tüketici davranışları üzerindeki etkilerini araştıran James Vicary, 1957 yazında, New Jersey, Ft Lee sinama solonunda Picnic adlı filmin gösterimi sırasında -bir şehir efsanesi olarak bildiğimiz-deneyi gereçekleştirir. Sinema salonunda projeksiyon makinesinin yanına görüş algısı denemelerinde kullanılan ve çok kısa, anlık süreler ile resim ve harf gösteren bir cihazı (takistoskop) yerleştirir. Film süresince her 5 saniyede bir flash şeklinde patlayan reklam mesajlarını ekranda görüntüler. Bu mesajlar saniyenin 1/ 3000’i kadar kısa bir süre sinema perdesinde göründüğü için hiç kimse fark etmez tabii. Az önceki açıklamalardan hatırlayacağız; izleyicilerden hiçbiri bu mesajları bilinçli bir şekilde algılayamamış; şartlı ve sürekli kendilerine aktarılan bu tekrarlamaları büyük bir ihtimâlle bilinçaltına depolamışlardır. Gönderilen mesajlar ne miydi? Hepimizin tahmin edeceği gibi: “Coca Cola için”, “Acıktınız mı? Popcorn Yiyin!” şeklindedir. Sonuç mu? Son derece ilginç: Popcorn satışı %57.8, Coca Cola satışı da %18.1 oranında artmış.
Böyle uçuk kaçık bir konuyu niçin ele aldım peki?
Bu gün ilginç bir haber gördüm face bookta. Haberin başlığı aynen şöyle: ’ON YAŞINDAKİ ÇOCUK BAKIN NE ÖNERDİ ’
Haberin başlığı ’ON YAŞINDAKİ ÇOCUK BAKIN NE ÖNERDİ ’, yayınlandığı site Oda Tv İnternet sitesi, kullanılan resim de yukarıdaki resim olunca insan ister istemez merak ediyor.
İşin doğrusu haberi ve videoyu izlemek için tıklamadan önce o bir saniye içinde ’ Oda Tv yine kimbilir hangi Arap ülkesinden bir görüntü buldu da bunu Türkiye’de yaşanmış gibi sokuşturmaya çalışıyor’ diye düşünmüştüm ama videoyu açtığımda gördüm ki olay Türkiye’de cereyan ediyor. Yani video montaj vs değil. Arkada direkte Türk bayrağı dalgalanmakta. Eğer yanılmıyorsam mekan da İstanbul- Bayezıt semtindeki Bayezıt Camiinin önü olsa gerek. (Bundan emin olamadım ama sanırım çok da önemli değil.)
Videoda Hacivat kılıklı bir spiker elindeki mikrofonu çarşaflı bir çocuğa uzatıyor. Aslında o varlığın bir kız çocuğu olduğunu ancak konuşmasından anlıyoruz. Spiker ile boyca kıyaslayınca ve aynı zamanda sesinin tonundan da çocuk olduğuna hükmediyoruz.
Hacivat kılıklı şalvarlı , kavuklu spiker önce Ehli Sünnet Tv seyircilerini selamlıyor sonra da yanındaki çocuğun on yaşındaki Ayşe Hüma olduğunu belirterek o çocukla röportaj yapıyor. Soruyor Ayşe Hüma’ya
-Yaşıtlarına ne önermek istersin?
Ayşe Hüma on yıllık o kısacık ömrünü sanki Tv kanallarına röportaj vermekle geçirmiş gibi oldukça rahat ve hiç ııı lamadan gayet net cümlelerle cevaplıyor soruyu:
-Sünnet olarak kapanmalarını öneririm. Hafız olmalarını ve iyi bir kul olmalarını öneririm.
Son sözü yine Hacivat kılıklı spiker söylüyor:
-Ayşe Hüma’nın yaşıtları da inşallah Ayşe Hüma’nın nasihatlerini dinlerler.
Oda Tv bu haberi ’İslami duyarlılıkları ile tanınan Ehlisünnet TV’nin Facebook adresinde bu kez 10 yaşındaki çarşaflı bir çocuğun röportajına yer verildi.’ Diye sunarken elbette ki yapılan şeyin doğru olduğunu değil tam tersine çok yanlış bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor bizlere.
Yok yok merak etmeyin..Ben şimdi kalkıp da bu saatten sonra türban- çarşaf- şalvar- kavuk- hafızlık- örtünme -laiklik- kıyafet inkılabı ( devrimi )-fikir ve ifade özgürlüğü-demokrasi vesaire vesaire vesaire üzerine ukalalık yapmayacağım. O konuların o kadar çok ukalası var ki. O işi o ukalalara bırakıp başka bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Buraya kadar olan bölümde filmi izlediniz sadece. Filmin içine sıkıştırılmış subliminal reklamın farkında değilsiniz henüz. ( O videonun içinden bahsetmiyorum. yanlış anlaşılmasın )
Oda tv nin sunduğu bu haberde o videoyu açmak için tıklayıp seyrettiniz ya hemen yan tarafta bir başka yazı dikkatinizi çekiyor:
Tanrı Var mı? - İnanmak İçin Sebepler:
’Tanrı’ya inanmak için sebepler de ilginç olabilir’ diyerek o yazıyı okumak için de tıkladığınızda karşınıza şöyle bir yazı çıkıyor: ( Hepsini değil ama kısa bir bölümü alıyorum buraya..Artık sizler karar verebilirsiniz neyin propagandasının yapıldığına ya da nasıl bir subliminal reklam, diğer bir deyişle bilinç altımızı ele geçirme olayı ile karşı karşıya olduğumuza:
’Aşağıdaki metin, Tanrı’ya inanmamız için direkt sebepler sunmaktadır ...’ Diye başlıyor ve devam ediyor.
Birisinin çıkıp Tanrı’nın varlığını basitçe ispatlayan bir delil göstermesi herkesin hoşuna giderdi, değil mi? "Sadece inanmak ve güvenmek zorundasın" ifadeleri yerine, gerçek bir kanıt... Bu bölümde bu kanıtlara aday olarak gösterdiğimiz unsurları size sunacağız.
Ancak ilk olarak şunu göz önüne almanız gerekir; eğer bir kişi Tanrı’nın varlığını bir olasılık olarak kabul etmiyorsa, bütün delilleri reddetmesi engellenemez. Eğer bir kişi insanların ayda yürüdüğüne inanmayı reddediyorsa, kendisine sunulacak bütün deliller onun düşüncesini değiştirmeye yeterli olmayabilir. Astronotların ay üzerindeki yürüyüşlerinin videoları, fotoğrafları, aydan gelen taş parçaları, tüm bunlar değersizdir çünkü bu kişi kesin bir şekilde insanların aya gidemeyeceğine karar vermiştir.
Konu Tanrı’nın varlığına geldiği zaman, Kutsal Kitap’ı yeterli kanıt gören insanlar da vardır.Diğer taraftan, Tanrı’yı bilmeyi isteyen kişiler için şöyle söylenmiştir: Yeremya 29:13-14
) " Beni arayacaksınız, bütün yüreğinizle arayınca beni bulacaksınız. Kendimi size buldurtacağım" diyor RAB." Tanrı’nın varlığını destekleyen sebeplere bakmadan önce kendinize şu soruyu yöneltmenizi tavsiye ederim: Eğer Tanrı var ise, ben onu bilmeyi istiyor muyum?
Yazının devamı oldukça uzun ve tüm yazı boyunca şu kısacık pasajdan da anlayabileceğiniz gibi bizlere resmen hristiyanlık propagandası yapılıyor.
Kötü, tü kaka olan sarık, şalvar, on yaşındaki kızın kara çarşaflara bürünmesi , sünnet için örtünme konusundaki video bizde ’ Yazık yazık, şu memleketin haline bak. Memleketi böyle yobazlar sardı ’ algısı yarattı ya hemen peşinden ne geliyor: ’ Alternatifsiz değilsiniz ’ Bağnazlık, yobazlık, çağ dışılık bütün bu hastalıkların çaresi var(!) Hristiyanlık.
Bunu size elbette ki direkt söylemiyorlar. Direkt söylemiyorlar çünkü bu yolu denediler, başarılı olamadılar. 11 Eylül saldırısı bile tüm dünyada bekledikleri, umdukları islamofobiyi yaratmadı. Zaten aslında İslamı düşman gören hrıstiyanlar içinde bu hastalığı daha da yaymanın anlamı yoktu ki. Yapılması gereken şey müslümanın müslümanlıktan nefret etmesini sağlamaktı. Bunu sağlayabilmenin de iki yolu vardı:
1- İslam adına mücadele ediyormuş görüntülü terör örgütlerini sahaya sürmek İşid, Selefiler, Boko Haram gibi örgütlerin bir kaç sene önce esemaleri bile okunmazken bu gün tüm dünyada konuşuluyor olmaları boşuna değildir. Elçilik görevlilerimizi esir edinceye kadar İşid diye bir örgütün varlığından haberi olan var mıydı?
2-Müslümanı islamdan uzaklaştırmak için onun bilinç altına girmek gerekir. İşte burada bir takım görseller devreye girer.Mesela:İşidin bayrağındaki sembol nedir? Hz . Muhammed’in (S.A.S) Mührü... Sübliminal reklam nerede peki? Hz. Muhammed= kafa kesme...En koyu müslümanın bilinç altında bile tahribat yapılmış vaziyettedir. Artık o Topkapı Sarayındaki Peygamber mührüne bakarken bile terörün ve teröristin sembolüne bakıyor olacaktır.
Müslümanlıkla hiç bir alakası olmayan alçakların kestiği her kafa, bu konuyla ilgili her resim, her videodan sonra ’ İçine ederim ben böyle dinin ’ diyecektir. ( Ki başlamıştır artık ’ Böyle din olmaz, Bu nasıl islamiyet vs gibi söylemler.)
Mesele nüslümanın en azından kendi dininden utanç duymasını sağlamaktır. Bu konuda da zaten ateistler, din düşmanları ve en çok da namazda gözü olmadığı için ezanda kulakları olmayanlar el birliği ederek -farkında olarak ya da olmayarak- bu yeni trend emperyalizmin maşası olmaktadırlar.
Kısacası:
Türkiye’deki bir çağ dışılığa dikkat çekme görüntüsü altında olayın geldiği boyut gerçekten de ürkütücüdür. Ürkütücüdür diyorum ama islami hassasiyetleri olanlar için ürkütücüdür yoksa ’Amaaannn canım her ikisi de din, her ikisi de neticede bizi Tanrı’ya ulaştırmıyor mu ha Hrıstiyanlık ha İslamiyet..Kelle kesen bir islam dini mensubu olmaktansa insanlara sevgi ile kucak açmış bir hristiyanlığın mensubu olmayı tercih ederim’ Düşüncesinde olanlar için sorun yok.
Evet...Bu gün bir komplo teorisi de ben yaptım.
Her ne kadar sürç-ü lisan eylediysek affola.
YORUMLAR
Kıymetli hocam
İlginç bir yazı hani insana neler oluyor? Burası neresi? ben kimim? Neler olup bitiyor? Türünden sorgulamalar yapacağı ortamları, sistematik ve şeytani bir şekilde hazırlıyor olabilirler inanırım. Hayat bazen Alaca karanlık kuşağını izler gibi gelebiliyor insana
Nihayetinde insan zekâsı müthiş bir şey!!
Ancak bende bu konuda değerli dostum can baybull gibi düşünüyorum.
Bu arada bir önceki Atatürk ile ilgili yazınızla bu yazınızın zamanlaması planlanmış gibi geldi bana. bir mesaj mı vermeye çalışıyorsunuz? Bu bir komplo olabilir mi? Neyin peşindesiniz? Ben kimim? Burası neresi? Tutmayın lan beni :)) İnsanın şu dünyada olan bitene karşı akıl sağlığını koruması paranoyak olmaması gerçekten kolay değil.
Saygı sevgi selamlarımla.
sami biberoğulları
Üstün başarılarımı senin üzerinde görmek de varmış kaderde. Ama oldu sonunda..Başardım.))))))))))))))))))
Allah'ım ölebilirim artık ))))))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
Üstadım dikkat edilmesi gereken bir konu bu.
Ama anladığım kadarıyla buradaki subliminal mesaj oda tv de değil. İnternette google aracılığıyla kendisine sürekli yeni pazarlar oluşturmaya çalışan hristiyan misyoner faaliyetlerde. Oda tv (hiç izlemedim ama duyarım) web sayfasında gelir amaçlı google reklamı almış ve istemese de bu misyoner faaliyetli linkler yayımlanıyor.
Hazreti google da, arama motoruna subliminal mesajlar nedir diye sorarsanız hiç çekinmeden size yüzbinlerce veri sunacaktır. Olaylar sizin söylediğinizin çok daha ötesinde.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Dediğin gibi Hristiyanlık propagandasını direkt odav tv yapmıyor ama oda tv internet sitesinde bu propgandanınn reklamı yapılabiliyor.
Subliminal mesajlar da elbette burada bahsettiğim kadar basit bir konu değil . Burada - Nasrettin Hocanın fıkrasındaki gibi tavşanın suyunun suyunun suyundan hasediyoruz ve dediğin gibi burada yazılanların çok çok ötesinde bir olay bu subliminal mesajlar olayı.
Selam ve sevgilerimle.
Güzeldi konusuyla, işlenişiyle, anlatımıyla . İlgiyle okudum ve yararlandım.
Komplo terorinizi de mantıklı buldum.Ancak , akla uygun düşmediğine inanılan bazı şeyler ortaya çıktığında , insan , akıl ile idrak çabasına girdiğinde , zorluklarla da karşılaşmaktadır...Komplo teorileri , biçim biçim sahte görüntü ve ses kasetleri üretilebilir değil mi? Peki , islam dininin Müslümanlığın kutsal kitabı Kur'an-1 Kerim ' de mi , bir komplo teorisi üretimidir ? Değil ise , en azından benim de kısmen inandığım kendi içindeki akla , idrake ve bilime aykırı düşüp , çelişkiler haline gelen kısımlarını nasıl açıklayabiliriz?
Bakın aşağıdaki " ALINTILAMIŞ OLDUĞUM YAZI "
kuranelestirisi.wordpress.com internet sitesinden yaptığım alıntıdır.
...
...
Kur’an’daki Çelişkileri Eleştirel Akıl Yoluyla Sergilemek
Dikkatli bir okuyuşla, görülür ki, Kur’an, insan yaşamının her yönünü, her konudaki hükümleriyle çelişkilere boğar. Örneğin, bir yandan kişi varlığına “değer” verirmiş gibi görünürken, diğer yandan kişiyi kul kertesine indirir. Bir yandan “hür”lükten söz ederken, diğer yandan hak ve özgürlük kavramlarıyla bağdaşmaz olan şeyleri, örneğin kölelik kuruluşunu doğal bilir. Bir yandan kişinin irade serbestisine yer verirmiş gibi görünürken, diğer yandan özgür düşünceyi kökünden eritir. Bir yandan kadına değer verirmiş gibi görünürken, örneğin “Kadının da erkek üzerinde hakkı vardır” derken, diğer yandan onu “aklen ve dinen dûn”, şahitlikte ya da miras paylaşımında erkeğin yarı değerinde ve her halükarda erkeğin egemenliği altında bir yaratık olarak tanımlar ve daha nice olumsuzluklarla aşağılar. Bir yandan hoşgörü yönlüsüymüş gibi görünürken, diğer yandan kendi emirlerine uymayanları “kafir” ve “cehennemlik” sayarak hoşgörüsüzlüğün en katı şekline yer verir. Biryandan “kin”, “intikam” gibi şeyleri kötülermiş gibi görünürken, diğer yandan “cana can, göze göz, dişe diş” gibi insanları birbirlerinden en acımasız şekilde intikam aldırıcı “kısas” uygulamasını getirir.
Bir yandan “dinde zorlama olmaz” derken, diğer yandan farklı inançta olanları (velev ki ana baba olsunlar) düşman ya da dinden çıkanları öldürülmeye layık bilir. Bir yandan İslamın insanlar arası sevgi ve saygıya dayalı olduğu kanısına yönelikmiş gibi görünürken, diğer yandan “İslamdan başka gerçek din yoktur, başka dinlere yönelenler sapıktırlar, Yahudilerle ve Hıristiyanlarla dost olmayın Allah onları kahretsin” vd… şeklinde, insanın insana sevgisini yok edici zihniyete yer verir. Bir yandan “…Allah dilemedikçe insanlar inanmazlar” şeklinde hüküm sevk ederek inanmanın Tanrı iznine bağlı olduğunu bildirirken, diğer yandan inanmayanlara (yani inkarcılara) lanetler savurur. Örneğin, “Kahrolası insan, ne inkarcıdır!”der. Bu örnekleri sonsuza dek çoğaltmak kolay.
Denilebilir ki, Kur’an’daki her bir ayetin ardında, buna ters düşen buyruklar yer almıştır; pek az hüküm gösterilebilir ki, çelişmesiz olsun. Durum, Muhammed’in “Kur’an olmayarak” söylediği sözler, yani hadisler için de böyledir. Kişi ve toplum yaşamlarının her yönünü düzenleyen bu buyruklar, çelişme çemberi halinde, insan beynini ters yönlerde işler duruma getirir. Bu çelişmeler, bazen Kur’an’ın çeşitli sureleri arasında, bazen aynı surenin ayetleri arasında, bazen de bir ayetin tümceleri ve hatta aynı bir tümcenin kendi sözcükleri arasında gizlenmiştir. Her ne kadar ilerideki bölümlerde bu çelişmelere sık sık değinecek olmakla beraber, kısaca bir fikir edinmek üzere burada birkaç örnek daha vermekte yarar vardır.
Çelişmelerin en tipik örneklerini, İslami hem “hoşgörü” diniymiş gibi gösteren hem dehoşgörü ilkesine asla yer vermeyen hükümler arasında bulmak mümkündür. Örneğin, biraz önce değindiğimiz Bakara Suresi’nin 256. ayetinde “Dinde zorlama olmaz” diye bir hüküm var ki, İslam dinini “hoşgörü” dini şeklinde göstermeye çalışanların elinde bayrak işini görür. Buna benzer bir hüküm, bir başka surede, Gaşiye Suresi’nde şöyledir:
“Ey Muhammed, sen öğüt ver; esasen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin… Kim inkar ederse… Allah onu… azaba uğratır… Hesaplarını görmek bize düşmektedir” (Gaşiye Suresi, ayet 21-26).
Yine bunun gibi Nahl Suresi’nde, “Eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammed, sana düşenin sadece açıkça tebliğ olduğunu bildir” (Nahl Suresi, ayet 82) denilmektedir. Buna benzer bir ayet Şûra Suresi’nde şöyle der:
“Ey Muhammed, eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz seni onlara bekçi göndermedik, sanadüşen sadece tebliğdir” (Şûra Suresi, ayet 48).
Yunus Suresi’nde, “inkarcılara” karşı hoşgörülü bir tutum havası yaratan şu ayet bulunur:
“Ey Muhammed, seni yalanlarlarsa, ‘Benim yaptığım bana, sizin yaptığımı sizedir; siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim’ de… De ki, ‘Ey insanlar, Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da zararına olarak sapılmıştır; ben sizin bekçiniz değilim’…”(Yunus Suresi, ayet41-108).
Yine bunun gibi “müşrik”lere (puta tapanlara), inkarcı olanlara ve İslama yanaşmayanlara karşı bu yeryüzü dünyasında zorlama olmayacağı, onları kendi sorumluluklarıyla, kendi “günahlarıyla” baş başa bırakmak gerektiği, çünkü yaptıklarının cezasını kıyamet günü görecekleri konusunda “Kıyamet günü her ümmete bir şahit getiririz…” şeklindeki ayetler ve bu ayetler doğrultusunda hadisler de bulunur. Örneğin, Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili olarak Muhammed’in, “Dinimizde müsamaha ve cömertlik bulunduğunu, Yahudi ve Hıristiyanların bilmelerini isterdim” dediği söylenir.(1) Ve işte bu tür hükümlere bakarak sanılır ki, İslam hoşgörü dinidir, farklı inançta olanlara ve başka dinlere karşı saygı dinidir!
Oysa ki, Kur’an ayetleri arasında, yukarıdakilere ters düşen niceleri vardır ki, İslamdan başka gerçek bir din olmadığını açıklamak yanında, bir de başka din ve inançta olanlara ölüm saçmaktan geri kalmaz. Örneğin, Al-i İmran Suresi’ndeki, “Kim İslamiyetten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir” (Al-i İmran Suresi, ayet 85 vd…) şeklindeki hükümlerden tutunuz da, “müşrik”lerin (“putperestlerin”) öldürülmeleri gerektiğine (Tevbe Suresi, ayet 5) ya da “…artık onların (kafirlerin) boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal Suresi, ayet 12) şeklinde yok edilmelerine ya da Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı “Hak dinini (İslami) kabul etmelerine kadar” savaş açılmasına ve İslami kabul etmedikleri takdirde “cizye” (kafa parası) alınmasına varıncaya kadar dehşet saçan tehditler vardır.
Bu vesileyle hatırlatalım ki, “müşrikler” sözcüğü, her ne kadar “puta tapanlar”ı (yani “Tanrı’ya eş koşanlar”) anlatır olmakla beraber, genel olarak son derece geniş anlamda tutulmuştur: “İslama inanmayanları”, Kur’an’ı “Tanrı sözü” olarak tanımayanları, Muhammed’i “peygamber” saymayanları (ve hatta “kitab ehli” diye bilinen Yahudileri ve Hıristiyanları) da kapsayan bir sözcük olarak kullanıldığı olmuştur.(2) Ve işte Kur’an, bir yandan, “Dinde zorlama olmaz” derken, diğer yandan bütün bu farklı inançtaki insanlara korku ve dehşet saçan hükümleri kapsar. Şeriatçının kafa yapısı, birbirine ters iki ayrı hükmü aynı zamanda kabule öylesine alışmıştır ki, Müslüman olmayanların, İslama kılıç yoluyla sokulmalarını .”Dinde zorlama olmaz” hükmüne aykırı bulmaz. Örneğin, Diyanet Vakfı’nın büyük “üstatları”, “cihat”m (yani “vuruşmalı” nitelikteki savaşın) Müslümanlara farz kılındığını bildiren Bakara Suresi’nin 216. ayetini açıklamak amacıyla şöyle demekteler:
“Cihat hiçbir zaman saldın değildir. Çünkü, önce İslama davet yapılır, kabul eden Müslümandır. İslami kabul etmeyenden tabi olması istenir. Bunu da kabul etmezse, ancak o zaman savaşılır. Savaştaki sırrı biz bilmeyiz, ama Allah bilir. Bazı milletler cezaya müstehak olunca, Allah onları çeşitli belalarla cezalandırır. İşte onlardan birisi savaştır. (3)
Yani demek isteniyor ki, İslama çağrılan, fakat çağrıya kulak asmayan bir topluma karşı savaş açmak ve onu kılıç yoluyla İslama sokmak Allah’ın buyruğudur. Bu buyruğun “dinde zorlama olmaz” hükmüyle, hoşgörüyle çatışır bir yönü yoktur! Şeriatçının çelişkiye yatkındüşünce tarzından daha başka bir yanıt beklemek, elbetteki abestir. Yine bunun gibi Kur’an’ın bazı ayetlerinde, Muhammed’in sadece öğüt verici ve müjdeci olduğu, zor kullanmakla görevli kılınmadığı, inkarcıları Tanrı’ya karşı hesap vermekle ve baş başa bırakmakla görevli olduğu, onların cezalarının Tanrı tarafından verileceği yazılıyken, diğer bazı ayetlerinde İslami “cihat” yoluyla, kılıçla, zorla kabul ettirmesi emredilmiştir. Bir iki örnek verelim: Daha önce de sık sık belirttiğimiz gibi, Bakara Suresi’nde, “Dinde zorlama yoktur…” (Bakara Suresi, ayet 256) diye bir hüküm var. Gaşiye Suresi’nde Tanrı’nın, “Ey Muhammed, sen öğüt ver, esasen sen sadece bir öğütçüsün” (Gaşiye Suresi, ayet 21-22) diye konuştuğu yazılıdır. Bunun gibi Nahl ve Şûra surelerinde, “(Ey Muhammed) sana düşenin… sadece tebliğ olduğunu bildir” (Nahl Suresi, ayet 82; Şûra Suresi, ayet 48) denilmektedir. Bundan anlaşılan o ki, inkarcıların cezasını verecek olan Tanrı’dır. Nitekim Nemi Suresi’nde, “Rabbin şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir…” denmektedir (Nemi Suresi, ayet 78). Casiye Suresi’nde bu fikri pekiştiren şu ayet var:
“…Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında şüphesiz aralarında hükmedecektir” (Casiye Suresi, ayet 17).
Aynı hatırlatma Gaşiye Suresi’nde şöyle tekrarlanır:
“Ey Muhammed sen öğüt ver! Esasen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin. Ama kim …inkar ederse Allah onu en büyük azaba uğratır. Onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir” (Gaşiye Suresi, ayet 21-26).
Enbiya Suresi’nde Muhammed’in “rahmet” olarak gönderildiği, kişileri İslama çağırmakla görevlendirildiği ve çağrıya uymayanları kıyamet günüyle uyarması emredilmektedir:
“(Ey Muhammed!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. De ki, ‘Bana sadece, sizin ilahınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi. Hala Müslüman olmayacak inisiniz?’ Eğer yüz çevirirlerse de ki, ‘(Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. Anık size vaat olunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın nü, uzak mı, bilmiyorum’…”(Enbiya Suresi, ayet 107-109).
Enam, Kalem ve Mü’min surelerinde Tanrı, güya inkarcılara verilecek cezayı kıyamet gününde kendisinin uygulayacağını bildirerek Muhammed’e sadece insanları uyarmakla görevli olduğunu hatırlatır:
“Ey Muhammed… senin milletin Kur’an’ı yalanladı; ‘Cezanızı ben verecek değilim’de (onlara)” (Enam Suresi, ayet 68).
“Ey Muhammed, Kur’an’ı yalanlayanları bana bırak. Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız…” (Kalem Suresi, ayet 44-45).
“…Ey Muhammed… onları kıyamet günü ile uyar…” (Mü’min Suresi, ayet 18).
“O kıyamet günü ki, inkarcıların yüreklerini ağızlarına getirecektir. “
Bu yukarıdakilere eklenebilecek daha pek çok ayete bakılarak, Tanrı’nın Muhammed’i sadece “uyarıcı” olarak gönderdiği, dinde şiddet yoluna başvurulmamasını emrettiği ve “inanmayanların” hakkından ileride -kıyamet gününde- kendisinin geleceğini bildirdiği sanılır. Yani sanılır ki, Muhammed, İslami zor kullanarak değil, sadece insanları uyarmak suretiyle yaymakla görevlendirilmiştir! Tanrı onu sadece “rahmet” olarak göndermiştir!
Ancak, bu aynı Kur’an’da Tanrı’nın, yukarıda söylediklerini unut-muşçasına ya da inkarlarcasına konuştuğu, dinde zorlama yolunu seçtiği, “müşriklere” ve “kafirlere” ölüm saçtığı, onlara karşı “vuruşmalı” şekilde, yani kılıçla savaşmak üzere Muhammed’i görevlendirdiği görülür. Örneğin, Tevbe Suresi’nde, “…Ey Muhammed, inkarcılarla … savaş, onlara karşı sert davran” (Tevbe Suresi, ayet 73) der. Enfal Suresi’nde, “… (inkarcıların) boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın” (Enfal Suresi, ayet 12) diye ekler. Tevbe Suresi’nde, “…müşrikleri nerede görürseniz öldürün” (Tevbe Suresi, ayet 5) dedikten sonra, ehl-i kitab’a (yani Yahudilerle Hıristiyanlara vd…) karşı, İslami kabul etmelerine ya da “cizye” (kafa parası) vermelerine kadar savaşılmasını emreder ve şöyle der:
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haranı saymayan ve hak dini (İslam dinini) kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın” (Tevbe Suresi, ayet, 29).
Enfal Suresi’nde de şöyle emreder:
“…yalnız Allah’ın dini (yani islam) kalana kadar savaş” (Enfal Suresi, ayet 39).
Yine bunun gibi dinde zorlama olmadığını (örneğin, Bakara Suresi, ayet 256) ve dilediğinin gönlünü açıp Müslüman yapar olduğunu söyleyen Tanrı (örneğin, Enam Suresi, ayet 125), kendisine baş eğsinler diye insanları darlığa, hastalıklara ve azaba uğrattığını, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiğini, kalplerini mühürlediğini söylemekten geri kalmaz. Bu da yetmez, bir de vuruşmalı savaş usullerine başvurarak insanları birbirleriyle boğazlaştırır. Hani sanki bundan başka bir çözüm bulamazmış, yani ikna yoluyla ve güzellikle kendisine inandırma gücüne sahip değilmiş gibi! Bu konudaki nice örneklerden biri şöyledir:
“Andolsunki, senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık… De ki, ‘Ne dersiniz: eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah’tan başka hangi Tanrı geri verebilir’…” (Enam Suresi, ayet 42-46).
Evet, ama mademki insanları doğru yola sokabilecek güçtedir, mademki dilediğinin kalbini, gözünü ve kulağını açma olasılığına sahiptir, o halde neden insanları doğru yola sokup yeryüzünü mutluluk diyarı haline getirmez bu “yüce” Tanrı? İnsanları dilediği gibi “müşrik” ya da “kafir” yapanın bizzat kendisi olduğunu söyleyen bir Tanrı’nın, “müşriktirler”, “kafirdirler” diye bu insanları cehenneme atmasının ya da boğazlatmasının nasıl bir mantıklı yönü olabilir? Yine bunun gibi Kur’an’ın sadece “öğüt” olarak gönderildiğini bildiren ve “dileyen Kur’an’dan öğüt alır” şeklindeki ifadelerle, kişileri öğüt almakta serbest bilen ayetler yanında, bu aynı Kur’an’ın “korkutma” amacıyla gönderildiğini ve ona uymayanların cezalandırılmaları gerektiğini belirten ayetler bulunur. Örneğin, Abese Suresi’nde Tanrı’nın şöyle konuştuğu yazılıdır:
“… Şüphesiz (bu ayetler) değerli ve gücenilir katiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mukaddes sayfalarda (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur’an’dan) öğüt alır…” (Abese Suresi, ayet 11-16).
Ancak, Abese Suresi’nde Kur’an’ın “öğüt” olduğunu ve dileyenlerin “kitap”tan öğüt alabileceklerini söyleyen bu aynı Tanrı, bir başka surede, kitabı korkutmak için indirdiğini bildirmekten geri kalmaz. Örneğin, Enam Suresi’nde şöyle yazılıdır:
“İndirdiğimiz bu kitap mübarektir… Mekke ve çevresini onunla korkutasın diye gönderilmiştir” (Enam Suresi, ayet 92).
Meryem Suresi’nde de şu ayet vardır:
“Kur’an’ı … yanlışta savaşım verip direnen bir toplumu korkutman için senin dilinle indirerek kolaylaştırdık” (Meryem Suresi, ayet 97).(4)
Öte yandan Kur’an’a inanmamanın, Tanrı’yı ve Muhammed’i inkar etmek, yani “kafir” olmak anlamına geldiği, bunun da cezasının, hem bu yeryüzünde hem de öbür dünyada çok ağır olduğunu bildiren hükümler var. Sadece Kur’an’ı inkar etmek değil, Kur’an’ın anlattığı şeyler konusunda kuşkulanmak da, aynı feci sonucu doğurur. Bu feci sonucun ne olduğunu Kur’an, sayısız denecek kadar çok ayetleriyle ortaya koymuştur ki, bunlardan biri şöyledir:
“Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş ve onlara sert davran. Yerleri cehennemdir onların. Orası ne kötü bir varış yeridir” (Tevbe Suresi, ayet 73; Tahrim Suresi, ayet 9).
Burada geçen “kafir’ler deyiminden, Kur’an’ı ve Muhammed’i kabul etmeyenler anlaşılır; “münafıklar” ise, Kur’an’a ve Muhammed’e dıştan inanıyormuş gibi görünüp, içten inanmayanlardır.Görülüyor ki, Kur’an’da Tanrı, hoşgörüye yer verir gibi görünen hükümler yanında, hoşgörü nedir bilmeyen hükümleri, çelişmeli şekilde. sıralamış gibidir. Fakat, buna rağmen şeriatçılar “Kur’an’da çelişme yoktur” derler; zira, çelişmeleri fark edebilecek bir düşünce tarzına sahip değillerdir; fark etseler de “çelişme bize göredir, Tanrı’ya göre değildir!” şeklinde konuşurlar.Çelişkilerin bir başka şekline “özgürlülük” ve “özgürlüksüzlük” ya da “akılcılık” ve “aklı dışlamışlık” konusunda rastlarız. Zira, Kur’an, bir yandan, “Din akıldadır, aklı olmayanın dini de olmaz” ya da “Kitabını oku, bugün kendi hesabım kendin göreceksin. Kim yola gelirse kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır” (İsra Suresi, ayet 13-15) ya da “Kıyamet günü adalet terazilerini kuracağız, hiçbir kimse hiçbir şeyde haksızlığa uğramayacak, hatta hardal tanesi ağırlığında bir işin bile karşılığını vereceğiz” (Enbiya Suresi,ayet 47) ya da “Kıyamet günü yaptığınız şeylerin karşılığı verilir…” (Yasin Suresi, ayet 54) ya da “Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülükte bulunursa zararı kendisinedir” (Fussilet Suresi, ayet 46) ya da “Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz” (Nahl Suresi, ayet 93) ya da “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir” (Şûra Suresi, ayet 30) şeklinde ayetler sevk eder. Bu tür hükümlerle kişiye sanki “özgür” ve “akılcı” davranış tanıyormuş ve sanki onu “iyi” ve “kötü” tüm davranışlarının sorumlusu kılıyormuş gibi görünür.(5)
Fakat, buna karşılık bu aynı Kur’an, akılcılığı ve özgürlüğü kökünden yok eder nitelikte hükümlere yer verir ki, asıl ağırlık bu tür hükümlerdedir. Örneğin, Ahzab Suresi’nde, “İnanan erkek ve kadınların, Allah ve peygamberinin verdiği kararlar dışında davranmaları ve karar almaları yakışık almaz” (Ahzab Suresi, ayet 36) diye yazılıdır ki, kişinin tüm davranışlarının, en ince noktasına varıncaya kadar, özgür irade yoluyla değil, gökten indiği sanılan dondurulmuş buyruklarla, “vahiy “lerle düzenleneceğinin kanıtıdır. Böyle bir hükmün, biraz yukarıda gördüğümüz, “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir” (Şûra Suresi, ayet 30) şeklindeki ayetle uyum sağlayan bir yönü olmayıp, çelişki yarattığı ortadadır. Şimdi muhtemelen şöyle denecektir: Tanrı ve peygamber buyrukları dışında davranmayı ve karar almayı yasaklayan yukarıdaki emrin, kişi özgürlüğünü kısıtlayan bir yönü yoktur;çünkü, kişi yaşamları esasen kanunlarla sınırlanmış olarak ayarlanmıştır; Tanrı ve peygamber“emirleri” de kanun işini görmektedir.Evet, ama kanun denen şey, kişinin özgür iradesinin tezahür etmiş şeklidir. Kişi, kendi iradesini ortaya koymak şeklinde kendi yaşamını düzenler. Zamana ve ihtiyaçlara göre bu kanunları değiştirir. Oysa Tanrı ve peygamber buyrukları, kişinin özgür iradesiyle konabilen ya da değiştirilebilen bir şey değildir.Öte yandan kişiyi “iyi” ya da “kötü “ yapanın Tanrı olduğuna dair hükümler vardır Kur’an’da; örneğin Nah! Suresi’nde şöyle der:
“Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir…” (Nahl Suresi, ayet 36, 93; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42 vd…)
Rad Suresi’nde, “Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi” (Rad Suresi, ayet 31) der. Enam Suresi’nde, “Allah isteseydi puta tapmazlardı” (Enam Suresi, ayet 107) diye yazılıdır. Yunus Suresi’nde, “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı..’.” (Yunus Suresi, ayet 99) der. Secde Suresi’nde, Tanrı’nın cehennemi insanlarla dolduracağına dair kendi kendine söz verdiği ve bu nedenle herkesi doğru yola sokmadığı şu şekilde anlatılmaktadır:
“Biz dilesek herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır” (Secde Suresi, ayet 13).
Kehf Suresi’nde, Tanrı’nın bazı kimseleri gaflete sürüklediği bildirilmektedir:“Bizi anmamaları için gönüllerine gaflet verdiğimiz (vs… kişi)…” (Kehf Suresi, ayet 28). Bunlara eklenebilecek daha birçok hüküm vardır. Hepsi de kişi davranışlarının özgür iradeye dayalı olmayıp, “Tanrı’nın dileğine göre ayarlandığını gösterir; bu nedenle bunlar (ve benzerleri) biraz yukarıda belirttiğimiz hükümlerle çelişki halindedirler. Ancak, şeriat eğitiminden geçmiş kişiler bu hükümlerde çelişki bulmazlar. Tanrı’nın “adaleti” ya da “keyfiliği” konusunda aynı çelişmeler ve aynı tutarsızlıklar kendisini gösterir. Örneğin, Bakara Suresi’nde Tanrı, Müslümanların dostu ve kurtarıcısıdır; Müslüman olmayanların dostu ise şeytandır:
“…Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır. İnanmayanlarınsa dostları şeytandır, onları ışıktan karanlığa götürür. Onlardır ateş ehli, onlardır orada ebedi kalanlar” (Bakara Suresi, ayet 257).
Ancak, bir başka surede bu aynı Tanrı, kişileri “kafir” yapan, “karanlıkta tutan”, “inandırmayan”, “saptıran” durumundadır; hani sanki şeytandan geldiğini söylediği şeyleri şeytana yaptırandır. Araf Suresi’nde Tanrı’nın insanlara, “Sakın şeytan sizi aldatıp yoldan çıkarmasın!.. “ şeklinde konuştuğu, fakat hemen ardından, “Biz, şeytanları inanmayanlara dost kıldık” (Araf Suresi, ayet 27) diye eklediği yazılıdır. Fakat, insanları “inanmaz” (örneğin, “puta tapar”) yapan da yine bu aynı Tanrı’dır. Yine bunun gibi Enam Suresi’nde, “Allah isteseydi puta tapmaklardı” (Enam Suresi, ayet 107) diye yazılıdır. Bundan anlaşılan şu ki, Tanrı bir kısım insanları puta tapar olmaktan kurtarmış, bir kısmını ise puta tapar olarak bırakmıştır. Aynı surenin bir başka ayetinde, “Tanrı dilediğinin gönlünü açar onu Müslüman yapar… dilediğinin kalbini dar kılar (kafir yapar)…” (Enam Suresi, ayet 125) diye yazılıdır. İbrahim Suresi’nin 14. ayetinde, “Allah dilediğini saptırır… ve dilediğini de doğru yolaeriştirir” (İbrahim Suresi, ayet 4) denmektedir. Kehf Suresi’nde, “Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona doğru yolu gösterecek bir rehber bulamazsın” (Kehf Suresi, ayet 17; ayrıca bkz. İsra Suresi, ayet 97) diye açıklanmıştır. Yine bunun gibi İsra Suresi’nde, “Allah… kimleri saptırırsa artık onlar için Allah’ın katında dost bulamazsın. Biz onları kıyamet günü yüzükoyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak hasrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız” (İsra Suresi , ayet 97) diye yazılıdır.
Görülüyor ki, bütün bu ayetlerde, Tanrı, dilediğini “saptıran”, “kafir” kılan, “kötü yola sokan” ya da dilediğini “doğru yola ileten” durumundadır. Fakat, Tanrı, insanı kötü yola sokmakla, saptırmakla, inanmaz kılmakla kalmayıp, bir de inanmaz kıldıklarını ve saptırdıklarını, “kafir”dirler, “sapık”tırlar, “kötü”dürler diye lanetlemekte, örneğin, “Kahrolası insan! Ne inkarcıdır.’” (Abese Suresi, ayet 17) demekte ya da cehennemlere layık görmektedir. Kuşkusuz ki, bütün bunlar çelişmeden başka bir şey değil! Yine Muhammed’in söylemesine göre, Tanrı, iyice anlaşılsın diye Kur’an’ı, “Arapça” ve“apaçık” olarak indirdiğini bildirmiş ve örneğin, “Onu akıl edesiniz diye Arapça indirdik” (Yusuf Suresi, ayet 2); “Kuşku yok ki, biz, akıl edesiniz, anlayasınız diye Kur’an’ı Arap diliyle meydana getirdik” (Zuhruf Suresi, ayet 3) şeklinde ayetler göndermiştir; böylece kullarından Kur’an’ı okuyup anlamalarını istemiş, doğru yola girip girmemek konusunda onları güya serbest bırakmıştır. Fakat, bu aynı Tanrı, anlaşılsın diye Arapça olarak yolladığı Kur’an’ın anlaşılmaması için elinden geleni yapandır; kişilerin kalplerini, kulaklarını kapatandır; örneğin şöyle der:
“Kur’an’ı anlarlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk” (İsra Suresi, ayet 46; ayrıca bkz. Kehf Suresi, ayet.57).
Yani Tanrı, Kur’an’ı anlamasınlar diye kişilerin kalplerine örtüler, kulaklarına ağırlık koymakta! Görülüyor ki, Kur’an’daki Tanrı, bir söylediğini, diğer söyledikleriyle yalanlamaktadır. İlerideki sayfalarda buna benzer başka örnekler yer alacaktır. Kur’an’da yer alan çelişmeli ayetler, aynı surenin kendi içerisinde olduğu gibi, çeşitli sureler arasında da yer almış durumdadır. Örneğin, Araf Suresi’nde, Tanrı’nın kötülük emretmez olduğu bildirilmektedir:
“…Allah fenalığı emretmez… Rabbim adaleti emretti” (Araf Suresi, ayet 28-29).
Bunun gibi Nahl Suresi’nde kötülüğün ve iyiliğin kişinin kendi davranışlarından doğduğu, iyi iş yapanın Tanrı tarafından mükafatlandırılacağı belirtilmektedir:
“…inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeliyle vereceğiz” (Nahl Suresi, ayet 97).
Fakat, bunları söyleyen ve kişiyi kendi davranışlarının sorumlusu gibi gösteren Tanrı, bu söylediklerinin tam tersine olarak Kehf Su-resi’nde şöyle konuşur:
“…Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. (Allah) kimi saptırırsa, artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bu-z. . . “ (Kehf Suresi, ayet 17).
Yine bunun gibi Kehf Suresi’nde, “…(Allah) kimi saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bulunmaz…” (Kehf Suresi, ayet 17) diyerek, kişileri doğru yoldan çıkarıp kötülüğe yönelttiğinin söyleyen bir Tanrı, Nisa Suresi’nde, bu söylediğini inkar edercesine, “…sana ne kötülük gelirse kendindendir” (Nisa Suresi, ayet 79) diyerek kötülüğe yönelmenin kişiye ait bir iş olduğunu bildirmekte ve böylece kendi kendisiyle çelişkiye düşmektedir. Bu çelişki yetmiyormuş gibi, Rad Suresi’nin 27. ayetinde, “…Şüphe yok ki Allah dilediğini sapıklığa… sevk eder” (Rad Suresi, ayet 27) ya da İbrahim Suresi’nin 4. ayetinde, “Allah dilediğini saptırır vedilediğini de doğru yola eriştirir” (İbrahim Suresi, ayet 4) diye eklemekle, bir çelişkiden bir başka çelişkiye geçmektedir.Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların birbirlerine karşı tutumlarıyla ilgili ayetler konusunda da birçok çelişkiye tanık olmaktayız. Örneğin, Maide Suresi’nde, Yahudilerle, Hıristiyanların birbirleriyle dost oldukları ve Müslümanların onlarla dost olmamaları yazılıdır:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). içinizde onları dost tutanlar, onlardandır…” (Maide Suresi, ayet 51).
Bunun gibi Bakara Suresi’nde, Yahudilerin ve Hıristiyanların, Müslümanlara Tanrı’dan bir hayır gelmemesi için hemfikir oldukları belirtilmektedir:
“(Ey müminler!) ehl-i kitab’dan kafirler ve putperestler de Rab-binizden size bir hayır indirilmesini istemezler…” (Bakara Suresi, ayet 105).
Buna karşılık Bakara Suresi’nde, Yahudilerle Hıristiyanların birbirlerini kafirlikle suçladıklarına dair şu ayet vardır:
“Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil) okumakta oldukları halde Yahudiler, ‘Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir’ dediler. Hıristiyanlar da, ‘Yahudiler doğru yolda değillerdir’ dediler… Allah anlaşmazlığa düştükleri konularda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir” (Bakara Suresi, ayet 113).
Yani Maide Suresi’nde (51. ayet) Yahudilerle Hıristiyanların birbirleriyle dost oldukları, fakat Bakara Suresi’nde (113. ayet) dost olmayıp düşman oldukları bildiriliyor. Görülüyor ki, iki ayrı surenin birbiriyle çelişkili iki ayeti var karşımızda! “Müslüman” olmak ya da olmamak konularını hükme bağlayan ayetler bakımından aynı çelişkiler karşımızda. Bazı ayetler kişilerin Müslüman olup olmamak ya da Muhammed’e inanıp inanmamak konusunda serbest oldukları kanısını yaratır; oysa ki, çoğu ayetler, böyle bir serbestinin söz konusu olmadığını, kişiyi “Müslüman” ya da “kafir” yapanın, doğrudan doğruya Tanrı,olduğunu ortaya koyar. Örneğin, Zümer Suresi’nde, “inanmayanlardan”,“kalpleri katılaşmış olanlardan” söz edilirken şöyle denmiştir:
“Kalpleri Allah’ı anmak konusunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte onlar apaçık sapıklıktadırlar” (Zümer Suresi, ayet 22).
Bundan anlaşılan o ki, Tanrı’ya inanmayanlar “sapıklardır ve “sapık” olmalarının nedeni, kalplerinin katılaşmış olmasıdır. Oysa kalplerini katılaştıran yine Tanrı’dır; çünkü, bu aynı Zümer Suresi’nde, kişilerin kalplerini katılaştıranın, kişileri “kafir” yapanın Tanrı olduğu açıklanmıştır:
“Allah kimin gönlünü Islama açmışsa, o Rabbi katında bir nur üzere olmaz mı?.. Allah kimi saptırırsa da ona yol gösteren bulunmaz” (Zümer Suresi, ayet 22-23).
Aynı şekilde Enam Suresi’nin 125. ayetinde, “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar (onu Müslüman yapar), kimi de saptırmak isterse… kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında bırakır” (Enam Suresi, ayet 125) diye yazılıdır. Görülüyor ki, Kur’an’a göre “Müslüman” olup olmamak, kişinin kendi irade ve isteğine değil, Tanrı’nın keyfine bağlıdır. Ancak, bu aynı Tanrı, kalbini dar ve sıkıntılı kılmak yoluyla “kafir” kıldığı kişiyi, her ne hikmetse, küfür bataklığına atmaktadır.Yine bunun gibi, Yunus Suresi’nde, Tanrı’nın izni olmadan hiç kimsenin Müslüman olamayacağı belirtilmiştir:
“Ey Muhammed, Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı … Allah’ın izniolmadıkça hiç. kimse inanamaz. O akletmeyenlere kötü bir azap verir” (Yunus Suresi, ayet 99-100).
...
...
Okuduğunda , her insanın farklı tepkiler verebilmesi mümkün müdür? elbette ki mümkündür...
Ha bu alıntı' nın tamamı da belki komplo teorisi olabilir mi? O da olabilir.
Peki o zaman ne yapmak gerek değerli dost ?
Akıl , mantık , idrak , ve bilimin de yardımı ile , doğruları arayıp bulmak gerek . Tüm komplo teorilerine rağmen .
Aksi takdirde , insan , önüne konan bazı seçeneklere " biat " etmekten başkaca hiç bir çaba göstermez ise , doğrulara , gerçeklere ulaşma yollarını da kendi elleriyle kapatmış olacaktır.
Emeğinize ve yüreğinize sağlık.
Hayırlı Ramazanlar diliyorum tüm islam alemine.
Esenlik dileklerimle.
Saygılar...
Mert YİĞİTCAN tarafından 7/9/2014 11:50:12 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Yazıma değer verip okumuş ve oldukça uzun bir yazıyı alıntılayarak yorum yapmışsın çok teşekkürler.
Yorumundaki siteye gittim ... Millet üşenmemiş sıkılmamış neredeyse Kur'anın yarısınının ayetlerini alarak bu ayetlerdeki çelişkiyi anlatmış bizlere. Şimdi bunların her birine ntek trek cevap yazmak benim senelerimi alır. Ayrıca kendimi yetkili de görmem lakin şunları sormadan da edemem doğrusu:
1- Müslüman olmayan insanların müslümanların kitabında var olduğunu iddia ettikleri çelişkilerle bu kadar ilgilenmelerinin sebebi nedir
2- Müslümanların kutsal kitabındaki çelişkileri (!) Yine müslümanların ktsal kitabı ya da müslümanlarca önemli olan hadis kitaplarıyla açıklamak ne derece akıllıca bir iştir. Öyle ya hem Kur'anın bir Allah Kelamı olduğunja, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçişi olduğuna inanmayacaksın hem de bunu ispatlamak için inanmadığın kitabı ve peygamberi delil göstereceksin...
3- Mesele kutsal kitaplardaki çelişkilerse ben de -bize göre tahrif edilmiş- incilden bir sürü çelişki gösterebilim. Örneğin: Hz İsa incillerden üçüne göre çarmıhta ördüğü eziyetin n acısıyla ölürken birine göre ( Yanlış hatırlamıyorsam Yuhanna ) bir asker tafafından çarmıhta karnı mızrakla deşilerek öldürülür. Neden kendi kitaplarındaki çelişkiler değil de inanmadıkları bir kitabın çelişkileri üzerine düşmüşlerdir.
- Bu alıntı elimizn tersiyle itilmesi gereken bir metin midir* HEM EVET HEM HAYIR. Hayrı..Çünkü gerekli cevaplar verilmeden itersek '' Çelişkisiz bir din için çare hristiyanlık'' propagandaasının etkili olması kaçınılmaz olacaktır. Evet..Çünkü bu metinin amacı üzüm yemek değil bağcı dövmektir. Kesinlikle ve kesinlikle Halife Harun Reşit, Mae'mun, Mutasım dönemlerinde serbestçe yaılan bir ilmitartışma değildir bu sorular. Ama yine de mutlaka cevapları tek tek verilmelidir.
Eğer söylene sözün sonunda '' Gel bana, ben senin karma kariık olam kafanı iyi ederim '' Deniyorsa çaktırmadan çaktşrmadan, ya da açıktan açığa, işte bu komplo teorisidir bana göre. Ama bir kez daha söyleyeyim.
''Biz dinli de dinsiz de, donlu da donsuz da yaşarız sorun değil yeter ki başka problemimiz olmasın.'' diyenler için elbette ki hiç bir tehlike söz konusu değil zaten.
Selam ve sevgilerimle.
Mert YİĞİTCAN
Hem ana yazınız , hem de eklediğim yorum ile ilgili , negatif şeyler düşünmedim düşünmem de. Amacım yalnızca , her konuda aydınlanabilmek adına , aklın yollarını açabilmektir kendim ya da başkaları için.
Bizler, düşünebildiğimiz ölçüde , okuduğumuz , okuduklarımızı değerlendirebildiğimiz ( idrak olayı ) ölçüde doğrulara yaklaşabiliriz.
Yorumumda oldukça uzun kaçan bir alıntı ( aynen alıntılanarak aktarımı ) vardı. İyidir kötüdür bilemem.Ben bu konularda ismal ilmihalleri de dahil , kaynak kitapları da okumayı severim. Hristiyan kaynakları böyle böyle yazar , inanmayınız diyebilir misiniz? Hangi kaynak yazarsa yazsın, yazılmış olan bilgilerin , değerlendirmelerin doğrulğu ya da yanlışlığını sorgulamalıyız.. Siz bu konuda daha öte bir kabalık içerisine girmemişsiniz bu da değerlidir benim için. Ama okursunuzu , karşılaştırırsınız. Doğru neyse onun hakkını da verirsiniz. Yazanı Hristiyan olunca hepten redeettiğimiz bir konuda , yazarı Müslüman olduğunda da hepten biat ettiğimizde neresinden neyi , nasıl inceleyebileceğiz , araştırabileceğiz, idrak edebileceğiz ?
Bu nedenle yazınıza eklediğim , nice nice uzun da olsa , o alıntını bir kelimesine dahi girmemeniz , bende , okumadığınız , ve " gayri müslim " yazarların, kalemlerin yazdıklarına da önyargı ile baktığınız hissini doğurmuştur... Bu yaklaşımınız akla , bilime ve bilimselliğin temel ilkelerine uymuyor.
Ben elhamdülillah Müslüman bir kişiyim ama , her din ile ilgili olarak da aklımı , bilimi , mantığımı da kullanarak doğruları yanlışlardan ayırma çabasında olacağım her zaman...
Bizler çok safız , sinsi şeytan gayrı müslimler bizim çok saf , çok ebleh , çok cahil insanlarımızı hep yoldan saptırıyor derken bir biçimde , sincaba bak sincaba bak yapan ve bunu yaparken o cahil ve saf kitleleri kimler kandırmaktadır değerli dost ? Okumaya , okuyacak kişilerin kalemlerin müslim, gayrimüslim, müslimse hangi mezheptendir, mezhepde de uyuyorsa , eeeefendim hangi tarikattır ona da bakın ona da bakınnnn yaparak , doğrulara ulaşamayacağımız kuşkusuzdur...
Temel felsefe daima şudur : İnsan , okumadan, öğrenmeden , üzerinde farklı yazılar ve kaynaklarla karşılaştırma yapmadan , aklını devreye koymadan , nasıl bir konuyu öğrenebilir? idrak edebilir? Haşaaa asla ben düşünemem düşünenler düşünmüş önüme koymuşlar ben biat ederim sadece , diyen insan , hangi aklı kullanmaktadır ben de size sorayım o halde...
Yüce Allah , onlar hiç akletmezler mi , düşünmezler mi , bilmezler mi ? diya Kur'an-ı Kerimde başından sonuna seslenmiş durmuş.Kimin kulağına girmiş sizce. Ben düşünmem , aklatmam , değerlendirme de yapmam eee ne yaparsın sen aslan Müslüman kardeşim ? ben biat ederim. E oluyor mu şimdi bu da ? Donlu donsuz, dinli dinsiz ayırımlarıyla insanlar arasında cici insan kaka insan yaftalamaları basitlik luyor. Neyse o ... Açık , net , aklın ve bilimiz ışığında mertçe ortaya koyacaksın bir konudaki görüşünü... Ha görüşü olmayanlar için susmak da bir edeptir ama.. Keşke , reddederek biat kültürü savunulacağına , akıl ve ilim ışığında düşünenler , araştıranlar , yanlışları bulan ortaya çıkaranların emekleri için de bir teşekkür edilebilseydi değil mi? ... Ya bazı yanlışlar varsa , ya kandırılıyorsak , gözümüzü bağlayıp , kuzu sürüsü gibi uçurumlardan mı atlayalım ?
Konu çok geniş. Yoruma alıntıladığım yazıların tümünü okudun ve üzerinde düşündüm.. Aynı konuda farklı yazıları da okumuş biri olarak tüm farklı yazıları da , o güzelim yazınızın paylaşımınızın altına ekleyemezdim . Eklediğim kısımlar bile aşırı fazla oldu zaten bu konuda affınıza sığınırım değerli kalemdaşım hocam... Çok değer verdiğim ender sayıda insanlardan birisisiniz. Yorumlarımı böyle düşünerk eklediğimi düşününüz lütfen...
Saygı sevgi ve esenlik dileklerimle.
sami biberoğulları
Senin endişelerini üç aşağı beş yukarı ben de Rüzgar çanları rumuzlu arkadaşımıza yazmışım. Evet bu hep kafamızı kurcalıyan bir soru olmalıdır '' Ya kandırılıyorsak?''
Bu benim için de çok çok önemli bir sorudur. Bunun tek cevabı da araştırmaktır. ben kendi hesabıma mesela İncili başından sonuna kadar okudum.İnanın bana Kur'anda var görünen çelişkilerden çok daha fazlası İncilde var. O halde ne diye daha fazla çelişkilerle dolu olan İncili tercih edeyim Kur'an yerine...
Peki ille de bir kitabı tercih etmeli miyim?
Ben kendi adıma iç huzurum için evet diyorum.Ben bir kitabı tercih etmeliyim. Ama'' hiç bir kitabı kabul etmiyorum'' diyene de '' yahu sen ne biçim insansın '' deme hakkım yok elbette.
Bir diğer husus da: Mesela Avrupada tarikat ve cemaatlerin ( Müslümanlarınkinden bahsetmiyorum ) Bizdekilerden daha fazlaolduğunu, falcılık ve büyücülük olayının en az bizdeki kadar yaygın olduğunu bilşiyor musunuz? Yani bu konu öyle eğitim seviyesinin çok yüksek olmasına da bakmıyor. Nedir nedendir bilmiyorum, buna bir isim de veremiyorum ama böyle maalesef.
Selam ve sevgilerimle.
Mert YİĞİTCAN
İnanç , iç huzurumuz için çok çok gerekli olan üstün bir değerdir. İnanana , inanmayana hatta inançsızlara şuna buna insana saygım gereği saygı duyuyorum sadece.
Eleştirel yaklaşımlarımız yalnızca bizim kendi içimizde kendi hatalarımızdan arınabilmemize ve kusurlarımızı da varsa tabi , gidermemize yardımcı olur. Son yanıtınıza da bütünüyle katılıyorum.
Selam , sevgi ve saygılarımla tekrar hayırlı Ramazanlar diliyorum hocam.
Sağlam değilse bina rüzğara dayanıklı değilse uçar gider,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
DİN en iyi kullanılan olmuş insanların zayıf tarafını keşfetmiş kullanıcılar alın tersız kolay para kazandıran olmuş gerçek din kırletılmış ve kırletılmeye devam edıyor islamı fobı yerleşik olmaya başladı dünyada gelmiş geçmiş tüm ınsan kıyımı savaşlarda kan dökülme sebebi dın savaşlarına dayanır senin meshebın onun meslebi ben daha ıyı müslümanım olmuş dın bazı koşulları ıle evrenseldır ezan gibi olması gerekenler gibi alında bıreyseldır yasayış ınanışlar kul ıle allah arasına şeytanı koy dını bozmak ıstersen tarıkat cemaat şeh şıh hacı hoca fetfa dınle şirk koş dınden hayır bekleme oysa açık kıtap kuran şirk günahtır kul ıle allah arasına elçi gereksızlıktır gerçekten olması gereken dın yerleşmemiş uygulanmamış olması bu kadar islamı kötü görüür kılmış ..
HÜSNÜ ÖNDER
Selam ve dua ile...
nil gölge
sami biberoğulları
Konu dinin kullanılması, dinin kullanılarak insanlara kötü şeyşer yaptırılması ama verilen örneklere bakalım: Ne haçlı seferleri var, ne engizisyon mahkemelerinin zulümleri. Austriz kampında öldürülen milyonlarca Yahudi bile yok.. Ne var peki? : Tarikat, cemaat, şeyh, şıh, kelle kesen müslümanlar.. Biz müslümanların bile aklına müslüman dendiğinde ilk gelen şey kelle kesen eli ağzı kanlı insanlık dışı yaratıklar oluyor. İşte bu bizlerin bilinç altının resmen ele geçirilmesi demektir.
Selam ve sevgilerimle.
Korkularınız, Tanrısız kalmaktan mı geliyor; yoksa dinsiz olmaktan mı ?
Şayet ,her ikisi için korkuyorsanız bence boş. Eğer islam dini bilinçaltı hipnozlara yada subliminal mesajlara kaydıysa temelsiz ve verileri güçsüz demektir. Oysa Tanrı ,son dinin koruyucusu olacağını zaten ilan etmiş.
Halbuki bir çok alimde, düzeñ bozulacak, Mehdi gelecek diyorlar.Eğer bu olaylar sonucunda din duzeni bozulscaksa, bence bırakalım düzen bozulsun ve bir an evvel Mehdi gelsin ,bu çile bitsin :) ...
Çilesiz nice günler dilerim bütün insanlığa
Saygılar, Sevgiler Değerli Hocam
sami biberoğulları
Senin önerin de nazar-ı dikkate alınmaya değer. Bu durumda biraz daha gayret gösterirsek dünyanın anasını... için Mehdi kesin gelecek diyorsun yani.. E o zaman ne duruyoruz ki.
Tanrısız kalmak diye bir korkumuz yok, dinsizlik , densizlik, donsuzluk gbi bir sorunu da dert etmiyoruz , gelsin Mehdi o zaman da bir onla teşrik-i mesai eyleyelim bakalım.
Baya sıkılmıştık zaten. Gelsin gelsinnn.
Selam ve sevgilerimle.
CaNMaYBuLL
Güzel ne varsa, , kötü ne varsa bir fikir beyan edilir.
Sanki okunan şey siirdi...Zevkle okudum...
İlginç, çok ilginç
Saygılar
Mert YİĞİTCAN
Bir yandan da, belki yapımız gereği , bazen tepkileri ve "ne anlaşıldığının da açılkanmasını " bekliyoruz insanlarımızdan. Ki, bunlar, bazen yerli, bazen de yersiz kalabilir.
Dediğim gibi. Anlamak belki daha öte, daha başka bir mod olabilir en azından o an için.
Ama ilgiyle , dikkatle okunmuşsa , mutlaka bir iz bırakır, yararlı olur diye düşünüyorum.
Saygılar.
sami biberoğulları
Mehmet Aluç arkadaşım ( Allah Razı olsun ) Yazı ve şiirlerimin en sadık okurlarındandır. Kendisine ne kadar v teşekkür etsem azdır.
Allah Razı olsun değerli dost...
Selam ve sevgiler her üç güzel arkadaşıma olsun.