- 447 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sessiz Şehrin Küçük İnsanı-Bölüm 5
Güneşin, ilk ışıklarını gözlerime yöneltmesi, kapalı olan göz kapaklarımın sağladığı karanlığı yok etmişti bir anda. İlk defa istekliydim göz kapaklarımı yeni başlayan güne açmaya. O adamın benden istediği ve hayatımı şekillendirdiğini düşündüğü sahnemi bulmuştum kendimce. Annemin kalp atışlarının “elveda” diye çarptığı bir zamanda, elimi sıkıca tutması ve gözlerini, gülümsemeyle karıştırıp yumması… Hayatımın dönüm noktasıydı bu sahne. Büyük bir güce sığınmanın verdiği bir güvenin yok olması, beynimdeki elektrik akımlarını harekete geçirmiş, beni karanlığa sürükleyen hareket zincirinin başını çekmişti belki de. Bilemiyorum. Hayatımın güç simgesi olan annem, güçsüzce ve çaresizce ellerimi sıkıca tutuyordu. Ve ben yavaştan, ruhunun terk ettiği annemin bedeninin soğukluğunu hissediyordum. Aklımdan çıkmayan tek sahnem buydu.
Annemle ilgili anı yolculuğu yapmama rağmen huzurlu ve mutlu hissediyordum. Kendimle alakalı yaşadığım farkındalık bunu sağlamış olmalıydı. Yine o adamla buluşacağımız mekânın yolunu tutmuşken, parmak ucunda yürüdüğüm merdivenlerde kulağı yarasa kadar keskin duyan Lütfiye teyzenin gazabına uğramıştım. Sert bakışlarla beni süzerken, “sanki böbreğini istiyoruz!” der gibiydi. Haklıydı. Fakat ben de haklıydım. Uzun bir uykuya yelkenimi açmış ben, gelişi olmayan bir gidiş planlamıştım. Gitmeden de, babamdan bile daha fazla baskısı bulunan patronumun yüzüne, beş parmağımın mükemmel bir ahenk içinde güç birliği yaptığı o güzel darbeyi indirmiştim. Patronum üzerinde yarattığım şok etkisi buna değerdi. Beklemiyordu, çünkü herkes ona muhtaçtı!
Lütfiye teyzenin benden para istemesi, aklıma böbreklerimi getiriyordu. Ancak bu şekilde parasını ödeyebilirdim. Böbreklerimi satarak. Lütfiye teyze de bu durumun farkındaydı. Lütfiye teyzenin gözü, babamın; “oğlum bu köstekli saati sana veriyorum. Bunu da bana büyükbaban vermişti. Ona da babasından kalmıştı. Sen de bunu oğluna vereceksin. Bu saatin güzel bir özelliği vardır. Saat günün belli olmayan zamanlarında durur. Bu yüzden saatin zaman sayması için senin belirli saat aralıklarında saatin kurma kolunu sonuna kadar çevirmen gerekir. Eğer bunu ihmal edip yapmasan saat durur ve zaman da durur. Bu saat sana yapman gereken sorumlulukları hatırlatsın.” Diye verdiği antika saatteydi. Aldırmadım ve yoluma devam ettim. Arkama baktığımda Lütfiye teyze avucunu yalıyordu. Öyle hissettim ve öyle umdum.
Mekâna vardığımda o adama sahnemi bulduğumdan bahsetmedim. Çünkü ona güvenmiyordum. O da bununla ilgili bir soru da sormadı. Beni anlamış gibiydi. Sözü uzatmadan hayatını anlatmaya devam etti:
“Rüyalarda beliren sahnem… Yaşım iki haneli sayılara ulaşmamıştı bile. O kadar ki bu sahne, anı olarak aklımda var olmaktan çok bir fotoğraf gibi aklımın en karanlık yerinin duvarına asılıdır. Vücudumu kontrol edemememin oluşturduğu hayal kırıklığıyla birlikte annemin şaşkın bakışı birleşince kendimi dünyadan soyutlamıştım bir anda. Daha küçüktüm ve vücudumu kontrol edecek kadar olgunlaşmamıştım. Bunun farkındaydım. Bu sahne hayatımı nasıl etkileyebilirdi ki?
…
Herkesin ergenlik diye tabir ettiği bir döneme girişimi yapmıştım. Bedenime karşı yabancılaştığım bir zamandı. Ve bu zamana ergenlik deniyordu. Bedenimin değişimi, evrim teorisini kanıtlar nitelikteydi. O kadar ki kalınlaşan sesim, büyüyen burnum, dudağımın üstünde beliren kıllanmalar… Zaman çıldırtıyordu sanki. Aynadan korkum resmileşmişti o günlerde. Bir zaman yüzümde beliren bir kaşıntı hissetim. Vücudumun yağ bezleri yüzümde küçük kırmızı kabarcıklar meydana getiriyordu. Artık yaşım ikili haneleri bulmuştu. Bu da neyin nesiydi? Vücudumu kontrol edebilecek yaştaydım. Acaba tüm yaşıtlarım da bunları yaşıyor muydu? Bir tek aciz ben miydim? Sorular bana belli bir noktaya kadar eşlik etmişti. Bu nokta yolun yarısıydı ve sorular beni yarı yolda bırakmıştı. Hayat denen ringde ilk defa pes etmiştim. Üstelik hakem daha saymaya başlamamıştı. Alışmak zordu ve ben de alışamamıştım. Her geçen gün değişen bedenim beni şaşırtmaktan çok ürkütüyordu. Hayatımı etkileyen olaylar zinciri burada vukuu bulmuştu. Bunlardan ilki yüzümdeki kırmızı kabarcıklara yorumunu esirgemeyen, pek değerli! Karşı cinsimden bir üye olan bir arkadaşımdı. Yorumu: “iğrenç”. Utangaçlığın zirvesinin yanında bir de mahcubiyet eklenmişti buna. Vücudumda beliren elimde olmayan bir değişikliğin mahcubiyeti vardı üstümde. Sanki bunun sorumlusu benmişim gibi. İkincisi, bir sevdiğim vardı ya da sevdiğimi zannettiğim. Değişen bedenimden ürktüğünü hissettiğim ve bundan hayıflandığım tek insandı o zamanlarımda. Bana bakarken, gözlerindeki acıma duygusu gözlerimi yaşlarla doldurmuştu. O zaman bulduğum ilk boş odaya girdiğimi ve hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum.
Başımı, kavuşturduğum kollarımın üzerine yaslamış hayattan yüzümü saklıyordum. Birden omzumda bir elin varlığını hissettim. Ani bir refleks ile başımı çevirdim. Elini omzuma koyan Ahmet Bey’di. Benim girdiğim oda da onun odasıydı. Okulun psikolojik danışmanı Ahmet Bey…”
“Unutma. ‘İnsan kontrol edemediği kendinden ve bilmediği çevreden korkar.’”
“Bugünlük bu kadar yeter. Yarın yine görüşürüz.”
“Fakat Ahmet Bey de kim. Ondan bahsetmedin.”
“Sana ondan yarın bahsedeceğim. Yarın görüşürüz.”
Muhammed İşler
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.