- 3983 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Denize giden atlılar...
Denize giden Atlılar
Bir gazetenin kültür sayfası ekinde görmüştüm. Onca kitap isminin içinde aklımda sadece bu kitabın adı kalmıştı.Denize giden Atlılar...
Bunun bir roman, ya da; bir hikaye ya da; bir tiyatro eseri mi olduğu konusunda hiçbir bilgi sahibi değildim.
O kitabı hiçbir zaman bir diyanara gittiğimde de aramadım.Aniden karşıma çıksa büyük bir heyecanla elime alacağımdan da emindim. O kitap hiçbir zaman benim önüme çıkmadı.
Denize giden atlılar, benim hayal gücümde hep canlı kaldı….
O atlılar kimlerdi, hangi denize doğru gidiyorlardı, karlı fırtınalı bir gündemi gidiyorlardı, yoksa çöl fırtınaları altında ay ışığında mı gidiyorlardı, hangi denize ulaşacaklardı, çöllerde zordu atla gitmek, nasıl gidiyorlardı, savaşa mı gidiyorlardı, ya da; iki devlet arasında elçilik görevlileri miydi ?
Yıllar içinde bu kitap aklıma geldiğinde hep kendime, atlılarla ilgili sorular sorup onun üzerinde hayaller kurdum. Benim için bir oyun olmuştu” Denize giden atlılar” cümlesi…
Geçen ay arkadaşlarla sabah kahvesi içmek için sabahın erken saatinde toplandık. Öyle çok özlemişiz ki; birbirimizi, sohbet kahvaltı ,kahve derken vakit öğle oldu…
Tam pastanenin kapısından çıkarken Nevin bana” Ben kütüphaneye uğrayıp kitap alacağım oradan, istersen sende gel “ deyince, gerçekten de çok sevindim. Yıllar var ki; ben kütüphanenin önünden aralıklarla geçmeme rağmen içine girmemiştim. Oysa ne güzel anılarım vardı orada….
Birlikte şehir kütüphanesine doğru yürümeye başladık, mesainin bitmesine yarım saat vardı ve acele yürümemiz gerekiyordu.
Güneşin en dik geldiği öğle saatinde, sıcak hava yürümemizi zorlaştırıyordu.Bir karış gölge yoktu.
Ağaçları kesen gelmiş geçmiş tüm belediye başkanlarını eleştirdik, Oysa ki; Evliya Çelebi seyahatnamesinde, yaşadığım şehri “Altında beş yüz kişinin rahat bir şekilde oturup, çay içebileceği büyük çınar ağaçlarının gölgesinden bahsetmesine rağmen.
Yoktu artık o çınar ağaçları...
Kütüphanenin kapısına geldiğimizde soluk soluğa kalmıştık..
Çok büyük pencerelere sahip bu binayı,aşırı aydınlık olması nedeni ile hiçbir zaman sevmemiştim.Sanki kütüphane değil de,düğün salonu gibi şıkır şıkır aydınlık.
Bana göre kütüphane biraz loş olmalı.
Kütüphanenin sağ tarafına baktığımda hangi döneminden olduğunu bilmediğim taş aslan heykeli yoktu..
Oysa tüm ihtişamıyla kütüphaneye büyük bir gizem veren aslan.
Çocukluğumda kıkır kıkır gülmeme neden olan o,aslan…
Komşumuz Zehra ablanın alkolik kocası, bir gün o, aslana bir yumruk vurur, parmakları kırılır, Yumruk nedeni ise aslanın Ona, dik bakmasıymış.
Bir gece tarihi eser kaçakçıları tarafından çalındığını duydum. Şimdi kim bilir nerededir.
İkinci kata,çıkmadan merdiven altındaki Kıbrıs adası şeklindeki,yarım metre derinliği olan havuza doğru yürüdüm.
Orada yaşadığım anılarım canlandı.İş yerinden izin alıp,kütüphaneye gelirdik,ayaklarımızı suyun içine sokup,beş altı arkadaş sohbet ederdik,
Gençlik yıllarımızdı… öyle çabuk tükettik o yılları, içim burkuldu. O,anlar yeniden gözümde canlandı. O günlerdeki arkadaşlarımla hala görüşmemize rağmen, artık hepimiz ayrı kulvarlarda, farklı dertlerle boğuşuyoruz…Ben düşüncelerimde eskilere dalmıştım…O sırada Nevin ‘de benim yanıma geldi.
havuza bakmaya başladı…”Hayret” dedi “ uzun zamandır bu kütüphaneye geliyorum,bu havuzun varlığından bile haberim yoktu”Sonra gülüştük ikinci kata çıkmaya başladık.
İkinci kat daha aydınlıktı. Karşıdaki görevli memurun masasına bakakaldım , Belki de gözlerim, o masa ‘ da oturan arkadaşım İlknur ‘u aramıştı. İlknur yoktu onun yerinde genç bir bayan memur oturuyordu.İlknur emekli olmuş ve başka bir şehre yerleşmişti.
“Buyurun ne istemiştiniz” cümlesi ile kendime geldim…
Oysa ben kitap almayacaktım. Sadece yıllardır girmediğim kütüphane binasına girip, özlem giderecektim. İşte o anda, dilimden düşmeyen o cümle çıktı
Denize giden atlılar...
“Yazarı kim ?”
“Bilmiyorum” dedim.Sadece kitabın adını biliyorum
Kitap isimlerine göre aradı romanların içinde yoktu.”Tiyatro olmalı bu” diyerek başka çekmeceye gitti.İşte o onda büyük hayal kırıklığı yaşadım.Oysa ben “Denize giden atlılar” kitabını şahane tasvirleri olan geçmiş yüzyıllar içinden çıkıp gelecek,bana bir devri anlatacak,derin konusu olan bir roman olarak hayal
etmiştim her zaman…
Tiyatro kitaplarının içinden çıktı benim aradığım kitap. Serçe parmağım inceliğindeydi…O kitaba karşı bütün hevesim gitmişti.Sayfalarını kurcalamadan kitabı görevliye verdim.
Eve geldiğimde googleden araştırdım.Kolay olmadı o tiyatro eserini bulmak.En sonunda buldum.Bulduğuma bin pişman oldum….
1871/1909 Yılları arasında yaşayan irlandalı yazar,J.M.Synge ‘ yazdığı altı dramatik oyundan biriydi ….
Kısaca son derece acıklı öyküsü olan bir tiyatro eseriydi.Özeti ile yetinip,okumamaya karar verdim.
“Denize Giden Atlılar, dünya dramatik edebiyatının en önde gelen bir oyunudur; kocasını ve beş oğlunu da geçim kaynakları olan denizde kaybeden bir ana, altıncı oğlunun da denize gitme isteğine karşı koyarsa da oğul onu dinlemez, denize açılır. Ana arkasından onun tabutunu hazırlamıştır bile. Artık Ana`nın denizden hiçbir korkusu kalmamıştır. Doğayla kavgası sona ermiş, bilgeliğe ulaşmıştır.”
Sevmedim ben bu çok acıklı tiyatroyu..
Ben her zaman ki gibi …
Denize giden atlılar hakkında kendi hikayemi yazmaya devan edeceğim….
YORUMLAR
heyecan ve eskilere giderek bir çırpıda , aynı zamanda çeşitli hayallere dalarak okudum....
selamlar.
sareyaprak
Selamlar...