EĞİTİMDE YAPILANMANIN YENİ YÜZÜ
EĞİTİMDE YAPILANMANIN YENİ YÜZÜ ÜSTÜNE!
ALİ TÜRER
R.T. Erdoğan liderliğinde AKP yıkımında belirleyici olduğu eski devleti otoriter bir yapıda yeniden düzenlemenin gayreti içinde. Bunun için ihtiyaç duyduğu kamuoyu desteğini bir yandan paralel devlet tehdidine dayanarak, bir yandan da kitleleri kutuplaştırmakla üzerine yaslanacağı sağlam bir zemin yaratmaya çalışarak devşirmeye çalışıyor. Basın, ekonomi, yargı, eğitim gibi alanlarda sırtını dayayacağı, kendine biat edecek, sistemi ayakta tutacak kurumsal yandaşlar yaratıyor, bürokraside kadrolaşıyor.
Eğitim alanında kadrolaşma ve yandaş yapılanmanın yasal alt yapısı, 2014 Mart ayı başında yasalaşan “Milli Eğitim Temel Kanununu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile atıldı. Eğitim örgütünde dört yıldan beri görev yapan 40 bine yakın yöneticinin, okul müdürü ile okul müdür yardımcılarının görevlerine yasa gücüyle son verildi. Görevden alınanların yerine şimdi iktidara yakın isimler getirilmeye hazırlanıyor.
Yıllardır alanlarında derse girmemiş binlerce müdür ve müdür yardımcısı eylül ayından itibaren gönülsüzce derslere girmek zorunda kalacaklar. Sınıflarda işlenecek derslerde kalitenin hali nice olur, varın siz düşünün artık.
Hükümet, görevden almalarda hak ihlaline uğrayanların yargı kararıyla yeniden başına bela olmaması için hemen bu yasanın ardından mart ayında meclisten bir yasa daha çıkardı. Memurun mahkeme kararı ile eski görevine geri dönmesini boş kadro bulunma koşuluna bağladı. Kadro boşluğu nedeniyle görevine geri dönemeyeceklerin yürütmeyi durdurma davaları açmalarını, mahkeme kararını yerine getirmeyen üst yöneticilere dava açılmasını yasa ile imkânsız hale getirdi. Bugün meclisteki torba yasa ile bir adım daha atılıyor. Mahkeme kararı ile geriye dönme süresi iki yıla yayılıyor. Böylece mağdurların hak kayıplarını yargı yolu ile geri alabilmeleri tümüyle imkânsız hale geliyor.
AKP 2014 Mart başında eğitimi yeniden yapılandırma yasası ile bir taraftan iradesini kabul etmeyen, sistemde kendisi ile rekabet edebilecek eğitim alanındaki yatırımcıların önünü kesti; bir taraftan kendisine biat eden, politikalarına uygun davranan dershane sahiplerinin yüzünü güldürecek, bu yatırımcıları ödüllendirecek kararlar aldı. Okul açma ve işletme yetkisine sahip yandaşlara, devlet okullarını on yıl süre ile işletebilmenin yolu açtı.
Okullaşma gibi yatırımın uzun bir sürede geri döneceği belli bir alanda, on yıl gibi görece kısa bir süre için yatırım yapmaya, okul işletmeye kim talip olur? On yıl sonra kendisine “okulu boşalt” denmeyeceğinden emin olanlar, değil mi?
Tesadüfe bakın ki Başbakanın oğlu, kızı, damadı ve dünürünün kurucuları arasında bulunduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’nın (TÜRGEV) yıldızı, tam da bu dönemde parlamaya başladı. Bugünlerde kamuya ait taşınmaz varlıkların bu yandaş vakfa aktarılabilmesi için ilave hazırlıklar yapıldığını öğreniyoruz. 2011’den bu yana gelirleri vergiden muaf tutulan bu vakfın kamuoyunda tartışılan şaibeli bağışlarla, belediyelerin desteği ile mal varlığı olağanüstü bir hızla artmaya başladı. Kısa sürede bir düzine yurt işletecek, üniversite kurmak için girişimde bulunacak güce ulaştı. TÜRGEV’in yeni dönemde özelleşen eğitime engin katkılarına yakından tanık olacağımız kesin. Bu hayırlı aynı zamanda oldukça karlı alanda Başbakanın damadı Bilal Erdoğan’ın da, BTİ Eğitim Kurumları adı altında hizmet vermek için kolları sıvadığını öğreniyoruz basından. Allah kimilerine yürü ya kulum demiş bir kere.
Hükümet okul ve dershaneleri kapatarak bir yandan Cemaatin çanına ot tıkarken, TURGEV, BTİ gibi vakıflara gün doğuyor. Yandaş iş adamı, yandaş basının yanı sıra eğitimde yandaş özel okulların, kurumların önü açılıyor.
Vatandaştan toplanan vergilerle kurulan okulların yandaş kurumların kullanımına bırakılması yetmedi; devlet Mart başında çıkarılan yasayla boş kalacak sınıflar için özel okul sahiplerine bir de “eğitim öğretim desteği” vaat etti. Yandaş kurumlar devlet okullarından elde edecekleri karı, böylece garanti altına almış oldular. Bir tür yeme de yanında yat durumu anlayacağınız.
Öte yandan üniversitelerin 2/3’ü siyaseten belirlenen kurumlarca yönetilmesini öngören YÖK’ün hazırladığı yasa tasarısının güncellendiğini, meclisten geçirmek için hazırlık yapıldığını öğreniyoruz yine basından. Bu yasa taslağı ile ilgili çıkan haberler doğru ise, iktidar yöneticilerini büyük oranda kendisinin belirleyeceği YÖK’e süper yetkiler tanımaya hazırlanıyor. Siyaseten yönetilecek YÖK’e vakıf üniversitelerini yönetecek heyeti doğrudan belirleme, baş ağrıtan üniversiteyi kapatma, bütün üniversitelerin (vakıf üniversiteleri dâhil) mali denetimini elinde bulundurma, kimin doktor, kimin doçent olacağına doğrudan karar verme, hatta istediği öğrenciyi üniversiteden atma gibi geniş yetkiler devredilmeye hazırlanılıyor.
Görülüyor ki iktidarın üniversiteden beklentisi bilim üretme, üretilen bilime sahip çıkıp halka mal etme, ülke yaşamına olumlu katkı yapacak bilim adamlarını yetiştirme falan değil. Belli ki; aykırı ses çıkmasın, dini gençlik yetiştirme perspektifiyle uyumlu hareket edilsin, hocalar odun yarıcının “hık” deyicisi olsunlar yetecek. İktidar kafasını, üniversitede farklı, aykırı ses çıkmasını önleyebilme sorunu üzerinde yoruyor. Hükümeti eleştiren öğrencilerin yurtlarda kalmasına bile tahammülü yok. YURTKUR yönetmeliğinde yapılan yeni değişiklikle devlet yurtları bir çeşit sıkıyönetimle yönetilir hale getiriliyor. Deyim yerindeyse yurtlar Ali Baba’nın çiftliği haline getiriliyor.
AKP eğitimde kadrolaşmayı kafasına koymuş bir kere, bu yolda kararlı bir biçimde ilerliyor. Üniversiteleri tümüyle kontrol altına almanın ve kontrol altında tutmanın yolları aranıyor. Hangi profesörün hangi tıp fakültesinde çalışacağına bile kendisi karar vermek istiyor. Tıp fakültelerindeki doktor atamalarını düzenleyecek doğrudan hükümete bağlı bir kurum oluşturma yoluna gidiyor.
Öte yandan eğitimde bu otoriterleşme “dini gençlik yetiştirme” perspektifine hizmet ediyor. Eğitimde otoriterleşme, eğitime ideolojik rol biçmenin doğal bir sonucu haline geliyor.
Dini bütün yeni gençlerden MEB’in ne beklediğini, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün hazırlayıp öğretmenlerin derslerde kullanması için okullara servis ettiği broşürlerden, görsel materyallerden öğreniyoruz. Erkeğin ve kadının mahremlerinin kimler olduğu artık belli. Özellikle kadından, mahremlerin dışında kalan kişiler yanında fitneye yol açmayacak şekilde davranması isteniyor. Giyimine kuşamına, oturuşuna kalkışına nasıl dikkat edeceğini eğitim sürecinde bir güzel öğrenecek.
Bütün bunları anladık anlamasına da, bir de bu uygulamaların ortaya çıkardığı bazı sonuçlar var:
Örneğin, 2010’da yürürlüğe giren zorunlu hizmet affı ve eş durumu tayinlerini düzenleyen il-ilçe emirlerinin kaldırılması ile zorunlu hizmetlerini yaptıkları halde Doğu’da çalışmaya mahkûm olan öğretmenlerin, parçalanmış ailelerin vebalini kim yüklenecek?
4+4+4 ile okula başlama yaşı 60 aya inen birinci sınıfta, onu takiben diğer sınıflarda başarısız olan, gittikleri okul statü değiştirdiği için okulunu, öğretmenini değiştirmek zorunda kalan, okuldan soğuyan çocukların hesabını kim verecek?
4+4+4 ile norm fazlası durumuna düşen, hiçbir eğitim almadıkları halde birdenbire kendini zihinsel engelli, teknoloji tasarım öğretmeni bulan, elinde öğretmenlik diploması olduğu halde atanamayan binlerce sınıf öğretmenin uğradığı mağduriyetin hesabını kim verecek?
Nihayet bu otoriterleşme eğilimi pupa yelken sürerken kalitesi düşen, fırsat eşitsizliği derinleşen eğitimin; öğrencilerin mağdur edilmesinin, öğretmenlerin kazanılmış haklarının ellerinden alınmasının, itilip kakılmalarının, itibarsızlaştırılmalarının; fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlerin ayaklar altında sürünmesinin; giderek artan eğitim masrafları altında dar ve orta gelir sahibi ailelerin ezilmesinin vebalini kim üstlenecek?
MEB’in bu sorulara verebileceği bir cevap var mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.