- 650 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 58
Yıl 1977 olmuştu. Siyasetin de ülkenin ve özellikle de gençliğin gündemini sardığı günlerdi. Tabii ki Fikret’i de etkilemesi kaçınılmazdı. Özellikle Kurtköy’de yaşanan bazı olaylar yüzünden, babasının da eski Halk Partili oluşunun ve karakteristik özelliğinden dolayı, ilericiliği, çağdaşlığı, haksızlığa ve sömürüye karşı gelişi, onu günün devrimci sol görüşünü benimsemeye itmişti. ’Olamazsın ’ başlığıyla, aslında sevdiği kıza, kara sevdalısına hitaben yazmaya başladığı şiire, farkında olmadan da olsa siyaseti de karıştırmıştı. Sevdiği ile kendini aynı sosyal sınıftan saymıyor, kendini ona lâyık görmüyor, aşkını da imkânsız görüyordu. Bazen de hepsini unutup, onun da kendisini sevdiğine inanıyor, kavuşmak için umutlandığı bile oluyordu. Yazacağı şiirde bu gel gitler açık bir şekilde belli olacaktı.
Bir korkusu daha vardı aslında : Sırf, ona aşkını ilân edebilmek, duyurabilmek için yazmaya kalkıştığı bu şiiri, sınıfta okuduğunda, başkalarının ve hatta onun bile kolayca anlamasından korkuyordu. Öyle şeyler yazmalıydı ki ; hemen anlayamasın, başkaları hiç anlayamasın, yavaş yavaş sadece sevdiği anlayabilsin. Bu yüzden, özellikle adını gizleyecekti.
O , bunalımlı ve çok zor da olsa, aslında çok güzel geçen günlerin, tek mutlu insanı Fikret ve Bahar değildi. Fikret’in babası, ellibeş-ellialtı yaşlarındaki o, hayatın sillesini doğuştan yemiş, adeta gün yüzü bile görmemiş adam, Fikret’in başarılı öğrenim hayatı, gülen yüzü ve herkesçe takdir edilen güzel ahlâkı yüzünden çocuklar kadar şen ve mutlu günler yaşıyordu. Sabahın karanlığında açtığı kahvehanesinde, akşam olup da oğlu gelene kadar, tek başına, yorulduğunu bile hissetmeden çalışıyor, halinden de şikâyet etmiyordu.
Fikret, bir taraftan başarılı geçen dersleri, diğer taraftan , sevdiği kızın ona olan ilgisi yüzünden mutluluktan havalara uçarken, diğer taraftan da aşkının umutsuzluğu aklına geldiğinde, bir anda hayattan bile kopabiliyordu. Kendisini ve babasını bile iyileştirmeye çaba sarf ediyordu. Babasının daha güzel ve temiz giyinmesinden, kendisine daha özen göstermesine, hatta oynattığı filmleri seçmesine kadar varmıştı iş. O günlerin açık saçık filmler furyasından daha çok utanmaya başlamış, o filmleri almamaya ve oynatmamaya özen gösterip, daha az para kazanmak pahasına, sanat filmlerini, aşk filmlerini, komedi filmlerini tercih etmeye başlamıştı.
Pek açık etmediği dindarlığını ise, abdestsiz hiç dolaşmamaya kadar vardırmıştı. Böylece, her işinin daha düzgün gideceğine, başarılı olacağına, sonunda da arzu ettiği hayata ve sevdiğine kavuşacağına inanıyordu. Dini bilgisi, istemese de Din dersinde ortaya çıktı. Hayatında kopya alıp vermeyen Fikret, hocanın da müsamahasıyla, Bahar’ın yazılı kâğıdını alıp, Din dersi sorularını cevapladı.
Gerek ilkokuldan sonra Kurtköy’de gittiği hocasından, gerekse, camilerde dinlediği vaazlardan, fal ve büyünün müslümanlığa çok ters olduğunu öğrenmiş ve ömrünce bunlardan uzak kalmaya gayret etmişti. Bu gayreti ona, belki de hayatının çok önemli bir fırsatını kaçırttı. Ya da , kim bilir ; belki de en büyük iyiliğini yaptı. O her gece, ders çalışmaya başladığında, bazen Bahar’dan kaçması gerektiğini düşünüp, bazen de nasıl açılacağını düşünürken, Bahar da boş durmuyordu. Ondan bu açılmayı beklediğini, bir fal hikâyesi ile açık edip kendini ele verdi. O sahne yaşanmamış olsaydı, belki de Fikret, halâ, ’ Acaba, Bahar da beni gerçekten sevmiş miydi, yoksa aşkım tek taraflı mıydı ? ’ diye düşünür olurdu.
Aslında en samimi olduğu iki arkadaşı vardı Bahar’ın : Mahmure ve Zehra. O gün , yanında, belki de onu bu oyuna zorlayan Sergül vardı. Uzun, örmeli, siyah saçlı, güleç yüzlü Sergül. Omzuna dokunup seslendi Bahar , Fikret’e, teneffüste.
’ Fikret, elini uzatır mısın ? ’
’ Ne yapacaksın elimi ? ’
’ Falına bakacağız . ’
’ Ben falı sevmem, olmaz ! ’ Bu defa, yine o, bir kez daha duymaya, yüz yıl sürünmeyi göze alacağı, güzel, tatlı sesi ve gülümsemesiyle,
’ Benim hatırım için de mi olmaz ? ’ Aşk, nelere kâdir ? Aslında, öylesine Arnavut inadı vardı ki Fikret’te ; istemediği, inanmadığı bir şeyi, öldürseniz kabul ettiremezdiniz. Bir elini uzatıverdi. Bu defa,
’ Olmaz. Diğer elini uzatacaksın. ’ Neredeyse vaz geçecekdi bu defa. Fakat, Bahar’ın karşısında ne mümkün ? Bahar, önceden tasarlandığı - büyük ihtimalle Sergül’ün öğrettiği - şekilde, başladı Fikret’in falını okumaya.
’ Sen, çocukluğunda çok çile çekmişsin. Ama, artık hepsi geçmiş. Bundan sonra çok mutlu olacaksın. ’
’ İnşallah.’ Bir taraftan da iki kız, birbirlerini dürtükleyip gülüşüyorlardı. Birlikte tasarladıkları oyunun başarılı bir şekilde gittiğini ve sonunda amaçlarına ulaşacaklarını düşünmeye başlamışlardı bile. Bir kaç söz daha söyledikten sonra, Bahar, bombayı patlatmaya başladı.
’ Senin bir sevdiğin kız var.’ Bir an Bahar sustu, Fikret sustu. Fikret, hayretle, falın devam etmesini istemeye başladı.
’ Eeeeee. ’
’ Var mı yok mu ? Birini seviyor musun, sevmiyor musun ? ’ ’ Seviyorum ’ diyemedi. O söz, bir türlü çıkmıyordu ağzından. Kızlar, ikisi birden ısrar etti. Fikret, kaçamak bir soruyla karşılık verdi bu defa.
’ İyi bakın bakalım ; karşılığı var mı o aşkın ? ’
’ Sen söyle önce ; seviyor musun, sevmiyor musun ? ’
’ Ya, öyle biri var işte ama, karşılıksız herhalde. ’
’ Peki, sevdiğinin adının baş harfini söyle ! ’ O kadarına bile cesaret edemiyordu. O anda, sevdiğinin kim olduğu anlaşılıp rezil olacağına, alay edileceğine o kadar inanmış ki, bir harf söylemekte bile aciz kalıp, sonunda kabalaştı. Elini, sert bir şekilde Bahar’ın elinden çekip aldı.
’ Ben fala filan inanmam ! Günahtır fala inanmak zaten. ’ deyip önüne döndü. Yıllar sürecek bir pişmanlığa sebep olan o hareketi, onun için hayatının fırsatı mıydı, yoksa ,Bahar’ı ondan kurtararak, ona iyilik yapmış olmak mutluluğu muydu, işte bu sorunun cevabı hiç bir zaman olmayacak.
Devam edecek.
Fikret TEZAL