ULUSAL BAYRAM
Ulusal Bayram…
Bir ulusun, bir milletin bayramı… Hepimizin bayramı… Hepinizin bayramı…
Nedir ulusal bayram? Akla her zaman gelenler: 23 Nisan Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve 30 Ağustos Zafer Bayramı’dır.
Her sene işte bu tarihlerde ve hep aynı şeklide kutluyoruz bu bayramları, devletin ileri gelenleri artık yapılması her sene gelenek haline gelmiş görevlerini yerine getiriyorlar. Türk gençliği, öğretmenlerinin yönlendirmesiyle verilen talimatlara uyuyor. Türk halkı da, yani bizler, belki de konu komşuya ayıp olmasın diye balkona ya da pencereye bir bayrak asıyoruz. Günün geri kalanını da bu günlerin tatil olmasını fırsat bilerek evde uyuyarak geçiriyoruz.
Tabi ki bunları söylerken çok da acımasız olmamalıyız. Bu bayramları hiç mi içten duygularla kutlayan yok diye sormak gerekir kendi kendimize. Evet, gerçekten kutlayanlar tabi ki var ama günden güne azalan ve neredeyse yok olmaya giden küçük bir topluluk.
İşte ufak bir senaryo örneği, biraz hayal gücümüzü kullanalım:
Bugün bayram, sabah erken kalktım ve balkona çıktım dışarıya bakmak için. Bayrağımızı akşamdan asmıştık zaten. Yan tarafta Ayşe abla uykulu gözlerle bayrağını asıyor balkona.
“Günaydın” diyorum, “günaydın” diyor o da ve yan yan bakarak, “bu bayrağı asmayınca laf ediyorlar mahallede, asayım da çeneleri kapansın biraz, çok da uykum var, gidip akşama kadar yatacağım, nasıl olsa bugün tatil. Bu bayramlar da olmasa dinlenemeyeceğim valla…” diye ekliyor. Sonra da yarım kalan uykusuna devam etmek için yatağının yolunu tutuyor.
Arkasından sadece bakıp kalıyorum. Kafamdan bir sürü soru geçiyor. Bu kadar basit mi bu bayramlar? Binlerce emek, binlerce bu uğurda ölen insanlar böyle mi anılmalı?
Kafamdan bu sorular geçerken, gözüm yan taraftaki okula takılıyor. Bahçede yatağından, sabahın bu saatinde, zorla kaldırılmış olan, suratları asık bir grup öğrenci duruyor. Öğretmenlerinin bağırarak söylediklerini anlamaya çalışıyorlar.
Şöyle diyor öğretmenleri:
— Bugün törende hiçbir hata istemiyorum, sizlere verilen görevleri tam anlamıyla yerine getireceksiniz, çünkü yapacağınız her hata okulumuzun değerini düşürecektir, dediklerimi hatasız uygularsanız, karşılığını karnedeki notlarınızda göreceksiniz. Size güveniyorum… Ve bunun gibi ardı ardına gelen bir sürü boş söz… Çocuklara dayatılan bu zorunluluk karşısında üzülüyorum sadece.
Bir an, birkaç yıl öncesine gidip benimde katıldığım bayramları getirdim gözümün önüne. Aslında pek de bir farkı da yoktu şimdiki durumdan. Dersi kaynatmak için yapılan sınıf süslemeleri, hocadan not alabilmek için çalışılan okul gösterileri, soranlara;
Bugün bayram
Neşe doluyor insan… mısraları ile başlayan ve ezberlenmesi birkaç günü alan şiirin okunması… İşte böyleydi bizim bayram coşkumuz. Yapmacık ve isteksiz…
Bu düşüncelerden sıyrılıp, törene gitmek için hazırlandım. Caddede arkadaşımı beklerken bayramlarda asılan süsler dikkatimi çekiyor. Bakmayın bayramda asılan dediğime. Aslında bunlar belediyenin geçen bayramdan sonra çıkarmaya üşenip çıkarmadığı ve o zamandan beri orada asılı duran süsler. Haliyle de görünüş açısından yıpranmış süsler.
Bu kadar olumsuzluğa rağmen yine de tören yerinde beklediğimden çok bir kalabalıkla karşılaşıyorum. Tam gerçekten bayrama gereken önemi veren insanlar varmış diyecekken bütün bu kalabalığın törene zorla katılmak zorunda kalan öğrencilerin aileleri olduğunu anlıyorum.
Yetkili kişiler konuşmalarını, öğrenciler gösterilerini yapıyorlar. Seyirciler de gereken yerlerde alkışlıyorlar. Yani kısacası bu tiyatro sahnesinde herkes üzerine düşen görevi başarıyla tamamlıyor. Daha sonra da herkes evlerine dağılıyor. Öğretmenlerde bir bayramı daha başarıyla bitirmiş olmanın sevinci varken öğrencilerde yorgunlukla karışık, alacakları notların sevinci var.
Törenden sonra eve gelip televizyonun karşısına oturdum. Başbakanın bir ortaokul öğrencisiyle olan konuşması ilgimi çekti.
Başbakan soruyor çocuğa:
—Bugün neden bayram olmuş?
—Bugün bayram olmuş çünkü bugün Atatürk Samsun’a ayak basmış…
—Peki, neden ayak basınca bayram olmuş?
—…………………….
Uzun süren bir sessizlik oluyor ortamda. Çocuk bu soruya cevap veremiyor çünkü ona öğretileni sadece bu kadar. Atatürk Samsun’a ayak basmış ve bayram olmuş. Bunu bilmesi yetiyor onun için. Çocuğun kafası da karışık aslında. Neden Samsun? Neden Atatürk? Neden Gençlik Bayramı? Bu sorulara bir cevap bulması lazım fakat sormaya çekiniyor, “bu yaşa geldin, bunları daha öğrenemedin mi” gibi bir cevap almaktan korkuyor.
Kısacası, aslında bu çocuğun hiç suçu yok. Tek suçu bu eğitim sisteminde okuyor olması ve ona öğretilenin bu olması.
Eskilerin dediği gibi “Ah nerde o eski bayramlar, ulusal sevinçler, coşkulu duygular…” hepsi yavaş yavaş yok olmaya başladılar… Televizyonu kapatıyorum ve ben de diğerleri gibi uyumak için yatağımın yolunu tutuyorum. Belki de rüyamda o coşkuyu, o heyecanı yaşayabilirim…
Lütfen artık bu gidişe bir dur diyelim… Atatürk’ü, bayramları, tarihimizi ve diğer değer yargılarımızı çocuklara kalıplaşmış bir şekilde öğretmek yerine, doğruları kendi kendilerine keşfetmelerine ve yürekten anlamalarına yardımcı olalım…
Sonuç hep aynı yere çıkıyor nedense. Önemli olan ezber değil, doğruları kavrayabilmek...
Yani yine EĞİTİM ŞART…
-2006-
ULUSAL BAYRAM Yazısına Yorum Yap
"ULUSAL BAYRAM" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.