- 1470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Barışcan'ın Diyarbakır'lı Yazar Birsen İnal ile Röportajı
Bu hafta sizleri Diyarbakır’ımızın yetiştirdiği örnek insanlardan biriyle tanıştırmak istiyorum. On parmağında on marifeti olan bir hanımefendi. O önce bir anne, sonra yazar, şair ve bir öğretmen..
Diyarbakır’ın yine çok özel yerlerinden birindeyiz. Hasretinden prangaları belki de bu evde eskittiği gazeteci-şair Ahmed Arif’in müzesinde yeni nesil bu Diyarbakır’lı sanatçıyla söyleşimize başlıyoruz.
-Konuştuğum tüm sanatçılara sorduğum ilk soruyu size de sormak isterim. Diyarbakır’ı birkaç kelime ile nasıl anlatırsınız? Burada doğmak nasıl bir duygu, siz de nasıl bir iz bıraktı? Bize biraz ilk günlerinizi anlatır mısınız?
-Nenemin benimle ilgili bir cümlesi ben hep duygulandırmış, bir o kadar da gülümsetmiştir. ‘Xasların çavuş olduğu zamanda Allah seni bize verdi.’ 1954’te bahar mevsiminin sonlarına doğru Kalkan balığı şeklinde dört bir yanı, sırrı kara taşlarında saklı, surlarla çevrili şehrin, doğunun Paris’i Diyarbakır’ın ’Enzele Başı’ nda doğdum. Mustafaile Meliha Kılıç’ın kızıyım. Annemi çok küçük yaşta kaybettik. Beni henüz bebekken Bitlis muhaciri olan anneannem Cemile Nergiz büyüttü.. İlkokulu sur içinde İsmet Paşa İlkokulu’nda okudum. Ortaokulu ise Diyarbakır’ın kalburüstü kesiminin kızlarını gönderdiği Kız Enstitüsü’nde okudum. Bu okulda yaşama dair çok şeyler öğrendim. Dikiş, nakış, yemek pişirme, beslenme, çocuk bakımı ve gelişimi, moda, el sanatları vs… Anneannemin beni bu okula göndermesindeki amacı; kısa yoldan hayata atıp evlendirmekti. Ama öyle olmadı. Gözüm yukarılardaydı. Girmiş olduğum Ankara Fen Lisesi sınavlarını kazanmış olmama rağmen gönderilmedim. Günlerce ağladım durdum. Bana söylenen o cümleyi hala hatırlıyorum!
‘Qız qısmî nasıl bir başına ‘Enqere’ye mektebe gider? Otur oturduğın yerde! Diyarbekir’de mektep mi qalmadi?
-Aslında havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez buralarda yetişen , buralarda okuyan insanlar sanata, edebiyata, şiire daha mı çok yatkın olurlar ne? Anneanneniz iyiki de sizi Ankara’ya göndermemiş.Diyarbakır’da mektep mi yok?
-Evet, Diyarbekir’de mektep vardı ve o mekteplerden biri olan Diyarbakır Erkek İlk öğretmen Okulu sınavlarına girdim ve kazandım. Fen lisesi kadar olmasa da bu okul istediğim gibiydi. Birçok yeteneğim bu okulda gün yüzüne çıktı. Tiyatro, halk oyunları, spor vs… Sınıf gecelerinde oyunları kendim yazar, ekibimi kendim kurar ve oynardım…
Yazım hayatıma da farkına varmadan bu yıllarda başladım aslında. Arkadaşlarımın hatıra ve şiir defterlerine sayfalar dolusu yazardım..
-İnanmayacaksınız ama benimde o yıllarda sakladığım bir dolu hatıra defterim var. Hala saklıyorum. Tek üzüldüğüm nokta şimdiki gençlerin bu hatıra defterlerini tutma şansına artık sahip olamayacakları. Mesela benim o yıllardan kalma şiirlerim bile defterimde duruyor.
Evet benim de Yazdıklarımdan biri ‘Esrarkeşin Dünyası’ yıllar sonra bir arkadaşımın hatıra defterinde sürpriz bir şekilde karşıma çıktı.
Muhtemelen belkide bu ilk şiirinizdir.
Evet ilk şiirim. Aslında bu şiiri okuduğum zaman ben de hayretler içinde kaldım. Hangi duygularla veya hangi olayın etkisinde kalmıştım? Kim bilir ki… Hatırlamıyorum ama bu şiiri okuyan kişinin, şiiri yazanın bir esrarkeş olduğu düşüncesinin oluşacağını, o gün bugün düşünür dururum.…
Kim bilir? belki de o yıllarda izlediğiniz bir film ya da bir öyküden de esinlenmiş olabilirsiniz. Ben de ilk şarkımı hangi duygularla yazdığımı hala hatırlamıyorum. Adı Beyaz Gelinlik.. J Bakar mısınız acıklı hikayeye; Güya bir kızı sevmişim , ama ailesi onu başkasıyla evlendirmiş ve ben onu beyaz gelinliğiyle görüyorum. Ve şarkının nakarat kısmı birkaç defa şöyle devam ediyor
#Be be be be beyaz gelinlikle #
Bu şarkıyı hala dinler ve kimin için yazdığımı merak eder dururum. Bu arada yaşım 10
Ama ben şimdi sizin bu ilk şiirinizi merak ettim. Okur musunuz?
ESRARKEŞİN DÜNYASI
Ben aşkın ve ümitsizliğin
Zalim pençesine kapılmış biçare
Sen benim ümitsiz aşkımın ilahı
Şimdi ne kadar uzaktayız birbirimizden
Sen belki aşkımızı hatırlarsın
Hayal meyal ama yarım
Saatler saatleri
Günler ayları
Aylar yılları kovalasa da
Aşkımızın hatırası ilk günkü tazeliğiyle bende
Şimdi hayal ediyorum başımdan geçenleri
İrade kuvvetim göçük
Sanki başka bir alemdeyim
Gözlerim hala ıslak ,yüreğim rutubetli
Sen kıskanç, ben ise utangacım
Böyle başlamıştı aşkımız
Tek kelime konuşmuyorduk
Gözler anlatıyordu her şeyi
Karasızdım dedikodudan yana
Çekincelerim set çekiyordu aşkımıza
Nihayet gelmişti o mesut gün
Dolaşıyorken patikada
Kızarmıştık kulaklarımıza kadar
Belki o an dünyanın en mesut veya bahtsızıydık
Gelcekten bi haber
Bugün sadece puslu bir hayal bunlar
Gerçekten uzak aldatma yaşanılanlar
Şimdi sen sonsuz bir hayatta
Bense yaşamak denen cehennemin kucağında
Gecelerim uykusuz, gündüzlerim sonsuz
Karanlıklarda unutmak istiyorum seni
Unutamıyorum
Mecburum eski aleme dönmeye
Hatıraları yaşamak için
İçkimden bir yudum alıyorum
Dünyadan, dünyamdan çıkıyorum
Az sonra kendi dünyama dönerim
Bir nefes daha alırsam
Kendimi prenses, seni prens olarak görürüm
Unutmak istediğim anlarda
İradem durgun halidir idama giden mahkumun
Bana şimdi
Deli, sesseri, esrarkeş diyorlar
Varsın desinler
Belki de haklıdırlar
Deli, sesseri, esrarkeş olduğuma
Sebep
Seni elimden alan, sonsuzluğa götüren kuvvettir
Onlar bana deli, serseri diyorlar
Desinler
Esrarkeş diyorlar
Desinler
Bunlara isyan etmiyorum
Yalnızlığıma ve Senin ruhuna
Vedaların zamansızlığına lanet ediyorum
Ne kadar insafsız ve aceleciymişsin
Sen esrarkeş
Birsen KILIÇ ----- 1972 /// DİYARBAKIR
***Arkadaşım AHMEDO’YA ( GEBEŞ AHMET’E )
Çok beğendim. İyi bir yazar olacağınız daha o günlerden belliymiş.. Pekiyi Ne zaman öğretmenliğe başladınız. Belki okurlarınız birazcık özel hayatınızı da merak ederler
1974 yılında idealist bir öğretmen olarak mesleğe atıldım. Aynı yıl evlendim. Bu evlilikten ikisi erkek biri kız üç çocuğum oldu. Volkan, Erkan ve Esra.
-Allah bağışlasın.. Sanırım sizin de her idealist öğretmen gibi yolunuz köylere düşmüştür. İlham perileriyle buralarda tanışan bir çok köy öğretmeni tanıyorum
Çalıştığım Doğu Anadolu’nun dağ köylerinde bir gün yazacağımdan habersiz beslendim. Özellikle yetiştirme yurdu hazineydi yazacağım öyküler için. Şiirler yazdım o yıllarda ama malesef saklayamadım . Yazdıklarının birçoğu insanların ihtilalin acı sütüyle emzirildiği günlerde yırtıldı, yakıldı.
-Hımm..Çok üzüldüm. “O yıllara ait bir çok canlı değerin kaybolmasından daha kötü olamaz” Polyannacılığı ile bu konuyu kapatmak sizi daha fazla üzmek istemiyorum. Hadi bize biraz acıklı, biraz mutlu bir anınızı anlatın lütfen!
Yıl 1991, aylardan Kasım… Yüzü surların kara taşlarına dönük çoğu Mezopotamya güneşinin yaktığı esmer tenli çocukların okuduğu Diyarbakır Alpaslan İlkokulu’nda okuttuğum birinci sınıfta öğretmenler arası şiir yarışmasına gönderilmek üzere yazmaya çalıştığım ‘Çiçek Bahçem’ (İssiz Çıra Syf: 9) şiiriyle ilgili unutamadığım bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum.:
‘Kâğıt ve kaleme o denli dalmıştım ki sınıftan çıkıp şiirde yazdığım haşin atmosferin ortasında rengarenk çiçek bahçemde nergislerin, sümbüllerin dağ güllerinin arasında dolaşıyordum adeta. Kokularını genzime çeke çeke… Bu dolaşma esnasında aniden birinin eteğimi çekiştirmesiyle olduğum yerde irkilerek tekrar sınıfa döndüm şaşkınlıkla. Eteğimi çekiştiren köyden kentte göç rüzgârıyla savrulan dünya tatlısı Sakine’ydi. Amcası oğlu Nusret’i elinden tutmuş bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu. “Ne oldu Sakine, bir şey mi var?” diye sordum. Anadilinin yasaklılığıyla belki de anlamını bilmeden ya da bildiği kadarıyla “Örtmeni örtmeni ha bunun poxîsî gelî.” Diğer çocuklarda gülüşmeler, ayıplamalar… Ben şiire o denli dalmış çiçek bahçelerinde dolaşırken yanı başımdaki iki nadide çiçeğim de tuvalete gidebilme mücadelesi veriyordu. Tabi o gün çiçek bahçesindeki gezime son verdim, zira ilham kaçmış yerini hüzün almıştı… Sakinelere, Nusretlere aktı yaşlar gizlice…
O zaman bu şiiri de anmanın vakti geldi.Buyrun;
ÇİÇEK BAHÇEM
Güller derdim çiçek bahçemden
Elimde bavulum, kucağımda kitaplarım
Koyuldum yollara doruklarına dağların
Çiçek bahçeme doğru
Islanmıştı papuçlarım
Zar zor geçmiştim Murat’ı
İçimde bir sıkıntı, bir de haz
Vardım ki çiçek bahçeme
"Muallim!" dedi biri
Sesi ürkek ,saçları başak
Teni bronz çağından
Bağrı açık,
Ayağı yalın şimşek gözleri
Ali’m, Ayşe’m, Zeynep’ im..
Sardılar çevremi toprak kokulu çiçeklerim
Kokladım, okşadım, bastım bağrıma
Leylak, karanfil, zambağım diye
Girdim sınıfa elimde bilgi buketi
Sundum çiçeklerime ışığı
Dimdik ayakta durmayı
Tebeşirle karatahta başında
Bilgi pazarı kurdum
Bilgiye susamış çiçeklerime
Hangi şekle girmedim ki!
Oyuncu oldum, çoban oldum
En önemlisi bahçevan oldum
Güller derdim buket buket
İrfan ordusuna çiçek bahçemden
Işık oldum, aydınlık yollar
Çobanları indirdim dağdan, bayırdan,
Kızı-kızanı,anayı, babayı
Aydınlattım bilgi ışığımla.
Öğrettim emin adımlarla yürümeyi
Dik durmayı
Konuk oldum köy odalarına
Milletin efendilerine
Doktor oldum, hasta başlarına
Ama heyhat!
Kurtaramadım çakır gözlü Kazım’ı
Karardı dünyam birden
Büküldü boynu çiçeklerimin
Döküldü yapraklarından
Damla damla çiğ taneleri
Uçtu aramızdan güvercinim
Kanat uçları ak
Ey! Ulu Tanrım! Kimdir bu?
Mor şafakta küçücük bir tabutta
Omuzlarda taşınan
Ardında boynu bükük
Leylakları, zambakları, kardelenleri bırakan...
Geçti upuzun yıllar
Gömdüm acılarımı yüreğime
Sessiz çığlıklarımla
Dağıttım çiçeklerimi buket buket
Yurdun dört bir yanına
Tuttum sevgiyle ellerimde
İssiz çıramı
Işıttım, ışıtıyorum, ışıtacağım
Daha nice Aliler, Ayşeler, Zeynepler
Güller dereceğim çiçek bahçemden...
O şiir o gün orada anısıyla kaldı. Daha sonra tamamladım
Ve bir yarışmada ödül aldınız bu şiirle;
Evet.bu şiirle bir ödül aldım.Aslında bu ödül bir yerde dürtü oldu benim için. Şiirler yazmaya devam ettim,
Bir de artık yazdıklarınızın yırtılmasına, yakılmasına izin vermediniz
Hayır onları özenle saklıyorum artık...Yazdığım şiirleri, denemeleri, öyküleri, anıları, eğitim makalelerini, gezi notlarını, Diyarbakır ağzıyla yaşanmışlıklara dair yazılarımı kültür edebiyat sitelerinde yayımlıyorum.
Şu anda nerelerde yazıyorsunuz?
Düzenli olarak Amedinsesi, Gazetee Diyarbakır internet sitesinde ve Diyarbakır Haber gazetesinde yazıyorum. Çoğunluğu Diyarbakırlı olan sanatçı, yazar ve yöneticilerle yaptığım söyleşileri ise Güney dergisinde yayımlıyorum
Şimdiye dek yayımlanan kitaplarınız nelerdir?
İssiz Çıra adını taşıyan ilk şiir kitabım 2012’de Lîs Basın Yayın tarafından yayımlandı. İssiz Çıra; çocuk sevgisi üzerine, ailesine, kendi deyimiyle ezilenlere ve karanlığa sessiz çığlık atan kadınlara yazdığım şiirlerden oluşan bir şiir kitabıdır. İlk göz ağrısıdır, bu nedenle yeri bir başkadır.
“Özümsen Diyarbakır”ın ise Diyarbakır lehçesiyle yazılmış olması kitaba ayrı bir hava vermiş;
Evet..2013’te yine Lîs Basın Yayın tarafından yayımlanan Özümsen Diyarbekir kitabı; bir şehir kitabı olup kadın gözüyle 40-50 yıl öncesi Diyarbekir’inde günlük yaşamı Diyarbekir ağzıyla anlatmaktadır. Özümsen Diyarbekir, (29+x,q,w,î,ê,’e) 35 harf karekteriyle yazılmıştır. Zaten bu harfler olmadan Diyarbekir ağzıyla yazma şansı da yoktu. Yazım aşamasındayken ustam dediğim, bu konuda duayen olan ünlü yazar Şeyhmus DİKEN’den de düsturu aldıktan sonra Diyarbekirlinin konuştuğu ağızdan yazmaya devam ettim.
Pekiyi, Bu fikir nasıl oluştu?
Aslında “Özümsen Di yarbakır”in girişinde de bu konudan bahsetmiştim ’2012 TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarın’da Aras Yayınları standının önünde imzalı kitap almak için beklerken memleketimin usta kalemlerinden Tespih Tanelerinin İmamesi diye tanımladığım Sayın Mıgirdiç MARGOSYAN ve S ırrını Surlara Fısıldayan Şehri en güzel anlatan Sayın Şeyhmus DİKEN ustalarımla sohbet etmeye başladık. Konu elbette eski Diyarbekir…Ortak yaşanmışlıklara dair bir Mıgırdiç Margosyan’dan, bir Şeyhmus Diken’den bir benden. Gözlerde aynı duyguları yansıtan bakışlarla aynı sözler ve aynı ağızla sohbetin koyulaştığı bir anda Mıgırdiç Margosyan “ Sen neden yaz mıyorsun? Yaz, seneye fuarda imzalı kitabını istiyorum.” Bakışlarımı yazım hayatımda bana her zaman yol gösteren, ışık tutan ve destek veren ustam Şeyhmus Diken’e çevirdim. “Yazıyor, yazar.” dedi. Sonraki dialoğlarımızda “Olabilir mi, yazabilir miyim, yazayım mı?” gibi sorularıma “Evet olur, yaz, neden olmasın…” gibi yüreklendirici ve yol gösterici yaklaşımlarla bu kitabı yazmama vesile oldular.
Demek sizdeki cevheri farketmişler !
Ustalarıma saygım ve teşekkürlerim sonsuzdur...
İçindeki resimler de çok güzel!
Özümsen Diyarbekir, fotoğraflarla süslenmeliydi. Bu süslemeyi fotoğraf sanatçısı Koçer YILMAZER severek üslendi.
Değerli arkadaşım fotoğraf sanatçısı Koçer, özel olarak çektiği fotoğraflarla geçmişe olan yolculuğumda imgeyi yüklediğim sözcüklerime renk katarak adeta görsel bir şölen sundu. Koçer dosta sonsuz teşekkürler borcumdur…’
O zaman bu kitabın girişinde yer alan bu şiiri de hep beraber okuyalım mı?
GEL HELE LÊ
Bacî heyran
Gel hele, gel lê
Esmer Diyarbekir’imizin
Yüzümüzü kavuran
Dudaklarımızı çatlatan
Kızgın güneşinin batışıyla
Şöyle Dicle’ye karşı
Taxta oturağ
Oturağ da
Yüreğimizde yaşattığımız
Eski Diyarbekir’imize gidağ lê
Gün batımıyla birlikte
Yıkanmış bazalt taşlı hewşlerimizin serinliğini
Toprax damlarımızı
Damlarda kurulan taxtlarımızı
Yad êdağ seninle
Gel hele lê
Başan qurban
Ne têz unuttun o günleri?
Sıcak yaz akşamlarında
Dolunayın aydınlattığı hewşlerde
Doyumsuz sohbetleri
Yuxari başta oturan nenemizi
Evimizin direği babamızı
Erivan radyosunda
Meryem Xan’ı
Komşu evlerden
Yükselen Arif Cizrawi’nin sesini
Kalaylı paxır siniyi
Etrafında dizili
Tüm aile efradını
Kardaş-bacı, dayı–bibi
Nasıl unuttun lê
Uzanırken eller aynı sehene
Ekşi de olsa baldan tatlı meftüneye
Şükürlü gegirtilerle Elhamdülillah
Derken dertten, gamdan uzağ...
Gel hele bacî, başan qurban
Seninle bir bir qonuşağ
Qonuştukça göz yaşmızı ipek marxamaya axıtağ
Dinlenirdi ajans
Yorumlar sadece babadan
Karışmazdı söze uşaxlar
Oyuncaxları peçiç on dört taş
Pisik yalanırdı yavaş yavaş
Unutulmazdı payı, artan aş
Gel hele bacî heyran
Qurudi gözlerim axmaz ki yaşi
Taxtlarda beyaz stare
Yıldızlara yakışırdı
Qızlar birbiriyle
Tenteneleriyle yarışırdı
Serilirdi yataxlar
Çatlardı hebeneler
Hamravat suyu şeb-u şeker
Çox uzaxlardan gelirdi
Cümbüş ile darbuka sesi
Gökteki yıldız tanıktı
Taxt etrafında sevdalara
Okunurdu ucu yanık mektuplar
Nişanlıydı kızlar
Yaxındı toylar
Ay ışığında
Nakşedilirdi adı nişanlının
Sevgiler derindi ama safça
Her taxta yazılırdı ayrı bir sevda
Harcanmazdı duygular asla
Kıyılmazdı insana hoyratça
Baxtan düşmişem bacî
Uzatma arayî
Öskemedin mi hêç Diyarbekir’i
Taxt bulamasağ
Oturax Dicle’ye qarşi
Kelek arama, sildi süpürdü felek
Bax çayda çıra düşti xatrıma
Ongözlüde yükselen bir gazel
Battı bağrıma
Bırax batsın bacım
Doktor hekim istemez
Zaten yanıktır bahtımız da bağrımız da
Êlê degil qurban lê lê lê? ’
Çok teşekkür ederim. Şiirleri yazarlarının sesinden dinlemek de ayrı bir keyif..
Yazının dışında neler yapıyorsunuz? Halk oyunları devam ediyor mu? Uluslararası Halk Oyunları Eğitmenliği unvanınızın da olduğunu duymuştum.
Halk oyunlarıyla ilgileniyorum.Zaten halk oyunları yaşamımın her döneminde yer aldı. Öğrencilik yıllarımda ilgi duyduğum, çeşitli yarışmalarda okulumu ve ili temsilen oynadığım halk oyunlarını hala oynamaya devam ediyorum..
Vivahiba takipçileri için özel bir mesajınız var mı ?
’Özümsenmemişse yaşanmışlıkları, yitikse değerleri; bitiktir özü, sözü, kapalıdır kalp gözü o diyarın
Birsen İnal değerli vaktinizi bana ayırdığınız için size çok teşekkür ederim.
BARIŞCAN , DİYARBAKIR
Röportaj : Barışcan Sabancı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.