- 478 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Esimlik Rüzgar
‘Boğuluyorum!’ dediğinde anlamalıydım. Binlerce yıldız arasından benim ruhumu arayıp bulduğunda dahi bu şaşkınlığım ortadaydı. Onu çok mu deniyordum, hiç olmadık yere fazlasıyla yormamın sebebini delice kararsızlığıma mı bağlıyordum? Ama bana ‘boğuluyorum, beni kurtar’ dediğinde her şeyin açık ve net ortada olduğunu görememişim. Belki de görmezden gelmişimdir.
Boyutunun kaçıncı noktasında idik bilmem. O taze, narin menekşeler topluyordu bana. Bense tüm sakinliğimle onu seyrediyordum. Vücudum yıllardır bana uğramamış olan huzurla dolduğu o an, tir tir titriyordu. Hava meltem esintili, gözleri merhamet ve içten bir sevgiyle nemlenmiş, elleri heyecanla bana takdim edeceği çiçekleri toplamakla meşguldü. Nasıl da utangaç ama bir o kadar da davetkardım ona karşı. Ben, sabit, yerimde, öylece, o bankta, o hastanenin bahçesinde, boşlukla dolu gözlerle onu seyrediyordum. Garip duyumsuyordum varlığımı, aynı zamanda da oldukça hoş.
Nihayet işini bitirip yanıma geldiğinde yanaklarımın al al olmasına aldırmadan, samimi bir dille teşekkürümü sunarak aldım bana sunulan çiçekleri. Bir de ‘çok romantiksin’ dedim. Nasıl da çekingendim. Hem bir adım geride, hem de bir adım ilerideydik.
Derken derin bir akşamüstü çökmeye başlamıştı güne. Biz öyle, binbir çeşit konudan, derme çatma hikayeden, kısmen hayatımızdan, geleceğimizden, hayallerimizden bahsediyorduk. Farkına varmamız imkansızdı zamanın nasıl aktığının. Ellerimde sımsıkı tutuyordum menekşeleri. Onun da gözü arada elime kayıyordu. Onları nasıl da daha çok bağlılıkla sıktırıyordum avucumda onun baktığı anda. İşte asıl sevgi bu diyordum içimden; kendinden önce onun hislerini duyumsayabilmek.
Saat akşamın yedisine vardığında gitmeye davrandı. Beni zor durumda bırakmak istemiyormuş. Fakat benim o anda hiçbir şey düşündüğüm yoktu. Otursun istiyordum sabaha kadar, gerekirse bir gün boyunca hiç durmadan konuşalım diye arzuluyordum. Lakin o daha aklı başındaydı. Her konuda en iyisini akıl edebiliyordu. Yüreği tam tersini yaşamayı diretse de.
Birkaç kez kalktı, benim hüzünlü bakışlarımı görünce geri oturdu. Sarıldı bana. Bir süre sessizce öylece birbirimizn kalplerini dinledik. Huzuru iliklerime kadar duyumsadığıma hala inanamıyordum. Sonra şöyle bir baktı bana dikkatle ve ‘Boğuluyorum’ dedi, ‘Boğuluyorum, beni kurtar!’ Ne için böyle söylüyordu, anlamıyordum. Defalarca haykırdı yüzüme ‘Boğuluyorum, boğuluyorum..’ Sanki krize girmişti. Onu sakinleştirmenin yolunu bir türlü bulamıyordum. Vücudum titremeye başlamıştı. Bağırıp duruyordu. Ellerimdeki menekşeler bir bir yerlere saçılmıştı. Derken, sustu. Gözlerimin içine derince baktı. Sonra hiçbir şey söylemeden kalktı, gitti. Hem şaşkın, hem de çok üzgün idim. Onun bu tavırlarından dolayı kendimi suçlu görüyordum. Oysa ki ruhu, ruhumun bir parçasıysa eğer, başlı başına acı çeken ben olmalıydım.
Ardımdan hemşire seslendiğinde yere saçılan menekşeleri topluyordum. İkinci kez seslendiğinde geliyorum, deyip toparlandım. Hemşire yanıma kadar gelmişti. Elimdeki çiçekleri aldı ve şöyle dedi;
‘Testlerin çok iyi çıktı, artık onunla dilediğince vakit geçirebileceğin bir ömre sahipsin.’
Bense gözlerim çiçeklerde, gülümsedim sadece.
O, gitmişti.
Temmuz/2014