- 2063 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RAMAZAN GELDİ HOŞ GELDİ
Aldım iftarlığî elime
Gêttim küçe başına
Demeseydi xoca Allahuekber
Daha çox mani sölîyecaxtım size
Şimdilerde eski Ramazanları arıyoruz bir çoğumuz. Sesinizi duyar gibi oluyorum ’Ax ax nerde o eski Ramazanlar?’
Eski Ramazanlar gerçekten daha mı güzeldi? Yoksa her kaybettiğimiz şey gibi o da mı bize güzel geliyor? Ben de çocukluğumda yaşlıların benzer şeyleri söylediklerini dinler ve onların çocukluklarındaki Ramazanların güzelliğinin nasıl olduğunu hayal etmeye çalışırdım. Çocukluğumuzun her şeyi güzeldi...
İnsan hayatının büyük çoğunluğu, çocukluğunda saklıdır, derler. Çocukluk; sanal olmayan, dört duvarla sınırlanmayan, hayatın, sokağın içinden geçen çocukluğumuz. Mahallenin bazalt taşlı sokaklarında geçen, komşu çocukları ile bir arada büyüdüğümüz, hayatı keşfederek öğrendiğimiz; komşunun dut ağacına tırmanırken yakalanıp kovalandığımız, oyun oynarken düşüp dizlerimizi yaraladığımızda ağlaya ağlaya anamıza koştuğumuz günlerin çocukluğu… Kanayan diz yarasının en büyük acı olduğunu düşündüğümüz günler... Çocukluk işte! Diz yarası acısıyla ağlaya ağlaya koşar iken adını bağırdığımız ’ana’mız; sevgiyi dağıtan, şefkat dağıtan, evlat ayırmayan, sarıp sarmalak, bağrına basmak üzere kollarını her daim açık tutan anamız...
-Oyyy oy oğul, boynun qopmîya gene ağlîsan? Ne oldî sahan? Kime qarıştın?
-Ana ana Qur’enime kimseye qarışmamîşam! Tut ağacından düştim, dizimden qan axî!
-Vî ben de dedim hele ne olmîş? Bî şe olmaz, böyük olursan unudursan. Ben deyîyem o düştüğın yerde daşî da qırmişsan. Gel gel ben öpsem geçer...
Konuyu dağıttık galiba... Ama eski derken analarımızı yad etmeden olmaz ki... Bir öpücüğünde bin hikmet yatan analarımız....
Kendimi hatırladığım zaman Ramazan artık sonbahara, gençlik yıllarımda da yaza geliyordu. Malum, her çocuk gibi beni de önce yarım oruçla kandırdılar. Yani sahura kalkmak, sonra ya öğünleri tam yiyip aralarda yememek veya öğleye kadar tutmak gibi. Bu, doğrusu işin eğlenceli tarafıydı. Oyuna da engel olmuyordu. Fakat yine çocuk yaşlarda, kendi isteğimle tuttuğum ilk tam orucumu iyi hatırlıyorum. Öğle vaktini biraz geçtikten sonra nenme sık sık, iftara ne kadar kaldığını, iftar yaklaşınca da bayrama kaç gün kaldığını sorduğumu da unutmadım. İftar vakti nenem beni sırtına alarak gezdirdi. Çünkü orucumu ona vereceğimi söylemiştim... Çockluğumun Ramazanları çok eğlenceli geçerdi...
Ramazan ayı gelmden hazırlıklar yapılırdı. hazırlığın başında temizlik gelirdi. tüm yataklar, perdeler yıkanır, tavan direklerinin tozu alınır, camlar silinir, erkekler saç traşı olur, kadınlar yüzünü aldırır, hamama gidilir Ramazan tertemiz karşılanırdı. Ramazan akşamı kabristan ziyaretleri de yapılırdı. Alış-veriş demiyeceğim zira kilerlerimiz altı aylık hatta bir yıllık erzakla zaten dolu olurdu. Ramazan akşamı mutlaka etli, nohutlu keşkek pişirilirdi. İnanışa göre Ramazan ayı boyunca taneler karnımızda zikir ederlermiş...
Kur’ân bilenler o akşam ilk cüzlerini okur hatim başlarlardı. Kabristana gidemeyenler evde Yasin okur ölmüşlerin ruhuna bağışlarlardı. İlk teravih namazı o akşam cemaatle camiilerde kılınırdı. Her baba erkek çocuklarını yanına alarak camiiye giderdi. Çocuklar bilmese de büyükleri taklid ederlerdi.
Yatsı namazında oruç için niyetler edilirdi. Özellikle Ulu Camii kahvesinde cenk anlatılırdı, cengi dinleyen bablarımız evde bize anlatırlardı. Heyecanla babalarımızın eve gelmesini beklerdik. Eğer mevsim kış ise mangal başında nenlerimiz ya da mahallenin hikaye anlatıcıları masallar anlatırdı. Gece çok ilerlemeden hane halkı uyurdu ki sahura zamanında kalkabilsinler.
Sahurda genllikle kahvaltı türü şeyler yenirdi. Xalbur xurmasî (kalburbastı) olmazsa olmazlarındandı sahur sofralarının. Sini sini açılan su börekleri de sahurda tercih edilen yiyeceklerdendi. Sabah namazı kılındıktan sonra uyurduk. Bazen biz çocukları sahura kaldırmak istemezlerdi. Biz yorgan altında kıvranırdık ki farkımıza varsınlar. Ya da çiş bahanesiyle kalkardık. Artık sofraya oturmamız kaçınılmazdı.
-Qız ne oldî sahan, niye xortladın qaxtın? Yat, sen küçüksen!
-Ê ma işêmağım gelî.
-Yalanın qurî ola senin.
İftarlıklar büyük bir keyifle hazırlanırdı büyüklerimiz tarafından. Sigara tiryakisi erkeklerin çok sinirli oluşlarından karılarına kolaylık olsun diye kadınlar arasından bir fetva da vardı.
-Kele bacım senin qocan xuysuzdır. Sen dilin ucîdan yemegin tuzuna bax, sor da tükür.
-Hêç êle olî ma, orucım pozulur.
-Yox aba qurban, sen dedığımî yap, günahî benim boynuma.
İftar için halka tatlı, meyan şerbeti, hurma zeytin hazırlanırdı. Mevsin yaz ise mahalle de bir çok yerde kilo ile buz satılırdı. On kuruşluk, yirmi beş kuruşluk buz alırdık, koca koca tencerelerin içinde buzlu sular hazırlanır, hararet ancak böyle giderilirdi. Bir ay boyunca tabak tabak yemekler komşular arasında gider gelirdi. Ayrıca ölî payî denen bir adet de vardı. Her akşam mutlaka ölmüşerimiz için mahallenin yoksullarına üstü örtülü tepsilerde yemek götürlürdü. Biz çocuklar sokak başlarında yerimizi alır, gözümüzü minarenin şerefesine, kulağımızı da Ramazan topuna dikerdik. Hoca ağzını açar açmaz, top gümler gümlemez evlere çığlık çığlığa koşar iftar zamanını müjdelerdik.
Ramazan o kadar büyülü bir aydı ki herkesi sofra etrafında koca bir ay boyunca toplardı ve sonunda öyle güzel günler beklerdi ki biz çocukları, bayramlık elbise hayalleri zihnimizi süsler ve harçlık hesapları yapardık. Uyumadan önce yeni elbiseler katlanmış ise yanında da genelde kırmızı ayakkabılar olursa bayramın sabah ile birlikte geldiğini anlardım. Ramazanı ardımda bırakmak hüzünlendirirdi beni. Bayramın gelişi bu hüznü biraz bastırırdı ama bu ayın bereketi ve huzuru zihnimde silinmeyecek güzel hatıralar bırakırdı. Okuldan geldiğimde evimizde toplanan bayanların Kur’ân-ı Kerim okumasını dinlemek için üstümü değiştirmeden yanlarına oturur, en kısa zamanda öğrenmem gerektiğini düşünürdüm okumak için ki bu istekle 11 yaşında Kur’an’ı hatm ettim. Ramazan ayı benim için paylaşmak, bereket ve huzurdu bir de dua etmekti nenemi, dayımı, yengemi izleyip amin diyerek ellerimi yüzüme kavuşturmak bana büyük bir huzur veriyor o gün bu gün...
Eski Diyarbekir’de Ramazanın başlamasıyla sosyal yaşam da bir başkalaşırdı. Zira bizler bir çok halkla içiçe yaşadık çocukluğumuzu.
Örneğin; mahallemizdeki Süryani komşularımız öldür Allah uluorta sigara içmez, yemek yemez, su içmezlerdi. Çocuklar bile bunu bozmaz okulda bizimle beraber oruçmuş gibi bir şey yemezlerdi.
Çrşıdaki lokantaların, kahvehanelerin nerdeyse tümü kapanır, kapsına ’Ramazan ayı boyunca kapalıyız.’ diye yazı yazarlardı. Şehire gelen misafirler için bir iki yer açık olurdu. Açık olan yerler de camlarına siyah kalın perde çekerlerdi ki içerisi görünmesin diye.
Ramazanın on beşine kadar yokuş, on beşinden sonra iniş denirdi. İftar vermeler, iftara gidişler, bu gece ne yapalım, sahura ne hazırlayalım gibi kaygılar, yirmi bir, yirmi yedi derken hatimler bağışlanırdı büyük bir huzur içinde...
Ramazan ayına huzur katan bu manevi ortamın tarifini tam yapamazdım o günlerde. Ama büyüdüğümde bu huzurun adını koyacağımı hayal ederdim ’Ax nerde o eski Ramazanlar?’ diyeceğimden bi haber...
Şen ve esen kalınız...
Birsen İNAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.