- 980 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
“ ANNE ! SAKIN HA !!! BİR DAHA EBEDİYYEN GÖRÜŞEMEYİZ “
Ceberrut , baskıcı, zâlim tek parti dönemleriydi. Yüksek rütbeli hiç bir devlet memurunun karısı başını örtemezdi. Farz edelim örtse, kocası yükselemezdi. Dine, Allah’ın mükemmel nizamına karşı sistemli bir baş kaldırı ve toplumdan onun izlerini silmeye yönelik bir mücadele idi. “Laiklik” umdesi o partinin bir ilkesi haline getirilmiş ve inançlı insanların tepesinde sallanan bir “Demokles Kılıcı” idi. . Türk Ceza kanununun 163. maddesi “dini övmeyi” dahi suç hâline getirmiş, bu konudaki en küçük bir kıpırdanışı, en şiddetli hapis cezalarına mahkum etmişti.
“Benim dinim güzeldir..” övgüsünü bırakın ; “ Sucuklarımız İslami usullere göre kesilmiş etlerden üretilmiştir” cümlesi dahi suç kapsamında idi.
Oğlunun verem olduğunu öğrendiği zaman anne yıkılmıştı. Hasta genç hiçbir tedaviye cevap vermiyordu. Gözleri önünde eriyen 20 yaşındaki oğlunun ızdırabı anneyi tarifi imkânsız üzüntülere boğmuştu.. Sonra bir gece o soluk benizli kan kusan çocuk bir mum gibi eriyip söndü.Anasının kollarının arasında başı kayarak, bambaşka bir âleme göç edip gitti. Ana çılgına dönmüştü..Odalar, duvarlar,komşular saatlerce bu dinmeyen çığlıkları duydular. Hiç bir teselli kâr etmiyor , hiç kimse derdine derman, yarasına merhem olamıyordu.
Geçen günler,haftalar onun acısını dindiremedi.Sonra bu hasret ve ızdıraba son verecek tek çare olarak hayatına son vermeyi kafasına koyarak odasına kapandı. Konsolun çekmecesinden ilaçları çıkardı .. Yaşlar göz pınarlarından bir zehir gibi akıp yanaklarında ve göğsünde kurumuştu. Aynanın karşısında kendini görmüyor, orada sadece ciğer paresi yavrusunun dudaklarının yanından kan sızan soluk benzi, kara gözleri ve siyah dağınık saçları ona bakıyordu. Avucuna doldurduğu hapları tam yutmak üzereydi ki kapılar açılıp, camlar şangırdar gibi oldu. Odanın içinde âniden oğlunun sesi kulaklarında yankılandı “ Anne !!! Anne !!! Ne yapıyorsun ? Sakın ha !!! Bir daha ebediyen buluşamayacağız.. Vaz geç annem… “
Kadının eli havada donup kalmış, vücudu kaskatı olmuştu. “ Yavrum ben sana kavuşmak istiyordum…Sen bana engel oldun.. Beni en hassas yerimden vurdun” Saatler sonra evine dönen eşi onu yerde yatağa abanmış sessiz bir halde buldu. O gece o dertli anneye değişik bir dünyanın kapıları açıldı . Rüyasında Kâinatın şeref tablosu, merhamet timsali Yüce Peygamber(asm) karşısında ona şöyle diyordu “ Falanca yerde filanca bir zât var. Git onu bul ve derdini ona anlat “
Memleketin en karanlık günlerinde sırtında mavzeri ve boynunda Yunan İşgal Komutanlığınca çıkarılmış ölüm fermanı ile Balıkesir İvrindi Dağ köylerinde saklanan ve sonra Karesi Mebusu olarak Büyük Millet Meclisine katılan gözü pek bir adam vardı. Ufak tefek ama yüreği bir yanardağ gibi fokurdayan bu vatansever adam Meclis’te Burdur Mebusu Mehmet Âkif (Ersoy) Bey’in sıra arkadaşı idi. Ona Milli Marş yazması için ricalarda bulunan en yakın arkadaş dayanamayıp bir gün cebinden çıkardığı bir kağıt parçasını ve kalemi Âkif’in önüne koymuştu.
Meclis bahçesinde kaynayan kazanlardan bulgur çorbası içiyor ve memleketin nasıl kurtulacağına dair çalışmalar yapıyordu. Memleket Müslüman insanların kanı ve canı pahasına kurtulmuş, düşman kovulmuş fakat içeride başka bir düşman belirmişti. Kahraman 1. Meclis feshedildi . Muhalif mebuslar memleketlerine döndüler ve bir daha listeye giremediler. Kimi hapsoldu, kimi idam edildi kimi polis takibine alındı. Hasan Basri Bey de bu arada Balıkesir Lisesi Edebiyat muallimliği yapmaya başladı ama kırbacın ucu ona da dokununca işine son verdiler. Geçinebilmek için bir dükkan açmış fakat değil müşteri en yakınları bile alış veriş yapmaktan selam vermekten korkar olmuşlardı. İki sivil polis devamlı dükkanı gözetliyordu.. Dükkanı kapatmak zorunda kalan Hasan Basri Bey bu defa şehir mezarlığı yanındaki ücra bağ evine çekilmek zorunda kaldı . O inziva döneminde Türkiye’nin en sağlam ve güvenilir Kur’ân meali çalışmalarına başladı.
Bağda bir misafir olduğunu gören Hoca’nın hanımı gelenin başı açık bir hanım olduğunu görünce onu karşılayıp içeri seslendi “ Hoca Efendi ! Bir hanım seninle görüşmek istiyor” “ Buyursun.. Çardak altında misafir et.. Geliyorum ..” Hoca, açık giyinen hanımlarla konuşmayı pek sevmezdi .
Kadının hâl ve hatırını soran Hasan Basri Bey “Buyurunuz” deyince dertli hanım başından geçen o acı hikayeyi göz yaşları arasında Hoca’ya anlattı. Hasan Basri Bey kadına gerekli telkin ve tavsiyeleri yaptıktan sonra merakını yenemeyerek” Hanım,dedi.. Siz dün gece gördüğünüz rüya ile çok büyük bir şerefe nail olmuşsunuz. İçinizdeki bu iman ve sevgiyle Yüce Peygamber(asm)i görme saadetine ulaşmışsınız. Peki neden başınızı örtmüyorsunuz ? “ Hanım mahcup bir şekilde cevap verdi “ Efendim.. Ben Vilayette filanca müdürün eşiyim. Ben örtünmeyi çok arzu ediyorum ama eşimin memuriyeti ve işinden atılma korkusu yüzünden ben başımı örtemiyorum.Ama size söz veriyorum , kocam emekli olduğu anda hemen örtüneceğim “
O gece Hasan Basri(Çantay) Bey rüyasında heyecanla Kâinatın şeref tablosu, efendiler Efendisi Hazreti Muhammed’i Yeşilli Camii önünde gördü ve şöyle bir hitaba maruz kaldı “ Hasan Basri ! Bilirim sen onları (açık gezinen kadınları) görmekten hoşlanmazsın ama onların içinde benim HAS ÜMMETİM vardır “
Yıllar geçip gitti... Hocanın hanımı yine bir gün meçhul bir misafir karşıldı ama bu defa Hasan Basri Bey’i ziyaret eden hanım tesettürlü idi. “ Hoca’m ! Beni hatırladın mı ? Hani genç yaşta oğlu ölen bir hanım vardı ya …Hatırladın mı ? Bak .. Ben söz verdiğim gibi artık örtündüm “
Ahmet Müfit Kutlu / Em.Bnb. –ALTINOLUK 26 Haziran 2014
YORUMLAR
Kaleminize sağlık değerli yazar...
Ben de affınıza sığınıp bir iki şey paylaşmak isterim.
Tek parti olup da başında dünyanın en iyi niyetli adamı olsa bile savrulacağı yer diktatörlük ve onun getireceği zulüm olacaktır. Aksini ne duydum ne de okudum. Nedenleri uzun ve burası yeri değil.
Fakat en önemli ve asla gözardı edilmemesi gereken şey; en doğru olduğunu sandığı düşünceyi savunurken, kendisi gibi düşünmeyenin de aynı haleti ruhiyede olduğunu unutmamak. Bir insan diğer bir insana bazı telkinlerde bulunurken onun da kendisi gibi bir beyni ve yeteneği olduğunu unutmamalı.
Ramazan başladı ve ben oruç tutmuyorum. Neden mi? Dine bakışım, sağlık sorunum gibi bir çok nedenim olabilir. Bir tanıdığım, oruç tutup tutmadığımı sordu. Ben de tutmadığımı söyledim. Sen tutuyorsun galiba, Allah kabul etsin dedim. Ne cevap aldım biliyor musunuz?
-Ben seni, bunca zamanki sohbetlerimize dayanarak, oruç tutuyor sandım. Hayal kırıklığına uğradım, dedi.
Beni ziyaretleri cumalara denk geldiğinde, cumaya götürmeye de çalışırdı ısrarla.
Ama bu lafıyla beynimden vurulmuşa döndüm.
-Ben dedim, tutmuyorum, sen bundan neden hayal kırıklığına uğradın ki? Cezası varsa ben çekeceğim. Sen yaptığının en doğru olduğuna inanırken atladığın bir şey var, ben de aynı durumdayım. Hiç bir dine inanmıyorum ve tüm dinleri saçma buluyorum. Ama ben sana asla "Dinler saçma ve sen de saçma orucu tutuyorsun" demedim. "Hatta her cuma ziyaretinde beni ısrarla cumaya götürmeye çalışırken, benim sana aksini, yani senin cumaya gitmeni engellemeye yönelik hiçbir telkinim olmamasına bile dikkat etmemişsin!"
-Dostum, benim de bir beynim var. Bunu hiç aklından çıkarma. Sen de bana, benim dinsizliğime saygı duy. Eğer bu inancına tersse benle görüşmezsin olur biter.
İşte böyle dostlar...
kutlu-can
Sizin karşınızdaki insanların düşüncelerine saygılı olmanız güzel bir erdemdir.. Allah'ın buyruklarına sözlerine de kulak verip tefekkür edeceğinizi, akıl denen nimeti size lütfeden büyük Yaratıcı'ya yaklaşmanıza vesile olacağını tahmin ederim.. Deist olmanız gerçekleri araştırmanıza engel değildir..Ateist iseniz kalbinizin gerçeklere açılması için dua ederim.