- 804 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı
Akşam işten döndüğümde evde kimse yoktu. Dert etmedim. Eşimin akşam yediye kadar poligonda yarı otomatik tüfekle alıştırma yapacağını biliyordum. İlk elde evin sessiz olduğunu düşünebilirdiniz ama değildi. Klima kulak kabartanların farkedebileceği bir homurtuyla çalışıyordu. Son derece sessiz hareket etmesine rağmen, sizi karşılamaya gelen kedinin kütüphanenin tepesinden yere atlamasını duymamanız imkansızdı. Bunlara ahşap parke üzerinde attığım adımlar eklendi. Yine de herhangi bir konuşma yoktu. Kediye gülümseyip, üst kata çıktım. Peşimden yatak odasının kapısına kadar geldi. Yüzüne kapıyı kapartırken bu hareketimden alınmayacağını biliyordum.
Duşları artık mahrem bölge ilan etmiyorlar. Bizimki de öbür tarafını gayet net gösteren, içi dışı bir duş kabini... “Fırsat bu fırsat” diye üzerimdekileri çıkarıp, fazla oyalanmadan duşa girdim. Sıcak suyu seviyorum. Saatlerce altında kalabilirim. Eşim bana “Sen duşu dikey jakuzi gibi kullanıyorsun” diyor. Haklı da. Damlalar alnımdan gözlerime doğru kayıyor, sonra aşağıya doğru devam ediyorlar. Dilimle onları yakalamaya çalışıyorum. Neredeyse hiç bir şey düşünmüyorum; ne gelecek dönemin satışlarını, ne erişilemeyen bütçe rakamlarını, ne de Hayes’in yeni iş aramaya yönelik imalarını. Şampuana doğru uzanı...
Orada, benden uzaktaki duvarın dibinde bir şey hareket etti. Ne olduğunu görmedim, ama gözümün ucuyla bir karaltının yer değiştirdiğini farkettim. Elim şampuana olan yolu yarılamış şekilde kaldı. Duvara doğru bakıyorum; her şey olması gerektiği gibi. Suyu kapatttım, aceleyle bornozu giydim, giyerken zorlanmamdan bana ait olmayanı elime aldığımı anladım ama önemli değildi. Duşun cam kapısını yavaşça açtım. Duvar hala aynı duvardı ve herhangi bir karaltı ya da gölge yoktu. Duştayken her ne gördüysem artık orada değildi.
...
“Sana da bu evde ikimizden başkası var gibi geliyor mu?” diye sormuştu eşim. O zaman henüz duştaki deneyimi yaşamadığımdan, soruyu ciddiye almamıştım. Belki de seyretmekte olduğum televizyona dikkatimi verdiğim için laf olsun diye:
“Anaximenes var ya...” demiştim.
“Kediyi demiyorum.”
Ne dediğini pek anlamamıştım ama önemsediğimi de söyleyemem. Evi satın aldığımızdan beri tavan arasına çıkamayan birinden bahsediyorduk. Hatta eve taşınmamızı özel bir saate denk getirmeyen çalışan, daha öncesinde sırf kapı numarasını beğenmediği için başka bir evi satın almayı reddeden birisi... Tabii ki evde yalnız değildik. Ben, o ve onun takıntıları hep beraber yaşıyorduk. Ya da o gün duşa girene kadar ben öyle sanıyordum.
...
Ama artık emin değildim. Duştayken bir şey görmüştüm. Ne olduğunu söyleyemediğim, kendi kendime bile detaylarını hatırlamadığım bir şey... Yatak odasında giyinirken, bir yandan da aynadan odanın geri kalanını seyrediyor, arkamdan bir karaltının yaklaşıp yaklaşmadığını kolluyordum.
Belki de kalorifer kazanının eskiliğine verdiğimiz duvarlardan gelen ritmik vuruşlar o gölgenin eseriydi. O vuruşları ilk duyduğumuzda tedirgin olmuştuk ama çağırdığımız tamirci eski sistemlerde böyle seslerin doğal olduğuna bizi ikna etmişti.
Belki evin camlarına inatla çarpan kuşların olan bitenle ilgisi vardı. Renkli, küçük kuşlar mutfak ya da garajın camlarına çarpıyor, yerden havalanıp kafalarını tekrar tekrar cama vuruyorlardı. Özellikle mutfağa gelenleri görünce Anaximenes kendi kaybediyor, tüm uyarılarımıza rağmen lavabonun üzerine sıçrayıp, patilerini ve burnunu cama dayıyordu.
Komşulardan Andrews’lar bizim bu eve taşınan dördüncü aile olduğumuzu anlatmıştılar. Yirmi yılda dört aile... Çok muydu? Diğer evlerin hiçbirinin birden fazla el değiştirmediği düşünülürse az değildi.
Evi almadan önce gezerken her odanın duvarında haç asılı olması dikkatimi çekmişti. Emlakçi ev sahiplerinin katolik olduklarını, katoliklerin de bu gibi detaylara önem verdiğini söylemişti. Yarısı katolik olan bir aileden geldiğim için bu açıklamaya pek aklım yatmasa da ses çıkarmamıştım. Odalarda haçlar mümkün olduğunca yataklara yakın asılmıştı; biri hariç. Diğerlerinden farklı olan bu odada sadece haç vardı ve başka hiç bir mobilya yoktu. Belki tesadüf, belki içgüdüsel, biz de o odayı kullanmadık. Doğrudan Anaximenes’in odası yaptık. Kedi de orada bir gece bile uyumadı.
...
Eşimi elimde brendi kadehiyle karşıladım. Beni öyle görünce kaşları çatıldı. Bahçeyle ilgilendiğim zamanlar bira, keyifliyken şarap, stresliyken brendi içtiğimi biliyordu. Hemen üzerime gelmedi. Rüzgarlığını astı, çantasını da yatak odasına çıkardı. Eve silah getirmek yasak olduğunu için tüfeğini poligonda bırakmıştı ama getirmiş olsa bu sefer sesimi çıkarmazdım.
Geri geldiğinde lafı dolaştırmadı:
“İşte her şey yolunda mı?”
“Eskisinden farklı değil. Eskiden de yolunda değildi.”
“O zaman?”
Brendiden bir yudum aldım.
“Yalnız olmadığımızdan bahsettiğini hatırlıyor musun?”
Yüzü değişti.
“Sen nereden biliyorsun?”
“Bugün onu gördüm.”
“Neyi gördüm?”
“Onu. Ben duştayken banyodaydı.”
“Kemal, seni neyi gördün?”
“Gölgeyi... Karaltıyı... Biliyorsun işte. Sen de bahsettin ya.”
“Ben ondan bahsetmedim Kemal.”
“O zaman neden söz ediyordun?”
Durdu. Uzanıp elimden kadehi aldı. Biraz içtikten sonra mırıldandı:
“Bu son olsun.”
Neyin sonu?
“Bu son olsun diyorum çünkü bundan böyle bir süre içki içemeyeceğim. Bir çocuğumuz olacak Kemal. Yalnız değiliz derken bunu söylemeye çalışıyordum.”
Alıklaşmış şekilde ona bakarken telefonunu çıkarıp resmimi çekti. Gülüyordu. Ben de gülüyordum. Harikaydı: Baba olacaktım! Artık evde dört kişiydik.
YORUMLAR
son öykünüzü okuduktan sonra, böyle bir yazar mutlaka daha güzel öyküler yazmıştır dedim. haklı çıktığıma göre sizi tebrik edebilirim. bu sayfada kaliteli yazar çok az bulunuyor, ve siz onlardan birisiniz. tebrikler
İlhan Kemal
Bir çırpıda okunan öykü, yönetmenin devamı çekilecek gerilim filminin son sahnesine koyduğu kurnaz sahne kıvamında, zekice bitirilmiş. Kaleminize sağlık.
İyi haftasonları...
İlhan Kemal
Galiba hedefimi tutturmuşum. Rahat okunan, fazla sıkmayan öyküler yazmak istiyordum; bu yorumdan da ben bunu aldım. Teşekkür ederim.
İlhan Bey, şimdi bu kadın vesveseye kapılıp bebeğini düşürmezse iyi :(
Kaleminizi seviyorum, sürpriz sonlarınızı da.
Tebrikler, saygılar
İlhan Kemal
Bilinmeyen, görünmeyen ancak hissedilenin ürpertisini hissediyoruz o gölge yanıbaşımızdan geçerken.Evin eskiliğinden buna benzer sıkıntılar olabileceği söylensede bu noktada çokda rahatlatıcı gelmiyor bize hele ki kimsenin kolay kolay taşınmadığı uzun yıllar yaşadıkları böyle bir yerde tek uzun süre barınılamayan bir evde yaşadığımızı düşününce ?! ve tabiki içinde hiç eşya olmayan anaximenesin bile bir gece uyuyamadığı o esrarengiz odadan henüz hiç bahsetmediğimizin de altını çizelim.Hikayenin adı kırmızı, içeriğindeki puzzle parçaları bir o kadar farklı ama yazarın kurgusuyla hepsi yerine oturuyor,kafamızda bir sürü soru işaretiyle birlikte geriliyoruz ! ve finalde yaşanılan sürprizle o gerilim yerini aptal bir gülümsemeyle karışık mutluluğa bırakıveriyor.Yine güzeldi.Tebrikler.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
grafspee
İlhan Kemal
Arkadaşım, Defter yazarlarından biraz daha farklı hareket ediyor: Öncelikle okuyucu kitlesini tanımlıyor. Amerika'da kadınlar erkeklerden çok daha büyük bir okuyucu kitlesi. Sonrasında romanın türünü bu kitlenin en çok ilgilendiklerinden seçiyor: Romans. Kendi birikimiyle de bunu birleştirince tarihi bir romansı oluyor. Hatta kullandığı mahlas da bir kadın adı çünkü kadınlar kadınların yazdığı romanslara ilgi duyuyor(muş). İkinci kitabında bu reçeteye bir de cinayet örgüsü ekleyip daha da pazarlama gücünü arttırmak istedi. Bizdeki gibi paranı verip kitap bastırmak yerine, kitaptan para kazanmayı amaçlayınca piyasanın taleplerini göz ardı etmek olmuyor. Saygılarımla.