OSMANLI SİKKELERİ
OSMANLI SİKKELERİ
GİRİŞ
Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan para sistemini anlamak için, hem o dönemde
dünyada geçerli para sistemini hem de İslamiyet’in temellerini dikkate almak zarureti vardır. Zira, uygulanan para sistemi, cari dünya ekonomik konjonktürünün gerekleri doğrultusunda yürütülmüş, ama devlet sisteminin özünü oluşturan islami esaslar da büyük ölçüde gözetilmiştir. O nedenle, bu konularda yapılan çalışmaların hem o dönemin dünya konjonktürünü ve uluslararası para sistemini hem de islami esasları ve geçmiş islam devletlerinin uygulamalarını birlikte dikkate alması gerekmektedir. Bu alanda belki çok sayıda diyemesek de, özellikle son yıllarda iktisat tarihçileri tarafından yerli ve yabancı kaynaklar dikkate alınarak bazı çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların artması, asırlar boyu büyük bir devlet olarak geniş bir coğrafyada
hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinin medeniyet çizgisini ve onun önemli bir unsuru olan para sistemini ve politikasını daha iyi kavrayabilmek ve geçmişe dönük inşa ettiğimiz köprünün ayaklarının daha sağlam bir zemine oturmasını sağlamak için son derece önemlidir.
Bu çalışmada amacımız, yukarıda bahsedilen tarih köprüsünün üzerinden geçen ulusal ve uluslararası ticaretin ödemelerinin hangi koşullar altında hangi araçlarla yapıldığının tespit edilmesi ve elde edilen sonuçların mümkün olduğunca dönemin uluslararası konjonktürünü de dikkate alarak, iktisat politikaları açısından bir analiz yapmaktır. O nedenle, çalışmada, esas olarak bir iktisat tarihçisi kimliği yerine, iktisat politikacısı kimliği öne çıkmaktadır. Bu amaca hizmet etmek maksadıyla, var olan çalışmalardan hareketle, Osmanlı döneminde uygulanan para sisteminin ve politikasının ana hatları önce genel ilkeler halinde, ardından da belli dönemler
halinde analiz edilecektir.
SİKKENİN TARİHİ GELİŞİMİ
İlk İslami paranın kim tarafından basıldıgı hakkında çesitli görüsler vardır. Makrîzî,
Osman b. Affan’ın, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın, Abdullah b. Zübeyr’in dirhem kestirdiklerini
Muhammed Hamidullah ise Kettanî’den rivayetle, Hz. Ömer’in yeni bir sikke serisi bastırdıgını, hatta kâgıt ve deriden paraların kullanımının söz konusu oldugunu bildirmektedir. Kadı Ebû Ya’la ise; Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ali ve Muaviye dönemlerinde sikke basılmadıgını söyleyerek bu görüsleri reddetmektedir. Mâverdî de Said b. el-Müseyyeb’den rivayetle, ilk !slami dirhemin basımının, Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan (M. 685–705) zamanında gerçeklestigini bildirmektedir
Ağırlığı önceden ayarlanmış, üzerinde darbedip tedavüle çıkaran ve istendiğinde geri almayı taahhüt eden devletin, hükümdarın ya da resmi otoritenin simge veya yazısının yer aldığı madeni para türüdür Kelime Arapça’dan gelmekte olup "damga veya nakış basmak için hazırlanmış kalıp , demir kalıp" demektir. Çağulu olan meskfikat da "damga ile damgalanmış" manasını taşır (bk. MESKÜKAT). Bir ödeme araç gereçler, değerli madeni parçalar vb. para yerine kullanılırken sikkenin ortaya çıkışıyla bu çeşitlilik son bulmuş ve standart bir ödeme aracı ile işlem görme imkanı sağlanmıştır. Günümüzde kullanılan madeni bozuk paralar da -özellikleri itibariyle gerçekte birer sikkedir.
Sikkenin ne zaman icat edildiği tam olarak bilinmemekle birlikte bunun milattan önce VII. yüzyılın sonuna rastladığı hususunda fikir birliği bulunmaktadır. Gerek antik kaynaklar gerekse ele geçen ilkel formdaki elektron sikke örnekleri, sikkenin icadının Anadolu’nun batısıyla -Lidya Krallığı ve lonia bölgesi- ilişkili olduğunu göstermektedir. Milartan önce V. yüzyılın sonlarına kadar sikkeler esas olarak elektron, altın ve gümüşten basılıyordu . Bronz sikkeler bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıktı ve ancak milartan önce IV. yüzyılda yaygınlaştı. İslam devletlerinin sikkeleri de esas olarak üç madenden (altın, gümüş ve bakır) basıldı. Değerli madenden sikke basan devletlerin karşılaştığı en büyük sorun yeterli miktarda ham maddenin bulunmaması idi. Bazı devletler altın ve gümüş gibi değerli maden yataklarına sahipti ve bu zenginlikleri sebebiyle sikke üretimleri çok fazlaydı . Diğerleri ise maden ithali yoluna gidiyordu. Değerli madenden sikke darbında devlet. darp masraflarının karşılanması ve hazineye bir miktar kar sağlanması için sikkeye maden değerinden daha fazla bir kıymet yüklemek zorundaydı.
En basit anlatımla sikke basımı , boş sikke pulunun iki kalıp arasına yerleştirilmesi ve daha sonra üst kalıba bir çekiçle vurulmasıyla gerçekleştiriliyordu. Çekiç darbesi sonucu kalıpların üzerindeki tasvir ve yazı sikke pulunun üzerine çıkıyordu. Kalıplardan biri ve genellikle sikkenin ön yüz tarafı örs üzerine kazmacağı gibi örsün üstünde açılan bir yuvaya da yerleştirilebiliyordu. Sikke basımı, darp makinesinin kullanılmaya başlandığı XVII. yüzyıla kadar çekiç darbesiyle yapılmış, makineleşmeye geçildikten sonra artık sikke pullarının yuvarlaklığı düzgün olmuş . darphanelerin sikke emisyon hacimleri de öncekiyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır.
OSMANLIDA SİKKENİN ORTAYA ÇIKIŞI
Osmanlı Devletinde ilk sikke Osman Gazi döneminde (M. 1299–1326) darp edilmiştir.
Gümüşten darp edilen ve akçe adı verilen Osman Gazi sikkelerinde uzun dua metinleri yer
almamaktadır. Sikkeler üzerine darp yerinin yazılması, Orhan Gazi (M. 1326–1359) döneminde, Bursa’nın alınmasından sonra başlanmıştır. Bu dönemde darp edilen ilk akçe örnekleri Osmanlı sikke geleneğinin temelini oluşturmuş ve bu mütevazı sikke formu uzun yıllar kullanılacak bir uygulamanın habercisi olmuştur.
Orhan Gazi’nin akçelerinin bazı emisyanlarında ön yüzünde uçları birbirine bitişik hilallerden oluşan matitin Osman Bey akçesinin arka yüzündeki matitin benzeri olması dikkate değerdir. Ayrıca XV. yüzyıla ait bazı Osmanlı tarihçileri Osman Bey’in sikkesinin bulunduğunu belirtir. Orhan Gazi tarafından darbedilen sikkelerin bir yüzünde "la ilahe illailah Muhammedün Resiullah" yazısı ile bazan dört halifenin adı yer alırken öteki yüzünde Orhan’ın adı ve bazan darp yeri olarak Bursa adı bulunmaktadır. Orhan Bey’den sonra tahta geçen ı. Murad’ın sikkelerinde darp yeri bulunmaz. "el-Melikü’l-adil" unvanı bakır sikkelerde görülür. Aynı durum Yıldırım Bayezid’in sikkeleri için de söz konusudur. Fakat Bayezid’den itibaren sikkelere tarih konulmaya başlanmıştır. Bu padişahın akçelerinin bir yüzünde "Bayezld b. Murad", öteki yüzünde "hullide mülkühCı" (mülkü daim olsun) yazısı vardır.
Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilmesinin ardından başlayan Fetret devri padişahın
oğulları arasındaki iktidar mücadelesiyle geçmiştir. Bayezid’in büyük oğlu Emir Süleyman’ın ilk sikkeleri 806 (1403) yılını taşımaktadır. Sikkelerin bir yüzünde "Emir Süleyman b. Bayezld" yazılı bir tuğra, öteki yüzünde "hullide mülkühCı" yazısı ile dört halifenin adı bulunmaktadır. Emir Süleyman’ın bazı akçelerinde darp yeri olarak Edirne görülmektedir. Osmanlı sikkelerinde tuğra ilk defa Emir Süleyman’ın sikkelerinde ortaya çıkmıştır. Onun bakır sikkeleri de yazı açısından akçelerine benzemektedir. Bayezid’in diğer oğlu MCısa Çelebi Edirne’ye gelip tahtı ele geçirince burada ilk gümüş sikkesini bastırmıştır. MCısa Çelebi’nin akçelerinin tamamı 813 ( 141 O) tarihini taşır. Sikkelerin bir yüzündeki tuğrada "MCısa b. Bayezld", öteki yüzünde "hullide mülkühCı" ve darp tarihi, bazan yeri de yazılıdır.
Musa Çelebi’nin bakır parası ele geçmemiştir. Bayezid’in beşinci oğlu Mustafa Çelebi adına yalnızca Serez ve Edirne’de sikke basılmıştır. Serez’de basılanlarda tarih yoktur; Edirne’de basılmış olanlarda 822 ( 141 9) ve 824 tarihleri yer almaktadır. Ancak bazı nümismatlar 822 tarihine kuşku ile bakmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed’in ilk cülusu sırasında ( 1444) akçenin içindeki gümüş miktarı ilk defa önemli ölçüde azaltılınca Edirne’deki yeniçeriler ayaklanmış ve yevmiyeleri yarım akçe arttırılarak 3 akçeden 3,5 akçeye çıkarılmıştır. Ayaklanma, bu "buçuk" zamdan ve yapıldığı yerden dolayı tarihe Buçuktepe Vak’ası olarak geçmiştir. Fatih Sultan Mehmed döneminde periyodik tağşlşlerin yapıldığı bilinmektedir. Fatih’in bastırdığı altın sikkede "sultanü’lberreyn ve hakanü’l-bahreyn es-sultan b. es-sultan" unvanına rastlanır. Gümüşe Dayalı İstikrarlı İlk Yıllar
İmparatorluğun başlangıcından Fatih döneminin sonlarına yakın (1477-1479) süren bu dönemde, gümüş akçeye6 dayanan monometalist (tek madeni paraya dayalı), istikrarlı bir parasistemi hakimdir. Aslında, İmparatorlukta ilk sikkenin Osman Bey zamanında bastırıldığınadair son yıllarda önemli kanıtlar elde edilmiş olsa da ilk paranın gümüş sikke7 olarak Orhan Bey zamanında 1326-27 (H. 727) tarihinde Bursa’da bastırıldığı geniş kabul görmüş bir bilgidir. Zaten ilk sikkeler çoğunlukla Bursa, Edirneve Marmara havzasında basılmıştır8. Bu tarihten sonra, devlette tek gümüş sistemi uygulanmayabaşlanmıştır. Daha sonra Birinci Murat döneminde (1362-1389) bozuk para ihtiyacını karşılamak üzere mangır ya da pul denen bakır paralar tedavüle girmiştir
Monometalist olarak addedebileceğimiz bu dönemde tahta çıkan her padişah sikkeyi
kendi adına bastırmıştır. Tecdid-i sikke olarak adlandırılan bu para politikası uygulaması boyunca akçenin ağırlığı her defasında (bir buğday tanesi kadar, 48 mg) azaltılmıştır. Madeni para sisteminin uygulandığı dönemlerde madeni paranın altın ya da gümüş içeriğinin; yani, saflık derecesinin (ki, burada henüz sadece gümüş akçe söz konusudur) azaltılmasına tağşiş denilmektedir ki, bugünkü ifade ile o günün devalüasyonu olarak kabul edebiliriz. Tağşiş yapmakla,devletin –en azından fiyatların yükselmesi yönünde baskı yapacağı zamana kadar bir müddet söz konusu madeni para cinsinden yükümlülükleri azalıyor ve aynı miktar altın ya da gümüşle daha fazla ödeme yapma imkanı doğuyordu.
Bu ilk dönemde tecdid-i sikke ve tağşiş uygulamalarına en fazla Fatih döneminde rastlıyoruz.Fatih Sultan Mehmet ilk tecdid-i sikke uygulamasına 1444’teki ilk cülûsunda müracaat etmiştir. Daha sonra 1451’deki ikinci cülûsunda ve 1460-61, 1470-71, 1475-76 ve 1481 yıllarında bu uygulamayı tekrarlamıştır. Tağşiş sonucu piyasaya yeni para sürülmesiyle birlikte, eski paralar devlet tarafından yüzde 20 düşük fiyattan kabul. İktisat tarihi kaynaklarında bu dönemde başvurulan tağşişlerin en önemli sebepleri olarak; devletin artan bütçe açıklarını finanse etme gereği, ticari işlemlerdeki genişlemeye bağlı olarak artan para talebini karşılamak istemesi, yıpranan sikkelerin tedavülden çekilmesi ve darphanelerin kötü işletilmesi gibi hususlar belirtilse de, esas sebep birincisidir, yani, devlete ek gelir sağlamaktır. Bu tağşiş uygulamaları sonucunda devletin senyoraj geliri artmıştır; ancak zaman zaman halkın ve yeniçerilerin tepkisine yol açarak, yönetime karşı güvenin azalmasına da neden olmuştur.
Güçlü ve Çoklu Para Sistemi
Bu dönem, 1479’da ilk altın sikkenin bastırılmasından 1585-86’daki büyük tağşişe kadar geçen dönemi kapsamaktadır. Bu dönem, İmparatorluğun diğer alanlarda olduğu gibi iktisadi alanda da gelişmeye devam ettiği, dolayısıyla güçlü bir ekonomik ve parasal yapıya geçtiği dönemdir. Fatih döneminde Osmanlılar özellikle Doğu Akdeniz havzasında uzun mesafeli ticari faaliyetleri geliştirmek; böylece, kara ve deniz ticaret yollarında hakimiyet kurmak istiyorlardı.Fakat, bu denli güçlü bir uluslararası ticari faaliyet ve onun getireceği geniş mübadele hacmi için, güçlü bir ödeme aracına sahip olma ihtiyacı hissediliyordu. Bu ihtiyaca binaen, Fatih Sultan Mehmet tarafından ilk defa 147910 yılında altın para bastırılmış ve böylece çift metal sistemi yürürlüğe girmiştir. İmparatorluğun bu ilk altın parasına sultanî denilmiştir (çok sonraları eşrefî ve daha sonraları şerifiye olarak anılmaya başlanmıştır).
16. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde, ülke sınırları içinde işlevleri nispeten farklılaşmış altın, gümüş ve bakır paralardan oluşan üçlü bir para sistemi uygulamaya girmiştir. Altın sikkeler, bir parada bulunması beklenen mübadele aracı, hesap birimi ve servet biriktirme aracı olma işlevlerinin tamamına sahip ve genellikle toplumun ekonomik ve sosyal statüsü yüksek tüccar ve bürokratları tarafından kullanılıyordu. Osmanlı para sisteminin temelini oluşturan gümüş akçeler ise, daha çok mübadele aracı ve hesap birimi olma işlevlerini yerine getiriyor ve geniş halk kitleleri tarafından kullanılıyordu. Öte yandan, I. Murat döneminden itibaren genellikle basıla gelmiş olan bakır mangırlar ise, özellikle küçük alış verişlerde tedavül aracı ve hesap birimi olarak bozuk para ihtiyacını karşılamak, bazı dönemlerde de akçeyi ikame etmek amacıyla kullanılan, devletin tayin ettiği itibari değerler üzerinden tedavül eden paralar idi.Uygulanan bu para isteminin nasıl ifade edileceği, aslında tartışma götürür niteliktedir. Pek de istikrarlı olmayan ve zaman zaman uygulama alanı bulan bakır parayı da dikkate aldığımızda, bu bir üçlü metal sistemi yani, trimetalizmdir; bakır parayı dikkate almadığımızda, bu bir çift metal sistemi yani, bimetalizmdir; diğer paraların değerlerinin de temel ödeme aracı olan gümüş akçe ile ifade edildiği dikkate alındığında ise, bu bir tek metal sistemi, yani monometalizmdir.
Ancak, fetihler devam ettikçe, merkeze uzak bölgelerde yukarıdaki para düzenini aynen muhafaza etmek mümkün olmamıştır. Genellikle İmparatorluğa yeni dahil olan bölgelerde eskiden kullanılan para birimlerine de dokunulmadan kullanılmış; böylece, farklı para tedavül bölgeleri oluşmuştur. Bu bölgelerin başlıcaları şunlardır: Balkanlar, Doğu Anadolu, Kırım, Mısır ve Kuzey-Batı Afrika (Tunus, Cezayir ve Trablusgarp) bölgeleri. Sultanî, İmparatorluk genelinde temel para birimi haline getirilirken, bölgesel sikkeler yerel düzeyde kullanılmaya devam edilmiş, üzerlerine sadece dönemin Osmanlı padişahının adı eklenmiştir.
Hatta, diğer ülkelerin kullandıkları para birimlerinin ülke içinde kullanımı bile ülke içinde altın ve gümüş miktarını artırmak maksadıyla özendirilmiştir. Nitekim Doğu’da İran
Şâhîsi, Mısır’da Pâre, Eflak-Boğdan, Erdel ve Macaristan civarında Penz, Kırım’da Kafevî akçe tedavül etmiştir. Bunlardan başka, Venedik Dükası, Ceneviz Altını, İspanyol Riyali, Hollanda Esedisi, Polonya Zotası, Avusturya Taleri v.s hep birlikte piyasada dolaşımda olmuştur. Ancak, Osmanlı akçesi diğerlerine nispeten daha yüksek ayarda olduğu için, genelde tercih edilmiş ve yurtdışına kaçırılmaya çalışılmıştır.
Ülkeden para çıkışı her zaman mal ticaretinden kaynaklanmıyordu.Özellikle para darlığının yaşandığı dönemlerde, bazı açıkgözlü kişiler külçe gümüşü ya da piyasadan topladıkları yeğni (hafif) akçeleri yasak olmasına rağmen musakkalleştirerek (ağırlaştırarak) hem yurtiçi hem de yurtdışı piyasalara gerçek kıymetlerinin çok üzerinde sürmeye çalışmışlardır. Şam, Bağdat, Basra ve hatta Hindistan gibi doğu memleketlerine gidildikçe Osmanlı altın ve gümüş paraları ve mücevheratı çok daha yüksek fiyattan satıldığı için, halktan bazı insanlar da bu amaçla spekülatif kazanç sağlamak üzere ellerindeki külçe ve madeni eşyaları ağırlaştırılmış sikke haline dönüştürdükten sonra yurt dışına satmak istemesi, para darlığı sorununu ciddi boyutlara taşımıştır. Tabii, bu durum kaçınılmaz olarak Osmanlı illerin den akit sıkıntısına ve mübadelelerde ödemelerin zora girmesine neden olmuştur. Bu karmaşa ortamında bir kısım fırsatçıların para kalpazanlığına soyundukları da görülmüştür. Bu durumdaOsmanlı şehirlerine mal satmaya gelen uluslararası tüccarların (bilhassa da İranlı tüccarların), karşılığında Osmanlı akçesi götürmelerine devlet zaman zaman yasaklama getirip, sattıkları mal karşılığında ülkelerine buradan alacakları başka mallarla dönmelerini istemişse de, yeterincebaşarılı olduğu söylenemez. Çünkü, bu tür yasaklamalar, rüşvet, kaçakçılık,
hilekarlık, para kalpazanlığı ve fiyatların yükselmesi gibi olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Böyle bir ortamda sorunu çözmeye dönük bazı özendirici politikalarının yanı sıra, devlet büyüklerinin ellerindeki altın ve gümüş gibi kıymetli madenler darphaneye gönderilerek paraya dönüştürülse de, uzun süre istenen sonuç alınamamıştır.
Osmanlı idaresini gümüş akçenin 1585-86 büyük tağşişini yapmaya sevk eden ana faktörler şunlardır:
- Savaş teknolojisindeki gelişmeler (ateşli silahlara geçiş) ve yeniçerilerin sayısındaki
büyük artış18 nedeniyle artan askeri harcamalar ve savaşların finansman güçlüğü.
- İmparatorluğun Avrupa-Asya ticaret yolları üzerinde yer alması nedeniyle, Avrupa’dan Asya’ya akan altın ve gümüş trafiğini yeterince kontrol edememe ve bunun meydana getirdiği iç parasal istikrarsızlık (para krizi).
- O dönemde İran’da gerçekleşen bir tağşiş uygulamasından dolayı oraya kayması muhtemel gümüşü engelleme çabası.
- Uzun süren Celali isyanları nedeniyle, özellikle tarımsal üretimin ve bundan dolayı
devlet gelirlerinin zayıflaması.
- Artan isyanlardan dolayı, merkezi hükümetin toplaması gereken vergilerin bir kısmına taşradaki yerel güçler tarafından el konulması nedeniyle, devletin vergi gelirlerinin düşmesi.
- Avrupa’dan Asya’ya deniz yolunun bulunmasından sonra, İmparatorluk üzerinden geçen transit kara ticaret yollarının okyanuslara kayması nedeniyle, buralardan elde edilen gelirlerin düşmesi.
- Yeni Dünya’dan gelen büyük miktarda altın ve gümüşten sonra, Osmanlı gümüş madenlerinin (üretilemez hale gelmesi nedeniyle) giderek gerilemesi ve kapanması.
- Devlet vergi gelirlerini güneş takvimine, harcamalarını ise ay yılını esas alan Hicri takvime göre yaptığı için, ikincisi birincisinden 11 gün kısa olduğundan dolayı, Hazinenin her 34 yılda bir ödemelerinin gelirlerini aşması ve bu yüzden özellikle savaş yıllarında Hazinenin mali olarak sıkışması.
- Hazineye ek gelir sağlamak istenmesi.
BAZI PADİŞAHLARA AİT SİKKELER VE ÖZELLİKLERİ
Fatih Sultan Mehmet Sikkeleri;
Hullide Mülkehu duribe Amasya azze nasruhû (Allah mülkünü devamlı kılsın)
(Allah zaferini daim etsin ) Amasya’da basılmıstır
Müze Envanter No: 294–6
Ölçüleri: Çap: 1.3 cm. Agırlık: 0.9 gr.
Tarihi: H.886-M. 1481/1482
Malzeme: Gümüş
Sikkenin ön yüzünde, ortada altı kollu yıldız motifi bulunmaktadır. Bu yıldız etrafına,
tam daire oluşturacak biçimde, sikkeyi bastıran sultanın isminin zikredildiği yazı yerleştirilmiştir. Yazılar tam daire, çerçeve içine alınarak etrafına birbiri ardına devam eden
noktalarla oluşturulmuş, inci dizisi yerleştirilmiştir.
Sikkenin arka yüzünde, ön yüzdeki kompozisyona benzer uygulama görülmektedir.
Ortaya yerleştirilen altı kollu yıldız etrafında, tam daire oluşturacak şekilde, tek sıra yazı
yerleştirilmiştir. Yazılar tam daire çerçeve içine alınmıştır.
II. Bayezid Sikkeleri;
(Mehmed Han oglu Sultan Bayezid zafer ve izzet sahibi) Allah zaferini daim etsin 872 senesinde Mısır’da basılmıştır.
Müze Envanter No: 422-2
Ölçüleri: Çap: 1.9 cm. Agırlık: 3.4 gr.
Tarihi: H.973- M. 1565/1566
Malzeme: Altın
Sikkenin ön yüzünde sülüs ile islenmiş beş sıra yazı bulunmaktadır. !ç içe geçen yazılarda herhangi bir bölünmüşlüğe gidilmemiş yalnız yazıda fi ibaresindeki f’nin kuyruğu yazı boyunca uzatılarak, yazıya hem estetik bir görünüm verilmiş hem de yazılar arasında stilize bir ayrım oluşturulmuştur. Yazılar içten yarım daire düz bir konturla çevrilmiştir.
Sikkenin arka yüzünde aynı yazı tipi ve formu görülmektedir. Bu yazıda da fi ibaresindeki f’nin kuyrugu uzatılarak, belirli bir eksende yazılar birbirinden ayrılmıstır. Bu
yazılarda ise sultan ve babasının isimleri, dua ile sikkenin basım yeri ve tarihi yer almaktadır.
Sikkenin her iki yüzünde de herhangi bir çerçeve kullanılmamıştır.
Yavuz Sultan Selim Sikkeleri;
Darib-ün nadri sahib-ül izzi ven-nasri Sultan Selim Sah bin Bayezid Han azze nasruhû
filberri vel-bahr duribe Kostantiniyye 918 (Altını kestiren, denizde ve karada (Bayezid Han oglu Sah Sultan Selim zafer ve izzet sahibi)
Müze Envanter No: 418
Ölçüleri: Çap: 1.9 cm. Agırlık: 3.5 gr.
Tarihi: H.918- M. 1512/1513
Malzeme: Altın
Sikkenin ön yüzünde, altı sıra yazıda, sultana övgü bulunmaktadır. Yazılar arasında
herhangi bir bölünmüşlüğe gidilmemiştir. Kendi içinde istiflenen yazılar oldukça düzenlidir.
Tüm bu kompozisyon tam daire bir çerçeve içine alınmıştır.
Sikkenin arka yüzünde aynı yazı tipi ve formu görülmektedir. Bu yazılarda ise sultanın
ve babasının isimleri, dua ile sikkenin basım yeri ve tarihi yer almaktadır. Ön yüzde olduğu
gibi arka yüzde de kompozisyon tam daire bir çerçeve içine alınmış, farklı olarak çerçeve etrafına birbiri ardına devam eden noktalardan oluşturulmuş, inci dizisi yerleştirilmiştir. Sikkenin basım tarihi yazıyla değil, rakamla verilmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman Sikkeleri
Darib-ün nadri sahib-ül izzi ven-nasri Sultan Süleyman Sah bin Selim Han azze nasruhû filberri vel-bahr duribe fi Kostantiniyye sene 926(Altını kestiren, denizde ve karada (Selim Han oglu Sah Sultan Süleyman zafer ve izzet sahibi)
Müze Envanter No: 1918–3
Ölçüleri: Çap: 1.7 cm. Agırlık: 3.5 gr.
Tarihi: H.926- M. 1519/1520
Malzeme: Altın
Sikkenin ön yüzünde dört sıra yazı bulunmaktadır. Yazılar yarım daire, bir çerçeveyle
çevrilmiştir. Çerçeve etrafında birbiri ardına devam eden noktalardan olusturulmus, inci
dizisiyle kompozisyon tamamlanmıştır.
Sikkenin arka yüzünde aynı yazı tipi ve formu görülmektedir. Bu yazıda fi ibaresindeki f’nin kuyrugu uzatılarak yazılar arasında bölümleme yapılmıstır. Bu yazılarda ise sultanın ve babasının isimleri, dua ile sikkenin basım yeri ve tarihi yer almaktadır. Tüm bu kompozisyon tam daire, bir çerçeve ile tamamlanmıştır.
Osmanlıda Bankacılığın Gelişmesi
18. yüzyıl boyunca İmparatorluk özellikle Rusya ve Avusturya cephelerinde hemen hiç bitmeyen ve çoğunlukla da mağlubiyetlerle sonuçlanan savaşlarla boğuşmak zorunda kalmıştır. III. Selim’in yeni tahta oturduğu 1789 yılı içerisinde her iki orduyla girişilen savaşlar hemen tüm cephelerde ağır yenilgiyle sonuçlanınca, aynı yıl Fransa, İspanya ve Hollanda gibi bazı Avrupalı devletlerden dış borç alma girişimi oldu ise de, söz konusu devletler bu teklifi geri çevirmişlerdir.
İmparatorlukta hızla devam eden gerileme ve hatta çöküşü durdurmak için III. Selim tarafından başlatılan yenileşme hareketleri, II. Mahmut döneminde de devam etmiştir. Ancak, tüm hızıyla devam eden bu gerileme ve yenileşme girişimlerinin yanı sıra, Hazinenin finansman sıkıntısı da hızla derinleşmekte idi. Dış borçlanma ile kapatılamayan finansman açığı, 1809-1831 yılları arasında sürekli olarak başvurulan tağşişler sayesinde kapatılmaya çalışılmıştır. Fakat, bu tağşiş uygulamaları, adeta ‘parayı pul etmiştir’. Zira, 1808’de 5,9 gram olan Osmanlı kuruşunun gümüş içeriği, 1831’e gelindiğinde 0,5 grama gerilemişti. Paranın satın alma gücündeki bu şiddetli düşüşe karşılık, mal fiyatları sürekli yükseliyordu. II. Mahmut döneminde değişik altın sikkeler üretildi, ama bunlardaki tağşişler gümüşe nikbetle sınırlı kaldı.
II. Mahmut döneminde başvurulan tağşiş uygulamalarının devlete ek gelir sağlamasına karşılık, beraberinde getirdiği önemli maliyetler de vardı. Çünkü, genellikle;
- Tağşişler sonrasında paranın satın alma gücü azalır ve ulusal paraya güvensizlik başlar.
- Nominal para arzında aşırı bir artış olacağından, fiyatlar yükselir.
- Halkın ulusal paraya güveni sarsılınca, mübadelelerinde yabancı para kullanımını tercih etmeye başlar; yani, para ikamesi ortaya çıkar ki bu durum ilgili ülkeye ek para transferi anlamına gelir.
- Vergi gelirleri reel olarak azalacağından bütçe dengeleri bozulur.
- Düşük ayarlı sikkeleri taklit etmek daha kolay olduğu için, para kalpazanlığı artar. Böylece devletin tağşişten beklediği ek gelirin bir kısmı, bazı kalpazanlarca paylaşılmış olur.
- Ulusal para biriminin geleceğine dair belirsizlik, kamu iç borçlanmasında risk primini artırır. Dolayısıyla, kamu finansmanında iç borçlanma iyice güçleşir ve maliyeti artar.
- Toplumun çeşitli sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen muhalefet artar ve hatta kitlesel isyanlara dönüşebilir
Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıldan beri (bilhassa kısa vadeli) mali sıkıntılarını aşma konusunda çaldığı kapılardan biri de, sarraflardan26 iç borçlanma idi. Galata civarında toplanmış bu Yahudi, Rum ve Ermeni sarraflarına daha sonraları Galata Bankerleri denilmiştir. Galata Bankerleri, sadece devlete kendileri borç vermekle kalmıyor, (özellikle 19. yüzyılda ve yoğun olarak da yüzyılın ortalarından itibaren) aynı zamanda devlete Avrupa piyasalarından/ ülkelerinden kısa vadeli borç temin ediyorlar (bir anlamda Osmanlıya yabancı mali sermaye akışını yönlendiriyorlar), gerektiğinde padişahın ve önde gelen bürokratların servetlerini yönetiyorlar, Fransız tüccarlarının yerini alarak poliçe ticaretini ellerine geçiriyorlar ve üyelerinin bir kısmı, Darphane-i Amire gibi27, devletin en üst düzey para ve finans kurumlarının yöneticiliğini yapıyorlardı.
II. Mahmud’un 1839 yılında ölümünden ve aynı yıl açıklanan Tanzimat Fermanı’ndan
sonra, bir çok alanda olduğu gibi Osmanlı para sisteminde de köklü değişikliklere gidilmiştir.
Tanzimat, uzun süredir devam eden batılılaşma ve sekülerleşme hareketinin kapsamlı olarak
resmen tescilidir. Bu tarihten sonra, devlet para politikalarını belirlerken dini ilkelerden daha
bağımsız ve Avrupa’lı ülkelere benzer davranmaya başlamıştır. Devletin para, bankacılık ve
faiz konularında daha serbest davranmaya başladığı rahatlıkla söylenebilir28. Nitekim, İmparatorluk tarihinde bankalar 1840 sonrasında kurulmaya ve gelişmeye başlamıştır.
Nitekim, 1840 yılında Osmanlı Devleti ilk olarak İstanbul yöresinde kaime ya da kaimei mutebere-i nakdiye29 ya da daha sonraları sehim denilen toplam 40 milyon kuruş değerinde kağıt paraları (esham) basmaya başlamıştır30. Bugünkü dille “para yerine geçen kağıt” anlamına gelen bu kağıt paralar, aslında bugünkü anlamda “bir para olmaktan çok, Fransa’daki assignatlar gibi, faiz getiren borç senetleri ya da hazine bonosu niteliğindeydi” . İlk kaimelerin her biri 500 kuruş değerinde, 8 yıl vadeli ve yılda yüzde 12,531faiz geliri sağlıyordu . Daha sonra bunları faizsiz kaimeler izledi. Bankerlerin elindeki faizli kağıt paralar prim yaparken, faizsizler dörtte bir değerine düştü.
1844 yılına gelindiğinde, halkın kaimelere alışması ve kaimelerin kabul görmeye başlaması dolayısıyla alışmış halkın aslında bu paralara fazla itibar etmediği anlaşıldı. Nitekim, 1844 başında alınan bir kararla, yeniden madeni paraya dönülmüştür. Buna göre, para sistemi esas olarak kuruş sistemine dayalı bir çift metal sistemi olacak ve 100 kuruş 1 altına eşit olacaktır.
Dikkat edilecek olursa, Osmanlının son döneminde yaşanan kağıt para (kaime) uygulamaları, hep olağan-dışı dönemlerde –genellikle de savaş dönemlerinde- finansman amaçlı olarak gündeme gelmiştir. Savaşların halk nez dindeki kutsallık anlayışı, muhtemelen devleti bu yolla finansman temini konusunda cesaretlendirmiştir.
Halk tarafından değersiz olarak görülen kağıt paralar, değerli maden sikkelerin yerine
piyasada çokça tedavül etmeye başladığında, Grasham Kanunu işlemeye başlamıştır. Kaime uygulamasının beklenildiği gibi gitmediği anlaşılınca da, yeniden madeni paralara geçilmiştir. Örneğin, 1843 yılında yeniden altın sikke, ertesi yıl da gümüş sikke üretimine başlanmıştır. Bu, aslında Osmanlı parasında standardı sağlamak amacıyla gerçekleştirilen yeni bir tashih-i sikke işlemidir. Ancak, bu durumun, tağşişleri hazineye ek gelirkaynağı olmaktan çıkarması, dış borçlanmayı biraz daha kaçınılmaz hale getirmiştir . Belli bir altın/gümüş oranının (15,09) sabitleştirildiği bu uygulamayla birlikte, 1879’da yayınlanan Meskukat-ı Osmaniye Kararnamesine kadar esas itibariyle çift metal sistemi niteliğindeki para sistemi, tek metal sistemi uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren tağşiş uygulamasına da son verilmiş ve sikkeler 1922 yılına kadar aynı standartta kalmıştır. Bu dönemde bozuk para gereksinimini karşılamak üzere 5, 10 ve 20 paralık bakır sikkeler ve 1910 yılından itibaren de nikel sikkeler üretilmiştir. 1881 yılında ise, İmparatorluk çift metal sistemini esas itibariyle terk etmiş, onun yerine altın standardını benimsemiştir. Ancak, mevcut gümüş sikkeler yurt içi ticarette kullanılmaya devam ederken, uluslararası ödemelerde daha itibarlı altın sikkeler kullanılmıştır. Böylece, fiilen bir topal standart ya da topal mikyas dönemi başlamıştır bir anlamda, dahilde gümüş, hariçte altın uygulaması söz konusu olmuştur. Fakat, İmparatorluğun son dönemlerinde de yine çeşitli para bölgeleri varlığını korumaya devam etmiştir.
Osmanlı para sistemiyle ilgili belki de en son ve en önemli olaylardan biri de, Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında yürürlüğe giren Tevhid-i Meskûkat Kanunu’dur. Bu Kanunla getirilen düzenlemeler şunlardı:
- 1844 öncesinden kalma sikkelerin tedavülden kaldırılması.
- 1 altın liranın 100 gümüş kuruşa eşitlenmesi.
- Devlete yapılan ödemelerde gümüş paranın kullanılması halinde, tavanın 300 kuruş olarak belirlenmesi.
- Gümüşle yapılan ödemelerde, taşrada geçerli değişik kur değerlerinin iptal edilmesi.
- Sistemin topal ayağı olan gümüş paranın artık tamamen devreden çıkıp, para biriminin sadece altın üzerinden tanımlanmasıdır (altın standardına dönüş).
Böylece, Birinci Dünya Savaşı süresince kağıt para uygulaması, tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı Devletinde de savaş sonrasında yerini yeniden altın standardına bırakmıştır. Ama, çok geçmeden bundan da vazgeçilmiştir. Tekrarlamak gerekirse, demek ki, Tazimattan Cumhuriyete kadar 1844-1862, 1876-1878 (veya 1880) ve 1915-192338 olmak üzere, değişik dönemlerde kağıt para (kaime) uygulamasına gidilmiştir.
Osmanlı Para Sisteminin Temel Özellikleri
Osmanlı Devletinde uygulanan para sistemi ve politikasının temel özelliklerine baktığımızda, şu hususlar öne çıkmaktadır.
İslamın ilk dönemlerinden itibaren diğer müslüman ülkelerin yaptığı gibi, Osmanlılar da –zaman zaman genel ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklardan dolayı bazı aksamalar olsa da- geçiş dönemi diyebileceğimiz ilk yılların ardından1 genellikle kendi sikkelerini bastırmışlar ve kendilerine özgü istikrarlı bir para sistemi kurmaya çalışmışlardır. Bu uygulamanın altında o dönemlerin hiç de yadsınamayacak şu sebepleri yatmaktadır:
- Sikke bastırmanın, (hutbe okutmakla birlikte) egemenliğin vazgeçilmez bir gereği olması.
- Ülke içinde vergi ve diğer devlet gelirlerinin toplanması ve ödemelerin yapılmasında kendi parasını kullanmanın kıvancını yaşamak.
- Uluslararası ticari ödemelerin yapılmasında kendi para birimini kullanma isteği ve gereği.
Genellikle, paradan bir finansman aracı olarak yararlanılmıştır. Bunun başlıca
dört uygulama şekli olmuştur:
- Devlet, harcamalarının finansmanında ihtiyaç duyduğunda, mevcut kıymetli madenlerden ya da eski sikkelerden yeni sikkeler kestirerek, para arzını artırırdı. Örneğin,
Fatih döneminde bu maksatla 1451, 1460-61, 1470-71, 1475-76 ve 1481-82 yıllarında
yeni akçe çıkarılmıştır.
- Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar (1520-66), tahta yeni çıkan padişah, eski
sikkeleri yasaklayıp kendi adına bastırdığı sikkeleri tedavüle sürmüştür (tecdid-i sikke
siyaseti).
- Zaman zaman sikkelerin ayarlarında değişikliğe gidilmiş (tashih-i sikke siyaseti);
altın ve gümüş sikkelerin bakır oranı artırılmış veya sikkelerin hacmi küçültülmüştür
(tağşiş siyaseti).
- Her zaman olmasa da, sikkelerin hazineye giriş ve çıkış kurları farklılaştırılarak ek
gelir elde edilmiştir
Diğer islam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı’da da madeni paraların sadece
parasal işlevleri yerine getirmesi istenmiş, eşya ve iddihar (yastık-altı nakdi tasarruf) olarak kullanılması arzu edilmemiştir.
Ülkeye değerli madenlerin girişi teşvik edilmiş, çıkışı istenmemiş; böylece, para arzının yeterli seviyede tutulması amaçlanmıştır.
Çift ya da çoklu metal sisteminin uygulandığı dönemlerde, bazen altın ve gümüş (veya bazen bakır) paralar arasında, bazen de iki ayrı altın para (özellikle nisbeten değeri düşük Mısır altınları ile değeri yüksek İstanbul altınları) arasında ‘kötü para iyi parayı kovar’ şeklinde ifadesini bulan Grasham Kanunu etkili olmuştur.
Ülkede zaman zaman ortaya çıkan altın ve gümüş darlığı, para arzının ve toplam talebin darlığını beraberinde getirdiği için, ekonomik daralmaya ve deflasyona yol açmıştır.
Ülkede zaman zaman ortaya çıkan altın ve gümüş darlığı, para arzının ve toplam talebin darlığını beraberinde getirdiği için, ekonomik daralmaya ve deflasyona yol açmıştır.
Darphaneler birer mukataa2 niteliğinde idi. İmparatorluğun önemli merkezlerinde
darphaneler kurulmuştur. Ancak, para krizlerinin yoğun olarak yaşandığı dönemlerde taşradakilerin çoğunluğu kapatılmış olsa da3, İmparatorluk sınırları içerisinde genellikle darp hürriyeti korunmuştur
Osmanlılar, sınırlarının genişlemesi üzerine, merkeze uzak bölgelerde para bölgeleri
oluşturmak suretiyle; o bölgeleri daha önce kullandıkları para birimini kullanmaları konusunda serbest bırakmışlardır.
SONUÇ
Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü altı asırdan uzun süre zarfında uygulanan para sisteminin ve değişik dönemlerde icra edilen para politikalarının hangi koşullar altında nasıl uygulandığı ve ne gibi sonuçlar doğurduğu incelenmiştir. Çalışmada, önce bu çok uzun dönem zarfında geçerliliğini büyük ölçüde koruyan bu ilkeler, aslında Osmanlı öncesi diğer Müslüman devletlerde de değişmeyen bir gelenek halini almış ilkelerdir. Fakat, altı asrı aşkın bir zaman zarfında doğal olarak yeknesak bir para sisteminden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Çünkü, para sistemini belirleyen sosyal, ekonomik ve politik koşullar zamanla değiştikçe, uygulanan para politikaları da değişmeye mahkum kalacaktır. O nedenle, biz de çalışmamızı daha analitik olması bakımından dönemlere ayırdık.
Bu dönemlerden birincisi, İmparatorluğun başlangıcından, Fatih döneminin sonlarına yakın süren nispeten istikrarlı bir dönemdir. Bu dönemin ayırt edici özelliği, gümüşe dayalı tek metal sisteminin hakim olması ve II. Mehmet döneminde devlete gelir sağlamak amacıyla altı defa büyük tağşiş uygulamasına müracaat edilmesidir.
İkinci dönem, ilk altın sikkenin bastırıldığı 1479 yılından 1586-87 büyük tağşiş kararının alındığı tarihe kadar geçen dönemi kapsamaktadır. Bu dönemin temel özellikleri olarak; güçlü altın paranın tedavülde olmasının yanı sıra, diğer ülkelerin paralarının da kullanımıyla çoklu metal sistemine geçilmesi ve hatta İmparatorluğun merkeze uzak bölgelerinde farklı para tedavül bölgelerinin oluşması ve son olarak da, iktisat tarihçilerinin ‘fiyat devrimi’ dediği zaman içerisinde enflasyonist ortamın doğmasıdır.
Üçüncü dönem, 1586-87 büyük tağşiş kararından yaklaşık olarak 17 yüzyılın sonlarına kadar geçerli olan bir dönemdir. Bu döneme damgasını vuran, 1586-87 büyük tağşiş kararı olmuştur.Zira, bu karar, devletin para sitemini kısa vadeli sikke tashihi politikalarına kurban etmiştir; yabancı ülke paraları yerli parayı ikame etmeye başlamış, ‘pul’ olarak addedilen bakır paralar piyasada bollaşmış ve para kalpazanlıkları revaç bulmuştur. 17. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren dördüncü dönem, yeniden milli paraya dönüş ve nispi olarak istikrarın yakalandığı yıllar olmuştur. Ancak, bu dönemde özellikle II. Mahmut döneminde yapılan bir dizi gereksiz tağşiş uygulaması, devletin para sistemini ve mali yapısına büyük tahribat vermiş ve ardından da tağşiş uygulamalarından ebediyen vazgeçilmiştir.
Son dönem ise, 19. yüzyılın ortalarından İmparatorluğun sonuna kadar geçen süreyi kapsar. Bu döneme damgasını vuran özellik, devletin finansman kaynağı olarak tağşiş politikasını terk etmesiyle birlikte, çöküş döneminin ve kaybedilen savaşların getirdiği giderek artan finansman sorununa yeni bir kaynak olarak başvurulan kaime uygulamaları, başarılı netice vermemiş, kağıt ve madeni paralar arasında sık sık git-gel politikaları yaşanmıştır. Bu politikalar, ulusal ve uluslararası düzeylerde para sistemine olan güveni büyük ölçüde yok etmiş ve dış borçlanma giderek tek finansman kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak, bu da çözüm
olmak yerine, İmparatorluğun emperyalist devletlerin pençesine düşüş sürecini daha da hızlandırmıştır.
.
KAYNAKÇA
DÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE CUMHURİYET BANKASI, TÜRKİYE CUMHURİYET BANKASI YAYINLARI, 2008
EKREM ERDEM, ’’ OSMANLI PARA SİSTEMİ VE TAHŞİS POLİTİKASI: DÖNEMSEL BİR ANALİZ’’ BANKACILAR DERGİSİ, SAYI,56 2006
NECLA DURSUN, ’’ KONYA ETNOGRAFYA MÜZESİNDE BULUNAN OSMANLI KLASİK DÖNEMİ SİKKELERİNDEN ÖRNEKLER’’ ULUSLAR ARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ CİLT,5
OĞUZ TEKİN ’’ SİKKE’’ TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ CİLT, 37
RUHİ ÖZCAN ’’ OSMANLI DEVLETİNDEN XVII. YÜZYILDA YAPILAN SİKKE TASHİHLERİ’’ TÜRKİYE ARAŞTIRMALAR DERGİSİ
YUSUF MAYDA ’’ OSMANLI SİKKELERİYLE TARİHE YOLCULUK’’ GÜMÜŞANE VALİSİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.