- 506 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÇEKİNCE
Zifiri karanlık çoktan zikretmiş adımı.
Sayısız mum dizili odada boylu boyunca. Titrek gölgeler oynaşırken çapkınca, ahenkle ıslık çalan rüzgâr hınçlı bir ihtirasla söndürmekte aydınlığa tutunmaya çalışan mumları. Az da olsa nükseden aydınlığın tek mimarılar oysaki…
Korkmamak mümkün mü: Hem soğuk hem karanlık üstüne üstük basireti bağlanmış bir yalnızlık…
Üşengeç bir tavırla yelteniyorum adımlamaya ve duraksıyorum yeniden. Ne mecalim var ne de isteğim. Tüm isteklerim söndü alevi yitip giden mumlar gibi.
İki seçenek serili önümde: Ya kalmalıyım ya da bir hışımla terk etmeliyim bu izbe ve metruk âlemi. Koyu ve dipsiz bir kuyuda kaybolmuşçasına perperişan bir tek edilmişlik…
Bir başına ve bir o kadar dirayetsiz. Alışkın olmalıyım oysa öyle ya ahir ömrümde kim tuttu ki elimi.
İyice ayyuka çıkan alayları duymamak ne mümkün. Kendi sefilliğim yetmezmiş gibi işin yoksa bir de kayıp ruhlarla uğraş dur. Belli ki neşesi yerinde haricimde kim varsa. Neden nasiplenemedim ki azıcık da olsa sahip olamadıklarımı. Komik bir o kadar da umarsızım. Kendimden mükellef olduğum gerçeği yine bir tokat gibi yüzüme çarptı. Aldığım darbelerin haricinde ne derece önem arz edebilir ki tüm bu gerçeklerin çıplaklığı.
Ne kolay olurdu aralarına karışmak tabii ki görünmez olmam kaydıyla.
Varsın savruk benliğim meyletsin isimsiz ve tahakküm altındaki hiç var olmamış sanrılara. Biraz benzer bir o kadar uyumsuz.
İki kapıdan birini seçmeliyim. Aydınlık ve karanlık bir bahçenin girizgâhı kapılardan biri. Biliyorum da üstelik hangisini seçmem gerektiğini. Diğer kapının nereye açıldığı ise bir o kadar meçhul. Kim bilir belki de uçsuz bucaksız yeni bir boşluktur içine girdiğimde hepten kaybolacağım. Alışkınım kayıplara ve kaybolmaya. Çoktan kaybolmuşum ilk günden beri üstelik. En kötü ihtimalle iyice görünmez olur ve karışırım kayıplara ve nihayetinde sıvışırım bu rezil ve kepaze dünyadan. Ben istemedim ve seçmedim de üstelik ne varlığımı ne de mekânımı.
Çekincelerim öylesine sarıp sarmalamış ki ne öncesindeyim yaşanmışlıkların ne de bir adım dahi atabiliyorum bir sonraki basamağı geçmek adına.
Yüzü ve bedeni olmayan bir falcı beliriyor ıstırap içindeki ruhuyla. Olmaması gereken ne varsa mevcut görünmezliğinde. Belli ki bir ömür boyu sarf ettiği kehanetlerin vebalini ödüyor. Vuku bulan derin bir huşu içinde sokuluyorum yanına:
-Sen yoksun ki, diye serzenişte bulunuyor.
-Madem ki yokum nasıl görebildin, dememle hissettiğim ne varsa karışıyor bilinmezliğe ve yok olup gidiyor.
Her şey ve herkes imkanızlıkların gerçek bir tezahürü. Onca yalıtılmış düş, gerçek sandığım binlerce yanılgı ve dibe vurmuş istem dışı sayısız muhalif düşünce…
Varlık ve yokluk arası gidip gelen ve sonu olmayan bir tren belki de tüm kompartımanları boş. Keza kendimden bile şüpheliyim artık; bu yolun yolcusu muyum, diye.
Sabaha daha çok var. Ve biliyorum ki güneş de küskün ve yılgın. Birbirimize olan küskünlüğümüz ve hıcımız yetmezmiş gibi kâinat da çekti elini eteğini. Dünya diye addettiğimiz her ne ise sonunda benzedi bizlere: Kir pas içinde, yalanla yıkanmış ve bir o kadar uzağında masumiyetin.
Ne düzen kaldı ne de sıra sıra dizili kaide. Yetmezmiş gibi tüm ulvi ve ruhani varlıklar da uzaklaştı. Körelmiş zihniyetlerde at koşturan onca çekince…
Eşikte beklemekte seçim sahipleri: Ya şimdi ya da hiçbir zaman…
Fazla seçenek de kalmadı zira. Yaradan bile öylesine muzdarip ki donuk ve kifayetsiz ruhlarımızdan. Suç teşkil eden ne varsa sorumlusu her kim ise gömdü başını kuma en dibine üstelik. İsteyen istediği kadar kamufle etmeye çalışsın kirli emellerini. Zayiat çoktan verilmiş.
Ey, aydınlık yarınlar ve kaybolmuş tüm ihtimaller! Söyleyin nereye saklandınız?
Çakan şimşeklerin eşliğinde geçici de olsa aydınlanmakta gökyüzü ve tüm günahlar bir bir yağıyor başımıza: Ölü bedenler, istiflenmiş kefaretler, savruk arzular ve dipsiz sancılar. Ve ne varsa yıkıp geçiyor kâinatı. Çok geç artık. Dönüşü olmayan bir yo sonunun olmadığı.
Çekinceler hepten mülteci kamplarına firar etti.
Ne başımızı sokacak bir sığınak var görünürde ne gizlenecek boş bir kuytu.
Hepten yitip gitti sesler. Ne tek bir hıçkırık ne de tek bir kahkaha.
Bilinçaltının tüm gizemi daha da depreşti. Belli ki son perde sahnelenmekte. Ve başrolde İlahi Güç.
İnsanoğlunun zafiyeti, tüm ihtirası ve bitmek bilmek istekleri hepten yıldırdı ve bozdu kainatın düzenini.
Nifak tohumları filizlendi nihayetinde…
Buraya kadarmış. Bir nebze de olsa tek bir umut yok artık. Dönüşü olmayan bir yol.
Yalnızlık bir ömür boyu. Ve tamamen yanık körelmiş bağnaz varlıklar çoktan hükmünü kaybetmiş.
Yenilmez bildiğimiz varlıklarımız şimdi nasıl da dize geldi.
Gün bugün. Dün, bugün ve yarın derken işte tükendi zaman.
Sadece O ve yarattığı biz kulların affedilmez ihaneti. Önce kendimize ettik ihanet ve ardı arkası kesilmedi.
Çekinceler savdı sırasını. Bizle savdık sıramızı. Her şey geride kaldı artık. Öylesine geç ki…
YORUMLAR
İşte arayış !
Sevinç yaşlarıydı gözlerinden akan. Düşer gibi bir hali vardı, ardından sersem bir kurşunun hedefi bilmez tavrına benzer yar sürgünü. Akan yaşların kirlettiği gün anısını tekrar düzeltemeyeceğime göre, yeniden diyordu. Şimdi bir kez daha, son defa diyordu. Bahçe kapısından gelen sese doğru başını cevirdi. Ses kendi sesi gibi, çığlık sanki onun ağzından çıkmış kocaman bir dağ ovasında sesin yankılanıp tekrar kendine dönmesi gibi. O ses kendisine ait olmadığına göre, kendi sesini taklit eden neydi, kimdi?
Merakını gidermek için bahçe kapısını açtı ve kendi kendisiyle karşılaşmanın heyecanı ve korkusuyla yere düştü. Düşmesi o anda kendi kendine soru sormasına engel değildi. Akıl kayması, akıl göçü gibi. Yere düşenin kendisi mi yoksa o mu olduğu? Eğer o ise ayakta olan ben mi? Peki iki ben-in durumunu gören diğer ben kim? Yere ilk düştüğünde bir yanının buz kestiğini diğer yanının ise bin yıldır yanan ateş parçasından alınan bir köz gibi. Sadece hissediyor. Dizlerinin üzerine oturduğunda sıcakla soğuk arasındaki farkı hiç böyle hissetmediğini anladı. Evet, bahçede üç kişi vardı. Her bir kişi kendiyle konuşuyor, kendine soru soruyor. Birbirlerini görmenin dışında başka hiç bir şey yoktu. Acaba onlarında mı bir yanı buz bir yanı yangın yeri? Neden üç kişi? Neden ben? Ben mi bunları takip ettim yoksa onlar mı beni?
Hava karardıkça görüş alanımın azalması, kendini kendinden uzakta görüp kendini seçememesi ve sol yanındaki buz gibi donmanın sağ yanındaki ateşin cayır cayır yanmasına neden engel olamaz diye düşünmeye baslar. Her düşüncenin ardı merak edilmezdi. Merak sonla başlar sonla biterdi. Ama daha dün yola çıkarken dilinden düşenleri beyninden yollamıştı.’’ Günahlarımızla yan yana yürürken sevaplarımıza gülüyoruz. ‘diye.N.D
Saygılar
Gülüm Çamlısoy
Doğru da diğer yandan: Günahlarımızla yan yana yürürken gülmekteyiz sevaplarımıza.
Ne demişler: Son gülen iyi güler...
Sonsuz teşekkürlerimle.
Selam ve saygılar...
Gülüm Çamlısoy
Yürekten teşekkür ederim.
Güzellikler hep sizinle olsun.
Sevgiler, sonsuz selamlar...
Davidoff
Kızımın tezi için uzun zaman ayrı kalmam gerekti, kusura bakmayın.
Sevgiyle Gülüm.
Gülüm Çamlısoy
Çok çok teşekkür ederim.