- 677 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yalancı Cennet
Kıyıdayken denizle anlaşıp arkamdan itiverir rüzgar. Sert bir tokat gibi çarpan dalga içine çeker beni. Boğum boğum sarmalayıp bir süre ezdikten sonra yine fırlatır kıyıya. Deniz, ne zaman hazmedemeyeceği, kafası karışık ya da uyuşuk birini görse onu sakız gibi çiğneyip tekrar ince kumun üstüne tükürmekten keyif alır. Gezinirken birden kararır hava. Memleketin dört bir tarafında, yerin hem altında hem de üstünde, zorbalığa direnirken hunharca katledilen masum insanların kanıyla bozarır bulutlar. Ardından karanlık bir kuyuya akan su gibi isteksiz, köpüklü, öfkeli bir kızıllığa bürünür deniz. Şiddetli bir yağmur bastırır. Son bir ümit, Nisan yağmurlarının ferahlatıcı serinliğine sığınıp teskin olmayı umarken, yağmur damlaları, sandığımın aksine arındırıcı bir okşayışla değil gözyaşı gibi acı ve ağıt yüklü dokunur tenime. Affı olmayan günaha benzer koyu bir leke sinmiştir tabiatın üstüne. Grinin meşum tonlarıyla hüzünlenir kızılağaçlar, gölgelerden ürperir kiraz kuşları, çamurun içinde boğulur kır çiçekleri. Şimdi yağmur, kaynatılmış çam sakızı gibi sünerek sicim sicim yağar yeryüzüne. Kaygısızca açılan şemsiyeler, kuru kafaları ve kuru kalpleri koruyamaz olmuştur yağmurun yalımından. Bu azap ateş misali yakar düştüğü yeri. Bizler temizleyemiyorsak bu kara lekeyi, çekilsin güneş, sönsün yalancı cennetimizin son ışıkları. Belki o zaman cehennemin dibinde olduğumuzu görür, kefaretini hep birlikte öderiz bu yüz karasının.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.