- 870 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEKTUP VAR!
Mevsimler tersine döndü mü, ne? Çocukluğumdaki damlardan sarkan kılıç boyu buzlar, iliklerimize işleyen ayaza aldırmadan tahta kızaklarla kütür kütür sesler çıkararak, mutluluğa uçuşumuz hala belleğimde silinmesi imkansız derin bir iz olarak kalışı, yok mu. Açlık yoksulluk; o da ne? Umurumuzda mı dünya!
Şimdi ise: Fırtınayla kol kola gelen yağmur, bizim korkulu rüyamız adeta. Üstüne üstlük bir de hortum belası. Bir iki aydır öfke kusan hava muhalefetiyle kanka olduk sanki. Kazanın kaynaması için koşturmak lazım. Kız alıp vereceğiz ya... Kayserili değilim ki; “elime say mangırları da göğsümü gere gere kız istemeye gideyim, “desem. Baba olunca işler değişiyor. Kıyamıyorsun evladına.
- Çok seviyorum!
Bu iki kelime, içindeki bütün olumsuzlukları yerle bir ediyor. İşte o zaman mevsimlerin bile delirmesi vız geliyor. Cengaverler gibi doğa şartlarına direnmeyi göze alıyorsun.
Sonuçta sen de etten kemikten bir ademoğlusun. Dayanmanın da bir sınırı var. Gün geliyor tökezlenip kalıyorsun.
Davulcunun davulunu acımasızca döverken gümbür gümbür seslerin kulak zarlarını patlatırcasına çıkarmasına öykünürcesine havanın gökgürültüsü ve şimşeklerin parıldamalarıyla biraz sonra başımıza geleceklerin neler olduğunu anlamakta zorluk çekmiyoruz. Biz pazarcılar zamanla yarışıyoruz adeta. Kaptanın, “yelkenler fora” komutuyla tayfaların görev başına koşuşturmaları gibi biz de sanki yangından mal kaçırmaya başlıyoruz. Naylon poşetlere adeta boca ediyoruz sattığımız emtiaları. Naylonlarla tezgahın üzerini kapatıp, biraz sonra bizi adeta mermi manyağı yapacak olan fırtınanın, tufanın şamarını yüzümüzde patlatmasını umarsızca beklemeye başlıyoruz. Gözlerimiz öfkeden siyahlaşan bulutlarda oluyor tabiî ki…Bir taraftan da çadırlarımızın balon gibi uçmaması için de gerekli tedbirleri almayı ihmal etmiyoruz. Kimileri orta direkleri yan yatırıp çadırın tezgahın üzerine yatmasını sağlıyor, kimileri de demirlere adeta kendilerini yapıştırıyorlar. İşin ilginç yanı ise müşterilerin bize tafra yapmaları.
“ Şu malı çıkar bu malı çıkar. Aman canım erkenden mal topluyonuz.”
Koyun can derdinde, kasap et derdinde. (Defol git ya başıma bela mısın sen.) Hele de fırtına koptuğunda sakın çadırımın altına saklanma.Kafana demir falan gelir bir de senin derdinle uğraşmayayım!( Tatlı dilli olmanın zamanı değil şimdi)
Evet dostum, fırtınayla tokalaştığımda ne halde olduğumu sakın sorma. Öyle bir hatır gönül aldı ki üç gündür yatak döşek evde yatmaktayım. İlaçlar…İlaçlar…
Aslında sana farklı bir mektup yazmayı düşünmüştüm. Şöyle gönül dolusu, kelimelere dans ettirip seni hayal aleminde kanatlandırıp uçurtmak isterdim. Hayal etmek çok güzel. Zaman ötesinde kendini ışınlamak gibi bir şey. Bütün kötülüklerden soyutlanarak. Zaten en özgür kaldığımız yanımız da hayal etmek değil mi? Bedenlerimiz tutsak olsa da demir parmaklıklar bize vız gelir. Biz yine kırlarda uçuşuruz özgürce. Çünkü biz özgür yaratılmışız. Mayamızda hep esarete karşı koymak var.
Neyse dostum. Bu arada hastalıkla boğuşurken Vedat Türkali’nin yediyüz küsür sayfalık Bir Gün Tek Başına’yı ekmek yer gibi yedim. Ben bu romana bittim ya. Kahramanları pek hoşumsa gitmese de demek ki her profilden farklı bir dünya çıkıyormuş. Zaten her insan ayrı bir dünya değil mi? Romanın baş kahramanı Kenan’a çok kızdım valla. Elimden gelse evire çevire döverdim herifi. Ya senin gül gibi karın, boyunca kızın varken meyhanede tanıştığın yirmi yaş küçüğün kıza aşık olursan işte öyle başına gelmedik kalmaz. Ya kıza ne demeli?.. Bir de üniversite mezunu. İnsan burjuva olursa ayakları bir türlü yere basmaz işte bunlar gibi. 1960 öncesinin toplumsal yapısını irdelemesi açısından da kavi bir roman… Şimdi ise elimdeki yine aynı yazarın Mavi Karanlık romanı…
Dostum, mektubum canını çok sıktı biliyorum. Burada fazla gevezelik yapmadan cümlemin sonuna nokta koyacam. Sen de benim için bir şeyler karalarsan sevinirim.
Hazan yaprakları yerlere savrulduğunda görüşürüz belki…Belki?
Kazan dolusu selamlar…
Hoşça kal…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.