- 483 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bilge Tanrı
Bilge tanrı
Eğer bu gün ki düşüncelerim dün düştüğüm çukurdakilerle aynıysa, kendimi, "gelişmemiş bir günlük kayıp kişilik" olarak yorumluyordum. Zaman zaman da kaçış-dönüş dönemleri yaşıyordum. Bir zaman keyifli günler geçirdikten sonra yine kaçmak istiyordum insanlardan. Kaçıyordum da. Kaçtığım yer çok uzaklardaydı. Benden başka hiçbir insanın gelip giremeyeceği bir sığınak! Hani her insanın kapandığı o kahrolası karanlık dünyasına. O sığınakta günlerin nasıl geçtiğini, neler yaşandığını, acının; etten kemikten bir bedene dönüşüp karşıma geçip nasıl oturduğunu kimseler bilemezdi. Bilemeyecekti! Uzunca bir içe kapanış döneminden sonra muazzam bir kaçış isteği duyuyordum. Bu kaçışlarla yeni mekânlar, yeni insanlar, yeni kişiliklerle tanışıyordum. Ve bana öyle geliyordu ki bu kaçışlardaki amacım, yabani bir insanın şehre inip, bu gülüpdurangiller den birini yakalayıp sığınağıma götürmekti. Bir sığınak ki tüm yaşamımın kumanda merkezi. Burası koca bir dünyaydı: ovalar, yaylalar, dağlar, ufuk çizgisinin ötesindeki uzak diyarlar, okyanus ülkeleri, köyler, şehirler, mabetler, yarı çıplak kadınlar, tam çıplak kadınlar, kara çarşaflılar, aksakallılar, toklar, yarı açlar... Karın, yağmurun, kavurucu güneşin, tipinin, sisin birbirine girdiği bir doğa. Dört mevsimi yaşıyordum sığınağımda. Küçük, dört duvar arası bir sığınak değildi orası. Tel örgülerinden arınmış, savaşların, tiyatro gösterileri olarak sunulduğu koca koca salonlara, denizlere, okyanuslara, dev şarap mahzenlerine sahip ucu bucağı olmayan koca bir diyar. Oranın kralı bendim. Padişah mı desem, yoksa kozmos’u mu? Bazen bir kraliçe bulmak için kaçış dönemine giriyordum. Bu dönemlerde sığınağımda kırk gün kırk gece bayram havası yaşanırdı. Yani, galiba yaşanırdı! İçten içe hissediyordum bunu. Ama ister kaçışımda olsun ister dönüşümde, bu gidiş dönüşler hep tek kişilik yolculuklarla sonuçlanırdı. Kimseler gelmezdi. Günün birinde anladım ki herkes kendi sığınağında yalnız yaşıyordu.
Bu böyle olmayacaktı. Her deneyimin aynı sonuçlarla tekrarlanmasından usanmıştım. Öyle bir şey yapmalıydım ki herkes mutlu olmalıydı. Ne kimse yargılamalı ne de benim gözüm kalmalıydı ardımda. Mesela öldürmeliydim kendimi. Yaşayamadığım, umudumun kalmadığı yarınlarda aklım da kalmazdı. Dostlarımı sorarsanız, hallerinden memnunlardı ki: kendi sığınaklarında kimi kralıyla kimi de kraliçesiyle oynaşmakla meşguldü. Belki devletim üzülebilirdi bir tek! Bir vergi bir vergidir. Oradan da yırttık Ehriman. Birini öldürsen bilmem ne kadar hapis verirler. Ama kendini öldürdüğünde iş başka, cezası yok. Kanun boşluğundan yararlanmalıydım.
İşte bu tutarsızlar mahvediyor tanrısallığımı. Zincirlerim boş düşüncelerin elinde. Ben kendimi böyle yetiştirmemeliydim! Oysa suçun kimde olduğunu da anlayabilmiş değilim. Bilgiye olan açlığım hiç kaybolmamıştı. Ama edindiğim bilgilerle de tam manasıyla yaşamın orta yolunu bulamıyordum. Mesela roman denemeleri yapardım çocukluğumda, bir sayfalık romanlar! Bana sorarsanız bunlar "denemeler" değil, başlı başına başyapıtlardı. Ama kimse sormadı bana. Babam,"bu çocuk çok büyük adam olacak" derdi. Ama büyük adam nasıl olunur, kime benzer, neler yapar, hiç bahsetmezdi bunlardan. Büyükler işte, en ufak bir cümle kursan büyük adam yapar çıkarlar seni. Böyle böyle pofpoflarlar, büyüdüğünde de büyük adam olduğunu zannedersin. Çoğu kez bir bok olduğun da yoktur hani. Yaşamanın orta yolunu öğretmezler, nasıl yaşanır, nasıl gülünür, nasıl ölünür öğretmezler. Ölümden sakındıkça, seni de sakındırırlar. Cinsellik hiç konuşulmaz. Meme emen bir bebeğe henüz ilkokul çağında o "meme" yasaklanır. Tabi sen o yaşta,"dur bakalım hele! Emmeyeceğiz öğreneceğiz" diyecek kadar olgunlaşmamışsındır. On beş yaşlarına geldiğinde kız arkadaşını öpmek için en az iki ay bekleyeceksindir. O kadar da yasak değildir canım! Cinsel tabular bir kale gibi durur önünde. Cinselliğin o kadar da kötü bir şey olmadığını öğrenmen için evlenmeyi bekleyeceksindir. İlk deneyim sonrası eğer iyi bir terbiye almamışsan,"vay üçkâğıtçı vay" diyeceksindir seni var edene! Benim gibi yaşamın orta yolunu bulamayanlar da böyle böyle soğuyacaklardır hayattan.
Büyük adamlık meselesini unutacaksındır büyüdüğünde. Çocukluğunun o muazzam rüyalarını büyürken yavaş yavaş körelttiğinden mutsuzluk hastalığına yakalanacaksındır. Büyük adam, yiyecek ekmeği bile zor buluyordur çünkü. Ne çünküsü, bulamıyordur. Başka insanlara bakarak bu işin nasıl yapıldığını öğrenmeye çalışacaksındır. Göreceksindir ki hırsızı, arsızı, sapığı, dolandırıcısı... Bir yönden hak vereceksindir babana. Böyle insanlar karşısında gerçekten de büyük adamsındır. Ama içinde her zaman bir eksiklik, yalnızlık, doldurulamayası bir boşluk ve doyuramadığın ama neye aç olduğunu da doğru dürüst kestiremediğin bir kopukluk her zaman var olacaktır.
Büyük adamlık yolunda ilerlerken, Nazım Hikmet’in,"büyük insanlık" şiirini keşfedeceksindir:"büyük insanlık gemide güverte yolcusu." Tüm yolcuların aslında yalnız olduğunu anlayacaksındır. Yalnızken acı çekmek de büyük adamlığın olmazsa olmazıymış meğer, diyeceksindir. "Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter!" Karnındaki açlığın namuslu gurultusu, tam bir Nazım hayranı olacaktır.
Hiç kimse büyük adamın fotoğrafını eline tutuşturmadığı için, her adıduyulmuşgillerin peşine düşeceksindir. Kimi bir yazarın veya şairin ya da bir devlet adamının hayranıyken, sen, yeni keşfettiğin hiç bir adıduyulmuşgiller’den emin olamayacaksındır. Kimdir büyük adam? Adolf Hitler mi? Karl Marx mı? Yoksa ikisini karşılaştırmaya çalışan bir zihniyet mi?
Günü geldiğinde büyük adamlığın bir insanı değil, bir davayı, bir yolu ima ettiğini anlayacaksındır. Nazım Hikmet-Ahmet Arif! Bu büyük iki adamın altında sıralanan yüzlerce, milyonlarca büyük adamlar... Hepsinin de henüz yaşarken idealleri uğruna ezilenlerin yanında savaştıklarını ve hepsinin de henüz ölmeden nasıl yalnız, nasıl acı çektiklerini göreceksindir. İçinde, hiçbir şeyin söndüremeyeceği çoktan yakılmış o ateşi fark edeceksindir.
***
Herkes teker teker gidecektir hayatından. Ya da sen onlarınkinden. Bu gidişler ateşi tetikleyen önemli gelişmelerdir. Bir gün benim de hayatımdan herkesin gideceğini, bir kadının beni terk etmesiyle anladım. Öyle normal bir terk ediş de değil: parmağa takılan, iyi günde ve kötü günde gidişi. Koca adayımız da hoşlanmamış benden. Aynı yatağa birlikte gireceğimiz için olmalı sankileyim! Sultan ile olan iyi arkadaşlığımızı evliliği bitirdi. Bir bir eksiliyor telefon rehberimden isimler. Evlilik başka bir hayat Ehriman. Yeni bir dünya, yeni bir aile. Yeni bir yaşam tarzı işte anla! Bireyler, bu yeni yaşamda geleceğe dair planlar kurmaktan zevk alırlar. Eski alışkanlıklar körelir. Karı koca evde film seansları, don atlet gezinmeler, biri çoraplarını sağa sola atarken diğeri de boyuna ardını toplar. Bu yaşamda eskisi gibi olmaz dostluklar. Biri diğerinden karısını, diğeri de kocasını kıskanabilir. Vefayı düzen, işte bu düzen. Yeni yaşama eskisinden fazla zaman ayrılırken, hayatın ağırlığı bu yeni yaşamda pekiştirilmiş dostluklara ayrılmış olan zamanı oldukça kısaltır. Bizim seninle olan kardeşliğimizi de anlamazlar Ehriman. Sahi Ehriman! Sende evlenecek misin? Ya kocan adımı duyarsa? Hazetmezse benden. Gençliğin deli esintileri mi yoksa dostluklar Ehriman? Sende bana ihanet edeceksin. Hem de iyigündevekötügünde gillere karışacaksın biliyorum. Ben bu yaşamda evlenmemeyi planlıyorum. Diğer doğuşumda belki!
Gelgelelim hayatım da bir kadının olmamasına! Hiç kimse çıkmıyor karşıma, çıkanlarla da elektrikselleşemiyoruz! Fatura hep bana yansıyor. Elektrikçinin son kızı da bir denizciye kaçmış! Çoğu çoğunun dengi bile değil ama yine de evleniyorlar. Sonra da, "boşol boşol boşol." Benim inancım yok. Bu yüzden, "benimle evlenecek kadın yaşadı" diyebileceğim kadın galiba yaşamıyor artık!
Hayat keşke tabelalarla dolu olsaydı. Kaybolduğumuz zaman onlarla bulabilseydik yolumuzu. Kader, gerçekten var olsaydı Ehriman. Mesela yeni doğan bir bebeğin kundağında bir not bulsalardı, "senin mutlu olabileceğin tek kadın-erkek şu adreste, şu gün şu saatte doğdu/doğacak!" Oldu olacak Ehriman! işte o zaman mutlu olacağımıza inanabilirdik. Ama ben bu bahta sahip oldukça, benim adresimdeki ana bebeğini defalarca ölü doğuracaktır... Çocukluğumda yazmaya çalıştığım romanı saçmalıyor olmalıyım...
Dünya çok kalabalıkmış Ehriman, öyle diyorlar. Herkesin karşısına mutlaka birisi çıkar... Bana ne bundan? Dilini bildiklerimle anlaştım, bilmediklerim mi kaldı? Sonuç:"iki farklı kültürde yetiştik biz. Senin ülken, benim dilimi konuşmuyor!" En iyisi böyle yaşamak! Böyle ağırdan, böyle sorumsuzca, böylesine yalnız... İyigündevekötügündegillerle aramdaki fark, onların bir takım mutlulukları yaşayıp benim ise yaşamayacak oluşum mu? Olsun. Ailesiz mi? Olsun. Cinsel ilişkisizlik mi? Ona da eyvallah. Dost hayatı diye bir şey var. Nasıl olmaz? Hayır ben biliyorum bit oğlu bitin yeniğini! Onlar da kundaklarında ölü doğdular. Canı cehenneme. Yaşamın orta yolunu bulamayanlar, benim gibi bilgeliğe sıvıyorlar kollarını işte.
Günay Aktürk
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.