Birkaç Lüzumsuz Şey
Cumartesileri çok seviyorum. Bunun içindir ki bugün Pazar. Odadan yapmak parantezinde; kahvaltı, kahve ve çiş dışında çıkmadım. Bilgisayarı hayatımdan bir nebze de olsa ötelemek bana okumak ve yazmak gibi işlerde alan açıyor. Ben daha ziyade okumayı seçiyorum. Çünkü insan kendiyle yalnızca yazarken tam manasıyla karşı karşıya geliyor. Dikkat edin, baş başa kalıyor demedim.
Birkaç gündür omzumda inanılmaz bir acıyla uyanıyorum. Sağ omzumda. Ve her seferinde omzumun çıktığını falan düşünüyorum. Sağ kolum yatağa yapışmış bir halde bir süre yatakta kıvrandıktan sonra kalkmaya çabalıyorum. Yorgun uyanıyorum.
İnsan doğup büyüdüğü memleketini neden özlemez ? İnsan doğup büyüdüğü memleketini orda hiç yakını kalmamışsa özlemez. Zaten bir şehri güzelleştiren de anılardan başka nedir ki ? Bu güzellikte bile acı vardır şimdi. Bu güzellikte hiç arkadaş yoktur. Unutulmuşluk, zaten hiç olmamışlık… Kuru bir yutkunma vardır. Yine de dedemlerin bağ evinde çarpık çivileri düzeltmek istemiyor değilim, bir ağaç kütüğü üzerinde. Elimde çekiç. Eline vurursan orda da acı vardır.
25’e 5 varken ne kadar boş yaşadığım düşüncesi yakamı bırakmıyor. 25 dedim çünkü 25’ten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sanki. Belki olmaması çok daha iyidir. Neden böyle bir düşünceye kapıldım bilmiyorum. Gözlemlerim buna sebep olmuş olabilir. Artık telefon da çalmıyor. Birisi açmış olmalı.
Odamda iki tane duvar saati var. Biri 5:40 diğeriyse 10:40’da durmuş. Daha doğrusu durdurulmuş. Ben durdurdum onları. Dua etsinler sadece durdurdum, parçalayıp atmadım. Çünkü ikisinin de sesi –özellikle geceleri- beni deli ediyordu. Yoksa zamanla bir alıp veremediğim yok. Nefes alıyorum, hareket bile ediyorum biraz. Ve daha görünürüm.
Artık ben de bir axolotl’um Julio. Uzuvlarımı kemiriyorum.
H. Barış Beledin
ruveranva.tumblr.com