- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
haşim dursunoğlu-ard.öyk.370 yeniyazım
Çok çocuktum. Lisan sevgimin ilk baş özentisi Fransızca bilen Haşim Dursunoğlu’dur.
Yine böyle bir gündü.
"Yalanım varsa güne kör bakayım."
Haşim Bey kimdir?
Çokta idrak ediyor sayılmamdı.
Turist adam ve karısını sarılıklarından ayırıyordum.
Bize benzemiyordu.
Üst-başları elbiseleri bizimkine benzemiyordu.
Adamın sıyrılmıştı gömleği, kolunun üstündeki çilleri gözümle, boynunda, ensesinde arıyorumdum. Hanımını da tarassuta aldım. Başkaydılar.
Yeni sinema da filmleri, biz ve karşımızdakiler halinde ezberlemiştim.
Polonya ve Rusya savaşını anlatan filmde ezberim çuvallamıştı.
O tarz olur muymuş?
Gün-ü bugün hala öğreniyorum.
Haşim Bey, bugün Halk Bankası kavağında sağ ayağına elini gücenmiş. Turistle ritmli, ahengli, şiirli Fransızca konuşuyordu.
Edaları yabancı lisana uymuş.
Elleri, iki yana açıyorlar.
İsveçli sarı adam sol avucuna öteki elini kesme koydu. Kesinlik kazansın istiyor: ne diyorduysa.
Haşim Bey sağ başparmağını arkaya taraf Hanağı gösterdi.
- Mersi!...dedi.
Uşak canımlan çok özendim. Nasıl imrenmem: Ben de konuşabilseydim.
Yabancıca danışsam.
Söyleşsem ve bilişsem.
" Parmakla gösterseler."
" Ne yaman çocuk deseler!"
Haşim bey hanımıyla dünya turlarına çıkardı. Kurattı. Çocukları olmazdı. İleri düşünceli insandı. Avrupayı gezmeye tanımaya meraklı az kişilerdendi. Birde Kars’ta Manolya Pastanenin sahibi kardeşler; Avrupa’yı gezerdiler. Her sene sıraylan tura çıkardılar.
Haşim bey başında kahverengi fötr, sade gömleği. Çok kalite bir İngiliz kumaşından pantolun ayağında dökümlü. Nurettin Aktaş’a yaptırmıştı. Paçalı ayakkabısı rugan aynı renkti. Körluk çekmedi. Varidatlı insandı. Fransızcası konuştuğu dinlediği müzik ile bir pencereden Ardahan’a oradan Dünya’ya bakan bir büyüğümüzdü.
Çaykovisky hayranıydı. Steplerin tasvirinde düz Ardahan’ı hissederdi. Duyardı.
"Mister Brown" metinli İngilizce cep kitabı öğretmenimiz Korkmaz Uygur okutuyordu. Nebi Uygur’un oğlu.
" They dont’lu "cümleler yazıyor. Ben cevap veriyorum. Cesaretli olmam lazım onu anlıyorum. Öğreneceğim....
Lisan öğrenirken sadece lisanı mı öğreniriz? Hayır, herşeyini bilmeye başlarız. Konuşması, işitmesi, yazması, okumasını....
"Hülasayı kelam,
Neticeyi meram."
İngilizce revaçta; öğreneceğimiz bu.
Eskiden insanlar lisanı hiç yoktan öğrenmiyor muydu?
Eskiden kurs mu vardı?
- Ola yoksa: Bir fırıldağı olmasın bunun?
- Acaba
- Bulut, İngilizcesi: Kluuut
- Gene bir örnek ver.
- Fos’a onlar da: " False" fos diyor.
Cümle çeşiti her lisanda dört’ tür. Beşincisi yok. Cesaretli biri lisanı öğrenmek ne. Anasını ağlatır insan, vallahi!
Gecikerek öğrenmek için insanlar paralar ödüyor, demişti yaşlı adam.
Lisan felsefesi üzerine neler bilirdi neler. Onu Bursa’da Tayyare çay bahçesinde dinlemiştim. Öğrencilik yıllarımızın ilk başları... Heykel’de Ahmet Vefik Paşa tiyatrosunu geçince. Tayyare sineması ve burası... herşey ucuz.
Alabiliyoruz birşey isteyince... ada çayı içiyoruz. Saatlerce sohbetler, öğrenci arkadaşlarla habire tanışıyoruz. Çay parası mı; ikram yapıyoruz. Veya denkliyoruz. İlerde bu şansımızın bir daha kalmayacağını biliyormuşuz. Yaşlanacağımızı vesaire...
İhtiyar emekli biriydi. Günler görmüş geçirmişti. Gençleri seviyordu. "- Dünyada öyle bilme yöntemleri var ki, kimseler duymadan, sahibi ile ölüp gider." Kıskançlıktan veya umursamazlıktan ne sayarsan say demişti. Ben de çok anlarmışım gibi, ama beni uyandırdığını, çabaladığını nice, sonraları kavradım. Çok iyi insanların çok olmadığı da acı değil mi?
Turistler garaja geldi mi? Bizim evin karşısı, pencereden başımızı uzatır görürdük. " Wait, please!" diye seslenirdim.
Çıldır’a mı gidiyor Posof’a mı? Ayaküstü söyleşirdik. Malatyalı polis memuru Muharrem Abi de hemencik turistleri bir süzerdi.
Hamal Kadim dayı turistlerle konuştuğumu görmüş.
Evliyaoğulların kahvede:
- Şerafettin’in oğlumusun?
- Evet Kadim Dayı, dedim.
Beni cesaretlendirdi. Dilbent olduğumu söyledi. Bir pir-i fani, bir genci nasıl yüreklendiriyor. DİLBENT kelimesi duygu dünya mı ve zihnimi okşamış bilmenin mazotu, benzini gibi olmuştu. Kadim dayı rahmet istedi: ALLAH RAHMET ETSİN!
Nazan’ın düğünüydü, Newyorklu Andy’i Yaylacığa götürdüm. Pratik yapıyoruz. Otel Ferah’ta yerini ayırtık. Yürüyerek geri şehire ineceğiz. Rahmetli dayım Memet Azeri turiste çay ikram etti. Beni lisan için yönlendirdi. Lisanın önemi üzerine öyle şeyler söylediki!
Ceyhun’un düğünü: Geniş tahlukatımızın çoğu biraraya gelmişti. Sonra bir daha bir araya gelemediler: Emine Abla, annem: Güller ve Kızyeter Teyzem...
İlk defa o odayı görüyordum. Memet dayım söylüyor, biz dinliyoruz. Fikrim Memet dayımdan, Celil ağa’ya, onun da babası; Akçuhalı Paşa kişiye akıp gidiyor, derinliklere ilerliyordu.
" Beyond this " İngilizlerin dediği. Bundan ötesi.
Veya Necip Fazıl’ın dediği: Vedaların vedası.
"ÖTELERİN ÖTESİ."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.