- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Dokunamayacağın Kadar Uzak
Nasıl kabulleneceksin bu esareti?! Evet, tebrik etmedim seni yeni işin için. Dört duvar, bir pencere ve kâğıtlara hapsolmanda tebrik edecek yan bulacak kadar sakatlanmadı henüz bakışlarım çünkü. İşe girmeni, doğdukları andan itibaren beyinlerine pompalanan ‘doğru yaşam tarzı’na cuk diye oturan bir şey olarak gördükleri için; tabii ki onlar sarılacaklar sana, “hayırlı olsun” diyecekler.
9-5 arasını koca bir paranteze koymanı doğal karşılayacak onlar, yaşamı parantez işaretlerinin iki yanına salarak… “Sonuçta tüm gün de iş yerinde geçmiyor ya” diyecek gözlerindeki parıltı. Tabii parantez içinde kalan o sürecin yaşamın en yaşanası olduğu anlarına rast geldiğini es geçecekler, kutlama için sana aldıkları pastanın kreması ağızlarına bulaşmış gülümserken.
Tamam, itiraz eder gibi kaldırma kaşlarını hemen. Ben de biliyorum bir yaşamın 9-5 arası askıya alınmaması, tüm günün özgürce yaşayabileceğin anlarla örülü olması; ille de dolu dolu yaşadığın, esaretten kurtulduğun anlamına da gelmiyor tabii. Aylardır, hiç değilse görünürde özgürsün zaten. Yolları başıboş arşınlayıp duruyorsun, an be an kendinden soyutlanıp bir gölgeye dönüşerek. Gölgeleşmek iyi bir şey mi değil mi çözemedin henüz gerçi ama mutluluk da vermiyor insana; en azından buna eminsin.
İşe girmek en azından seni bedenine geri iade edecek, bu kesin. Sokaklarda amaçsız, kendi halinde dolaşırken kaybettiğin tüm anlamlar teker teker geri gelecekler kayboldukları yerden. Bir koltuk, bir masa ve bir ünvan gölge olmaktan kurtaracak seni, aslına döndürecek. Ayakların ses çıkarmaya başlayacak yine gümbür gümbür, bastıkları yerde. “Ben varım!” diyeceksin, “var olmak gerçekten bu mu” diyen incecik bir fısıltı yükselirken derinlerinde bir yerden. Susturmak için onu daha da gürültüyle basacaksın yere, gürültülü kahkahalar atacaksın.
“Çözüm ne peki?” diye soracaksın şimdi, değil mi? “Avare avare dolaşayım mı yine yollarda? Bol bol boş zamanı olan herkes gibi sürekli bakışlarımla içlerini mi boşaltayım önüme çıkan her şeyin?”
Çünkü bir hedefi olmadan yürüyen birinin bakışları hedefi olanınki gibi değip geçmez bakılan şeye, bunu ben de biliyorum. Sorgulayarak bakar, “tutunabilir miyim sana” der gibi. Bu yüzden O’nun için baktığı her neyse, taşıdığı anlam görünümünden çok daha önde gelir. O baktıkça o şeylere, onlar gitgide daha uzaklaşırlar anlamlarından, onu daha da yalnız bırakarak bu dünyada. Çünkü canlı cansız hiçbir şey sorgulanmayı sevmez.
Tamam, iş’te çalışmakla her şeye önceki anlamını geri vereceksin. Buna ne itirazım olabilir ki?! İşsiz olduğun süreçte sana yüzünü asan ne varsa yine gülümsemeye başlayacak, ağaçlar yine ağaca benzeyecekse; olsa olsa sevinirim buna, hatta mesele sadece bununla sınırlı olsa tebrik de eder, “hayırlı olsun işin” derim ben de.
Ama çelişki de burada ya! Sen işe girince dışarıdaki her şey, sen özgürce yanlarından geçip giderken bulamadığın o anlamlarına tekrar bürünüp, eskisi gibi nedensiz bir sevinç uyandırırlarken içinde, sen içeride olacaksın. Dört duvar arasında, hayatını 9 ve 5 adlı iki parantez işaretinin arasında askıya almış, uzaktan seyredeceksin pencerenin çerçevesine sığabildiği kadarıyla dünyayı. “Evet, dünya anlamlı ve güzel bir yer” diyeceksin… Bu büyük gerçeği ancak ruhun ve bedenin bu dört duvar arasına hapsolmuşken anlayabildiğin için çok kızacaksın kendine. Dünya dokunamayacağın kadar uzak bir yerdeyken…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.