- 597 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÎTİRÂZIM VAR
Bazı günleri özelleştirerek değerlerimizi koruma altına alma ihtiyacında oluşumuz insan fıtratının gerektirdiği bir durum olmalı.
Nitekim Rabbimizde, bizi koruma altına almak için din kavramını özel gün ve mekânlarla sabitlemiş.
Haram aylar, mübârek geceler, mübârek mekânlar gibi olgularla Rabbimiz, bizi korumaya almakla beraber, insanlığa günlerin ve mekanların özelleştirilebileceği konusunu da öğretmiş.
Zâten özelleştirdiğimiz günlerin mantığa ve ahlâka uyan kısımları İslâm inancı ile de birebir örtüşür.
Meselâ; Anneler günü, Babalar günü, Yeşilay haftası, Hastalıklarla mücâdele günleri gibi…
Hatta evlilik yıl dönümü bile, eşe bir teşekkür ve gönül alma ve Rabbe şükür amacında olursa güzeldir. Hem doğum günü, doğduğumuz yani insan olarak yaratıldığımız için bir şükür ve teşekkür mahiyetinde olursa ve dinimiz çerçevesinde kutlanırsa yine dinimize muhalif olmaz.
Tabi, Teoma’nın dediği gibi: ”bu gün benim doğum günüm, hem sarhoşum hem hastayım, bir bar taburesinin altında babamın öldüğü yaştayım” durumunda olmadıkça…
Yâni böyle ölümlere hem vicdanımız hem inancımız râzı olmuyor. Her insanın insanca yaşama hakkı var, bazıları para kazanacak, bazıları ideoloji oluşturacak diye neslimizin sarhoş olup kendini jiletlemesine, yavaş yavaş sefil hâle getirilip yok edilmesine bir destekte biz veremeyiz değil mi?
Ne yapabiliriz demeyin en azından kadere itiraz edene kadar, artık biraz da düzene itiraz edebiliriz.
Çünkü; dinimizin temel prensipleri de ana/babaya saygı ve merhamet duymayı, insanlara ve bütün canlılara âdil ve merhametli davranmayı ve sağlığa önem verip tedâvi gerektiren durumlarda tedâvi olmayı ve var olmanın bir şükür sebebi olduğunu öğretir.
Ancak şöyle de bir durum var ki, oburluk çağına girmiş gibi bütün değerleri sindirmeden hızla tüketiyoruz ve bunun sonucu olarak şımarık, asılsız günlerde özel günler olarak hayatımızın literatürüne hızla girdi ve giriyor.
Bir toplumun özelleştirilmiş günlerine, o toplumun dini ekseninin dışından bakmak doğru bir bakış açısı olmaz.
Bazı günler ve kültürel davranışlar, dışarıdan ithal edilmiş olsa bile sindirilmesi için, dinimize buna bağlı olarak toplumsal değerlerimize uygun olması gerekir.
Toplum yapısına ve kültürüne aykırı değerleri, o topluma empoze etmeye çalışmak toplum sağlığı için büyük risktir. Sindirilmesi yüz yıllar sürebilir ve bu zaman zarfında tarifi zor acılar ve aksaklıklar yaşanır.
Bir Toplumun ahlâkına ve kültürüne uymayan alışkanlıkları ne şekilde olursa olsun o topluma mal etmeye çalışmak o toplumun içine atom bombası atmaktan farksızdır.
Günümüzde ülkemiz insanının toplumsal yaşantıdaki çalkantıları, yani ruhsal ve adli sorunların tümü bu ithal kültür dayatmasının eseridir.
Düşünün! Sahiplenme ve kıskançlık duygusu Türk insanının kanında vardır. Son yüz yıllık geçmişimizde aile içinde yaşanan şiddetin kaynağı ne dinimiz ne örf ve adetlerimizdir.
Yaşanan olumsuzlukların en büyük nedeni, yüzyıllara dayanan kültürümüzü, yaşam tarzımızı ithalleriyle değiştirmek olmuştur. İşlenen töre cinayetleri, kıskanç, koca ve kardeş cinayetleri bu ithal kültür meselesinin bir sonucudur.
Bir Alman erkekle evlenen, bir Türk hanım bu konuya iyi bir örnek anlatmıştı. Anlatırken Alman eşi de yanındaydı ve biz şaşkınlık içinde “ Gerçekten mi!” Diye sorarken Alman adamcağızda acı acı gülümseyerek başını sallıyor eşini onaylıyordu.
Bu Alman’ın, yine Alman olan ilk karısı onu bir başka Alman erkek için terk etmiş ve o adamın evine yerleşmiş.
Terk edilen koca sizce ne yapmış olabilir; karısını çok seviyormuş, onsuz yaşayamam diye düşünüyormuş, iki üç ay boyunca her gün karısının sevgilisi ile birlikte kaldığı evin kapısının önünde beklemiş ve “karıcığım ne olur evimize dön!” diye yalvarmış.
Şimdi düşünün; ne kadar çağdaşlaşsa hatta dinini diyânetini ne kadar unutsa, sıradan bir Müslüman erkek, Türk olsun, Kürt olsun, Arap olsun bu seviyeye getirebilir mi?
Getirilemez ve sonunda birbirini boğazlayan birbirini katleden aileler türetilir.
Hani tek tek şahıslar bu hale gelse bile toplum olarak bu durumu kabul ettiremezsiniz böylece aldatılan eşler gidip günlerce aylarca eşinin sevgilisi ile yaşadığı evin kapısında “bana dön” diye yalvarmaz. Şahsen kendine sindirebildiği bu durumu dillendiremez en azından kınanma ve yuhalanma korkusuyla böyle bir şey yapamaz.
Yani toplumsal mantık ağır basar en ılımlı ihtimalle terk edilmeyi hazmeder ve bir celsede boşanır.
Siz hiç duydunuz mu? Bir Alman’ın ve ya İngiliz’in artist olmak için evden kaçan kızını vurduğunu, ya da şarkıcı olmak isteyen kız ve ya oğlunu evlatlıktan ret ettiğini. Ya da kızı evlenmeden hâmile kaldığı için ölüm cezası uyguladığını.
Bu uç noktaları bir kenara bırakalım, bizden başka kaç ülkede vardır, her üç beş yıl arası, farklı bir nesil yetişsin ve bir önceki nesli geri kalmışlıkla suçlasın. Değil dede/torun arasındaki görüş ayrılıkları, yirmi beş yaşındaki anne/babaların beş yaşındaki evlatları bile anne babalarının tarzını beğenmiyor.
Bütün bu yaşananları çağın gerekleri olarak görmek, kontrolü tamamen tesadüflere bırakmak olmaz mı?
Bizim ülkemizde bir zamanlar Elvis Presli rüzğarları eserken ve biz milletçe onu taklit etme yarışına girmişken, o şarkıcının yaptığı dans sebebiyle kendi ülkesinde belden aşağısının ekranlarda görünmesinin yasak olduğunu biliyor muydunuz?
Nedir bizim ülkemizdeki özgürlük mü? Kime özgürlük? Sapıklık alabildiğine özgürken, kendi öz kültürümüze sansür konması nasıl bir özgürlük olabilir?
Galiba bu yazı bitmeyecek, bu millete yapılan haksızlıkları yazmaya ne zaman yeter, ne sabır.
En iyisi Bülent hanımın meşhur şarkısının sözleri ile Elvis neslinin feryadını yineleyerek yazıma nokta koyayım:
İTİRAZIM VAR BU SONSUZ KEDERE,
BENİM BU DERTLERLE NE ZORUM VAR Kİ!
TUTTU YAKAMI BIRAKMIYOR,
BANA CEHENNEMİ ARATMIYOR…..
Senin ne zorun olacak Bülent hanım, zorluk cehennemi aratmayan düzendeydi… Cehennemden çıkmak için bu düzene itiraz etmekten, sürekli birilerinin kılığına girip kötü düşünceleri fısıldayan ithal şebekelerin tezgahını bozmaktan ve aslımıza dönmekten BAŞKA, ÇÂRE YOK...!!!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.