- 618 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ZAMANLAR AMERİKA
Yüzyılın başlarında Amerika’da 76 milyon insan yaşamaktaydı. Bunların büyük bir kısmı çiftliklerde ya da kasabalarda gaz lambalarına ve at gücüne bağlı yaşıyorlardı. Yüzyılın başlarında insanların büyük şehirlere akın etmesiyle Amerikan hayatının ritmi de hızlandı. Parlak ışıklar ve iş imkanları şehirleri çekici kılmaktaydı. Büyük şehirler , özellikle de New York şehri teknolojiden nasibini alıyordu. Yer altında ise yeni bir seyahat şekli vardı. New York kentinde metro 1904 yılında hizmete kondu. İnsanlar bu sayede şehrin her tarafına gidebiliyorlardı.
Göçmenlerin kendi dilleri ve sürdürdükleri gelenekleri, bu metroların ulaştığı en uç kesimlerde boy verdi. Oralara kentin varoşları denirdi. Yüzyılın başlarında Amerikan şehirlerinde yaşayan üç kişiden biri , yabancı topraklarda doğmuş göçmenlerdi.
NewYork’ta Dublin’in iki misli İrlandalı yaşamaktaydı ve Cihicago’da Varşova’dan çok Polonyalı vardı. Bunlar Amerikan iş gücünün çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Bu kenar mahallelerde yerleşen İrlandalı, Polonyalı, Yahudi ve diğer göçmen aileler için yaşam gerçekten çok zordu. Buralarda üç odalı bir evi on beş kişinin paylaştığı bile oluyordu...
John Taylor adında bir kapıcının Birleşik Devletler bankasında bin doları vardı. O bin doları biriktirmek Taylor’ın tam kırk yılını almıştı. Bankanın kilitli kapıları önünde bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında iki gece ve iki gün bekledikten sonra çaresizlikten bankanın duvarlarını yumruklarken acı gerçeği anlamıştı. Bin bir emekle biriktirdiği paranın on sentini bile göremeyecekti. Yaşadığı bodrum katına geri döndü ve umutsuzluk içinde kendini astı.
Onun gibi pek çok kişi vardı. O bankalar John Taylor gibi sıradan insanların on binlerce, hatta yüz binlece dolarını batırdı. İşten çıkartılmış ve bankadaki paraları batmış olan akrabalarını , eşyalarını ve hatta alyanslarını bile satmak zorunda kaldılar. Çok geçmeden ülkenin yarısının evlerinin ipotek zamanları geldi. Ülkenin her tarafında aileler evlerini kaybettiler. Çöküşten bir yıl sonra dört milyon Amerikan ailesi her türlü destekten yoksun yaşamaktaydı. Bu düşüşte insanların sırtlarında paraşüt yoktu. Ne bir sosyal güvenlikleri vardı ne işsizlik sigortası. Hiç bir şey. Herkes kendi başınaydı.
1931 yılında bunalım bütün ülkeye yayılmıştı. O zamanlar televizyon yoktu. Bir çok insan büyülenmiş bir şekilde radyo tiyatrolarını dinlemekteydi. Zorlu bunalım yıllarında Radyo insanların vazgeçemediği tek ev aletiydi. Ama eninde sonunda insanlar radyolarını kapatacaklardı. Ve radyoyu kapattıklarında ekonomik bunalım dışarıda onları bekliyordu.
O yıllarda çıkan büyük fırtınalar bütün çiftlikleri ve tarım arazilerini toz kasesi denilen bir yere dönüştürmüştü. Bu 1920’lerden beri kendi ekonomik kriziyle boğuşan çiftçiler için son darbeydi. Çiftliklerini ve ahırlarını çürümeye terk ederek batıya verimli topraklara doğru yola çıktılar;Kaliforniya’ya...
Toz kurbanı çiftçiler kendileri gibi beş parasız dolaşarak ikinci bir şans arayan milyonlarca insana katıldılar. Tercih edilen ulaşım aracı yük trenleriydi. Acımasız nöbetçiler tarafından korunan tren yolculuğu oldukça tehlikeliydi. Ama fiyatı uygundu. Aktör Robert Mitchum 1932’de işte bu trenlerde bir kurtuluş yolu arayan genç bir delikanlıyken şu şiiri yazmıştı:
Yolumun üzerinde kör çukurlar
Beni bekleyen dertlerle dolu
Kör pencereler bomboş caddelere bakmakta
Hiç bir şey beni işaret etmiyor
Etse de ben istemem zaten
Ben kederli yalnızlığımı seviyorum
Robert Mitchum o günlerdeki trenleri şöyle anlatacaktı:
’O dönemde trenlerde çok insan vardı. O kadar çoktu ki, tren personeli doğru dürüst dolaşamazdı. O yük trenlerinde eski bankacılarla, üniversite profesörleriyle her kesimden insanla tanıştım. Hiç birinin belli bir hedefi yoktu. Sadece bulundukları yerden uzaklaşmak istiyorlardı. Fakat gittikleri yer arkada bıraktıkları gibi umutsuz görünüyordu.’
Grevler ve protestolar yayılıyordu. Kızgınlık ve şiddet giderek artıyordu. O günlerde 19 yaşında olan bir kamyon şoförü o anı şöyle anlatıyordu:
’İnsanlar koca meydanı ağzına kadar doldurmuşlardı. İşsizlik yardımı, işsizlik sigortası gibi konuları dile getirmek için toplanmış gösteri yapıyorlardı. Polisler ve itfaiyeciler , onları basınçlı su ile püskürtmeye çalışıyorlardı. Polisler coplarla kafalarına vuruyordu. İnanılmaz bir şeydi.’
Başkan Hoover, tehlike sinyallerini doğru değerlendirememiş, bu sıkıntıları giderici önlemler alamamıştı. Bazıları için inanç kayıpları o kadar derindi ki, pek çok Amerikalı ülkesini terk etti. Josef Stalin’in kapitalizmin sonunun geleceğini etmesinden üç yıl sonra yüz bin Amerikalı Komünizmin kurulması için Sovyetler Birliğine göç etti. Orada çalışmak isteyen herkes için iş vardı. Orada elinizde şapkanız yaşlı gözlerle yalvarmak filan yoktu. O zaman için gelecek vadeden bir ülkeydi. Dünya tarihinin sadece bu döneminde Amerika’yı terk eden insan sayısı gelenlerden çoktu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.