İtaru - İris'
Bu gizemi biz değil, o bizi bulmuştu. Mezar odasından çıkalı tam üç ay geçmişti ama odaya dönmeye cesaretimiz yoktu, bu arada antik kentte yaptığımız çalışmalar bir hayli ilerlemişti. Uzun zaman geçmesine rağmen yaşadığımız şaşkınlığı üzerimizden atamamış olmalıyız ki hala nedenle başlayan bir çok soru vardı aklımda. Büyük dedelerim bile bile saklamışlardı bu yeri belli ki. Uzun uzun ne yapmalıyız diye tartışmıştık, böyle zamanlarda en doğru şey beyin fırtınası yapmaktı. Tam bu sırada Sarp "neden dedenle konuşmuyorsun bildiği birşeyler olabilir, sonuçta burası onun eski evi hatırladığı bişeyler mutlaka olmalı" demiş ve bu fikir aklıma bayağı yatmıştı. Sabahın erken saatlerinde yeni köye doğru yola çıkmıştım, mesafe uzak olmadığından kahvaltı masasında artık 90’lı yaşlarının sonuna gelmiş dedem ve anneannemi gördüm. Biraz sohbetten sonra konuyu açtığımda dedemin artık görmeyen gözleri bahçeye açılan büyük kapıya çevrildi ve anlattığı çoğu şey yabacı olmadığım şeylerdi. Eski ev bahçesindeki gömü, büyük büyük dedemizin uzun uzun yıllar savaşlara katıldığı ve hep sakladığı birşeyler olduğu, ha birde kır evinin bahçesinde Huş ağaçlarının altındaki eski mezardan ve orayı hep bir yatır zannettiklerinden. "hala duruyor mu o mezar" diye sormuştu dedem, ama orada bir mezar olduğunu bilmiyorduk hiç birimiz bu güne kadar, dedem devam etti mesleğime laf atarak "o mezarı da eşelemeyeceksin dimi kızım." güldürmüştü dedem beni ama tabi ki o mezarı eşeleyecektim fena halde takıntı olmuştu bu yer bende.
...
Kır evine döndüğümde tüm ekip telefonda istediğim tüm aletleri hazırlamış beni bekliyordu. Gece yağan yağmurun da etkisiyle toprak çamurlaştığından bu bizi biraz zorlayacaktı ama yine de başlamalıydık. Mezar açma olayını pek sevmesem de merakıma hakim olamıyordum. Üstelik zaman içinde kaybolmuş bir mezar tam olarak yerini bilemesekde Huş ağaçları tek işaretti. Öncelikle dar ama uzun bir mesafede kazıya başlamayı düşündük ne de olsa bulmayı düşündüğümüz mezar döneminin özelliklerini düşünecek olursak taştan yığma bir mezar olmalıydı bu nedenle zeminin taşlı bölümlerine ağırlık verecektik. İlk kazmayı vurmamızdan itibaren günler ve günler geçmişti. Bu kez şans bizden yana değildi diye düşünüp çok kez bu işi yapmaktan vazgeçmiştim, her defasında Sarp, vaktimiz var yapalım işte hepimiz merak ediyoruz, diyerek yüreklendiriyordu beni. Hergün kazı alanını biraz daha genişletiyorduk metrelerce derinlikte oyuklar açmıştık ki, yorgun düşüp ağaçların mis kokusunu içimize çektiğimiz bir anda bunun bir bulmaca olduğunu düşünüyordum, Magen üzerindeki haritayı defalarca incelediğimde, adım adım bahçeyi dolaştığımda ve her defasında ayaklarımın beni götürdüğü su kuyusunun yanı başında kala kalmıştım. Güneş tam tepede olduğu bir anda ağaç gölgelerinin tam bir üçgen oluşturduğunu fark ettiğimde mezarın kalbini bulmuştum işte. Ağırlığı kesişme noktasına verip 2 günlük çalışma sonucunda biçimli taşlardan oluşan yerin metrelerce altındaki mezarı bulduğumuzda gözyaşlarıma hakim olamamış hıçkırıklara boğulmuştum. Sevinçten ağlamak böyle birşeydi demek..
Derin bir nefesten sonra taşları tek tek ellerimle çıkarttığımda ellerimin kanadığını fark etmemiştim bile. İşte mezar odasının sahibi buradaydı. İrisin göz bebeği Mısırlı gelinin aşkı olan bu adamı burada da yalnız bırakmadığını görmemiz mezarın üzerindeki taş perdesini kaldırmamızla ortaya çıkmıştı. Hala sarılmış halde duran iki ceset gözlerimiz bize oyun oynamıyorsa bu mezarın tek bir sahibi diil sahipleri vardı. Nilden Yeşilırmağa uzanmıştı hikayeleri tabletleri yeniden yeniden okudum ama olup biteni anlamaya çalışmak nafileydi, insanlığın eski çağlarından kalma bir aşkı, Mısır diyarından Hitit diyarına sürüklenişlerini ve diri diri gömülmek isteyecek kadar sevmeyi...
...
...
Ellerimizle tekrardan örttüğümüzde üzerlerini güneş batmış, ay doğmuştu geceye bu sonbahar akşamında ve şimdi bir huş ağacının gölgesinde dinlenen iki aşık.. onlar gibi benimde saklayacağım sırrı mukaddesin sahipleri huzur içinde uyuyun, huzur içinde....