- 624 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Gölge
Gölgeler sokak lambalarının devriyesi yüzünden ışık almayan köşelere saklanmıştı. Üst katlardan çöp dolu bir poşet atılınca aşağı, aç bir kedi fırladı çöp tenekesinden, besili bir fare kaçtı duvar dibinden. Tüm bu apansız hareketliliğin gölgeleri şavkıdı duvarda! Gölgeler kabardı, gölgeler uzadı sonra da sivri bir ok gibi saplandılar kaldırıma. İçlerinden biri yoldan geçenlerin arasına çekildi. Cam gibi kırıldı. Uzadıkça uzadı. Sokağın başına kadar gerildi. Tabanı erimiş, derisi çatlamış bir ayakkabıya tutundu sonunda. Ayakkabılarla birlikte köşeyi döndü. Ilık bir rüzgar, hoş bir müzik gibi yayıldı bu yeni loş sokağa. Kurtulmuştu sonunda kuytudan. Gölgenin tutunduğu ayağın sahibi ise ağır aksak ilerlemekteydi.
Adam bir çakmak ateşiyle diriltti sigarasının kıvılcımını ayazın içinde. İnce ceketi ceplerinde biriktirdiği düşünceler yüzünden kabarmıştı. Yuvasından uzakta özlemle ıslanmıştı giysileri. Üşüyordu. Cebinden çıkardığı küçük bir şarap şişesine sıkıştırdığı gevezeliklerden ikram etti yalnızlığına. Söz dinletemedi. Aynı kaldırımdaki dilenci tarafından yoklandı cepleri. Nafile, avucunu yaladı dilenci. Adam karanlığın içinde yitip gitti yolunu kaybetmiş her ruh gibi. Peşinden gitmeye değmezdi.
Gölge, uzayın köşeleri gibi keskinleşti ve yere fırlatılan izmarite bir maymun çevikliğiyle tutunup oradan dibindeki binanın duvarlarına tırmandı. Birinci katta bir odanın ışığı kapanınca içeri sıvıştı. Oradan uzun koridora, pencereden sızan araba farının ışığına temas etmeden avizeye tutunup duvarlara elmas biçiminde yansıdı. Yatak odasının içinde yanan şehevi mumun ilgisini cezp etmiş olsa gerek içeri davet edildi. Gölge, üst kısmı bir erkek ve bir kadın gövdesinden oluşan dört bacaklı, inleyen, terleyen örümcekvari bir şeye dönüşünce mum hayranlıkla bakakaldı. Sonra da gösterisinin izleyicisi üzerindeki etkisinden memnun, zevk batağında boğulan ruhları taklit etmeyi bırakıp mumun dibine uzandı. Mumun damla damla kabaran, ince vücuduna daha sıkı sarılıp bir kış güneşi gibi sıcak ama bir okyanus dalgası gibi serbest alevinin titreşiminde kayboldu.
Ortalık sakinleşmişti. Gece bir uyuşturucu gibi zihinlere akmış ve bedenleri yarı ölü yatağa sermişti. Herkes daha güzel bir hikayeye uyanmanın hayalleriyle tıka basaydı. Hikayelerdeki büyücüler, vampirler, kurt adamlar, gulyabaniler bile sayfaların arasından fırlayıp dehşet saçmak yerine uykuya esir olmuşlardı. Dünle bugünün bu muğlak sınırında bir tek kabuslar zayıf ruhları avlamaya çıkmıştı.
Gölge, başka şeyleri taklit etmekten, onların ardına gizlenmekten ve kaçmaktan bezmişti. Hayal kırıklığı yaşayan bir kadın delice bir şey yapmaya kalktığında topuklarından çekerdi. Evinin yolunu şaşıran sarhoşa göz kulak olurdu. Hırsızlar köşeyi dönüp kaçarken onları ele verirdi. Ciğerciye yaltaklanan kedi fark edilsin diye o da gerinirdi. Tecavüze uğramış bir kadına, tartaklanmış yaşlı bir adama, aç bir çocuğa, zehirlenerek ölen bir köpeğe rastladığında hüzünlenir, akıp gitmek isterdi boşluğa. Bazen de çocukları, kedileri, köpekleri korkuttuğunda çok eğlenir, gülmekten koyulaşırdı. Gündüzleri bir toplu iğnenin deliği kadar küçük boşluklarda sıkışıp kalsa bile geceleri bir uçağın kuyruğuna tutunup tüm şehri siyah bir tül gibi örtmenin sağaltıcı zevkini hiçbir şeye değişmezdi. Bu yüzden evrenin, ışıksız, dipsiz köşelerine savrulmayı, bunu sırf diğer yaşlı gölgeler gibi huzur bulmak adına yapmayı reddediyordu.
İnsanların cisimleşmiş varlıklarına imreniyordu. Yetenekleri kısıtlı olabilirdi ama onlar güneşten kaçmak zorunda değildi. En basitinden sabahın köründe kalkıp köpeklerle koşabilir, rüzgarın ezgi dolu dokunuşunu hissedebilir ve dilediğince dans edebilirlerdi. Bu şans ona bir kez verilseydi; sadece bir günlüğüne bile insan olma şansına sahip olsaydı, bu sonu ve dibi olmayan hayatı tepebilirdi. Günlerini kendisi gibi gölgelerin içinde geçiren insanlara şaşırmadan edemiyordu.
Ufuktaki güneş perdeleri aralamış, duvarları kızıla boyamıştı. Yataktakilerin çürük et kokan nefesleri ve yağlı bedenlerinden çıkan ter kokusuyla tütsülenmişti oda. Eşyaların durağanlığı alışkanlığın katmerleşmiş sıkıcılığını kremalıyordu. Gölge, daldığı koyu karanlığın içinden bir mürekkep damlası gibi damladı gerçekliğe. İrkildi! Gün ışıyordu ve bu yüzden saklanacak bir delik arandı. Kaçmazsa bir ışık demeti onu bir toz bulutu gibi dağıtıp yok edebilirdi. Mum eriyip tükenmişti. Bu yok oluşuna şahit olduğu ilk sevgili değildi. Etrafta bir hareketlilik arandı. Yataktakilerden biri uyanıp çıksa peşinden kayıp kurtulabilirdi. Tavanın köşesindeki sivrisinek de uçmuyordu. Uçsa bile bu aydınlıkta kanatları tutunmak için çok küçüktü. Fazla zamanı kalmamıştı!
Git gide silikleşiyordu. Kendi yok oluşunu hiç böyle düşünmemişti. Daha doğrusu yok olacağını hiç düşünmemişti. Ebediyete kadar dünyanın güneş görmeyen yüzünden fersah fersah uzanan heybetli bir gölge olacağına inanmıştı. Bir mucizeye gebe şu an da artık olacakları düşünmeyi bıraktı. İki boyutlu, tek renkli geometrisini, zamanın tuvaline ustalıkla çizdiği resimleri geçirdi aklından. Gölgelerin içindeyken fazlasıyla ciddiye alıp büyüttüğü birkaç ayrıntı şimdi ne kadar da önemsiz görünmüştü. Varlığının hiçliğe akıp gitmeden önceki bu son anlarını tüm hayatının anlamını damıtmaya harcadı. Bir damla bile çıkaramadı. Bu sonuçsuz çaba onu yormuş, bir kalem gibi zayıf düşürmüştü. Korkuyordu! Dalga dalga akan ışığın baskısına perde artık daha fazla dayanamazdı. Uzadı, büküldü ve bir saç teli gibi titreşerek yok olacağı son anda yataktakilerden biri kalkıp şerit perdeyi içeri hiç güneş ışığı girmeyecek şekilde çekti. Böylece her şey yine karanlığa gömüldü...
YORUMLAR
kiraz_kuşu
lonesome cowboy, lonesome cowboy, you've a long long way to roam...
Red Kit'in her çizgi filmin sonunda ufka doğru atla giderken söylediği şarkının nakaratı bu. Gölgesinden hızlı silah çekip onu vurduğu sahneyi mi hatırlattı?? :) Teşekkür ederim..