- 713 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
El, ses ve rüzgar
Şakaklarım zonkluyor. Buz gibi bir el dokunuyor önce alnıma sonra da öteki. Uzun kemikli parmaklarıyla iki taraftan şakaklarıma doğru ovmaya başlıyorlar. Ağrı hafiften geçer gibi oluyor. Ses, “Nasıl, iyi geldi mi?” diye soruyor. Yanıtsız bırakıyorum. Masanın başında kaç saat geçirdim bilmiyorum. Kâğıtları buruşturup atmaktan elime aldığım ilk kâğıdı bir şeyler karalamadan buruşturup atasım geliyor. Eller, piyanoya uzanıyor. Piyanonun çıkardığı ezgi bulutların dokunuşu gibi ılık, şefkatli, tüy gibi hafif. Düşüncelerimi müziğin ahengine bırakıyorum. Müzik, en yılgın, en çılgın, en hoyrat, en kılıksız olanlarını bile hizaya sokmayı başarıyor. Onlar için bir hapishaneden farksız olan zihnimin içinde uysallaşıyorlar. Ses, “Sanırım bu daha iyi geldi,” diyor. Ufuktan ağan sis mi gözlerime dokunuyor yoksa bakışlarımdaki bulanıklık mı ufka uzanıyor bilemiyorum. Mavi deniz geçkin balıkçıları kışkırtacak kadar güzel. Yorgun dalgaların sırtında itinayla taşınan rüzgâr, ayağını bastığı anda yüzüme fırlatıyor buruşturup attıklarımı. Eller duruyor, ses kesiliyor! İçlerinde ne yazdığını bilmeden bunu bana nasıl yaparsın diye haykırmak istiyorum. Bir şey çıkmıyor ağzımdan. Şimdi o kadar sert esiyor ki, hırçınlığına hırsla direnirken gözlerim sulanıyor. Karşı koyacak gücü bulamıyorum. Kâğıtlardan birini açıp okuyorum, sonra bir diğerini, bir diğerini derken zaman hızla akıp geçiyor. Rüzgâr, bu beyhude okumalara ıslık çalarak karşılık veriyor. Bu uğursuz sesten herkes rahatsız oluyor. Ellerden biri, tüm zarafetiyle piyanonun üstünde gezinmeye başlıyor. Diğerinin tuşlara soğuk dokunuşunu hissedebiliyorum. Rüzgârın küstah fısıltısını bastırmak için sabırsızlanıyorlar. Ses, “Sen rüzgâra aldırış etme,” diyerek beni teskin etmeye çalışıyor. Ellerden biri de ona katıldığını belirtmek ister gibi saçlarımı okşuyor. Rüzgâr, avuçlarımın içinde sıkıştırıp attığım kâğıtlardan bir tane daha fırlatıyor yüzüme. Sinirle açıp okuyorum;
"Sonumu hazırlasa da, gerçeğe sırtını dönüş değil bu duruş, onu reddediş. Hazların ve yaşam sevincinin bağımlılığıyla, uyuşmuş bir halde, donduracak kadar soğuk, yakacak kadar sıcak olan ayıltıcı gerçeğe dokunacağım anda, gerçek, beni bir müzede sergilenen arkaik bir taş gibi cansız kılabiliyor. Oysaki bir kadının gözlerinden tenine, teninden ruhuna doğru giden yolda tadacağım zevkler, kalabalıklardan damıtacağım yalnızlığın panzehiri, çıkarıp attığım emziğin yitip giden huzuru ve mecbur bırakıldığım bu acımasız oyunun değersiz madalyaları beni kışkırttığında kapılıp gittiğim bu balçıktan yaşam nehrinin içinde arzularımı tatmin edebilmek için debelenmek zorundayım. Gözlerimi açar açmaz, yaygaracı kadınlar gibi başıma üşüşen amaçlara burun kıvırdığımda, hep sahip olmak istediğim şeylere sahip olamayacağımı sezmeme rağmen, bu reddediş, tıpkı hapishanedeki bir mahkumun kurallara uymadığında cezalandırılacağını bildiği halde içinden gelen kötücül dürtülere boyun eğmesi gibi beni ele geçiriyor. Çünkü benim gözümde amaç, ona ulaşmak için geçilmesi gereken her yolu, amaçtan da öncelikli kılarak, sadece boş zamanı doldurmaya yarayan, hayat kumaşını dokuyan ve sonunda bize kefen olan o rüküş giysinin desenlerine dönüşüyor. Bu yüzden daha çok günübirlik hazlara gark oluyorum. Hayatta kalabilmek adına sağladığım temel gereksinimlerin dışındaki her şey bir sihirbazlık gösterisindeki büyüyü yaratabiliyorsa peşinden gitmeye değer buluyorum. Tabi sıradan bir sihirbazlık gösterisinden farklı olarak burada sihirbaz da seyirci de benim. Hayal gücümün elverdiği ölçüde bir illüzyon yaratmalı, sonunda buna kendimi inandırmalı ve alkışlamalıyım. İlk gençlikteki uçarı hayalperestliğin aksine şimdi sonuna kadar gidebilmek için büyüye kapılmak istersem gerçekleri bilinçli olarak terk etmek zorundayım."
Rüzgâr diniyor ve çıkıp gidiyor. Ellerden biri, piyanonun üzerinde oturup bacak bacak üstüne atıyor. Diğeriyse ağır, aksak yürüyor. Ses, kıpırdamıyor. Şimdi sessiz bir melodram sahneleniyor. Herkesin okuduklarımın anlamını düşündüğüne eminim. Her akşam üzeri olduğu gibi havadaki kuş sürüleri dağılıyor. Güneş yavaş yavaş batıyor. İşaret veriyorum ve eller yeniden çalmaya başlıyor. Bu kasvetli havayı biraz dağıtıyor ve müzik her birimizi bir süreliğine uzaklara savuruyor.