Funda 14 arkası yarın deneme öykü
Yalçın bir gün işten erken çıkıp, İstemeyerek yoğun çalışmaları yüzünden ihmal ettiğini düşündüğü sevgili annesine gitti.
Anne oğul uzun süre sohbet ettiler, gelmişten geçmişten konuştular.Kalması için çok ısrar ettiyse de, mazeretler uyduran genç adam anneyi ikna etmeyi başardı.
Yeni evliydi ve ev dışında bir yerde gecelemek annesinin evi de olsa yakışık almazdı.
Ertesi gün annesinin vefat haberini aldı, cesedini günlerce morg’ta tuttu; baş ucunda ağlayıp durdu.
Arkadaşlarına tez hazırlıyorum diyerek ikna ediyor, her gece sabaha doğru hastaneye gidip annesine eşlerini nasıl öldürdüğünü, işlediği cinayetleri anlatıyordu göz yaşlarına boğularak..
Hem de yeminler ederek, suçsuz olduğunu onların bu ölümleri hak ettiklerini söylerken kendisine inandığı ve kendini son derece haklı bulduğu mimiklerinden açıkça belli oluyordu.
Kısa bir süre sonra Müjgan’la da anlaşmazlıklar başladı, işi dolayısıyla karısının sık sık şehirden ayrılması onun şüpheler içinde kalmasına sebep oluyor ve kıskançlık hislerinin kabarmasıyla çileden çıkarıyordu.
Günden güne kavgalar büyüyor nefreti de artıyordu.
Funda’yı çok sevmişti; ikinci eşi de çok iyi biriydi.
Müjgan hiç birine benzemiyor, asi davranışı baş kaldırışıyla Yalçın’ı daha çok tahrik ediyordu.
Sevgi namına hiç bir duygu beslemese de evliliklerinin birinci yıl dönümünde karısına bir araba almaya söz vermişti.
Evlenirken satın aldıkları çatı katını zaman, zaman kullanıyorlar,deniz manzaralı olan bu evi çok seviyorlar; hafta sonlarını orada geçiriyorlardı.
Son zamanlarda yeniden barıştıkları için, karısına eskisinden iyi davranıp nefretini belli etmemeye uğraşıyordu.
Bir akşam sözde aşk yuvalarına gittiler, ikisinin tek müşterek zevkiydi, zaman zaman burada kalınca bu değişiklikten çok hoşlanır olduklarını fark ettiler... Bu ev en çok mutlu oldukları huzur buldukları gayet sakin güzel bir mekandı.
Bomboş olan evlerinde o gece bir yer yatağında yatma fikri ikisine de oldukça cazip geldi.
Mutluydular, mevsimi olmadığı için kimsecikler yoktu yazlıkçılar henüz gelmemiş oldukları için sükunet arayanlar için harika bir yerdi.
Yalçın’ın nefretinin sebebi evlendiği eşlerinin kendisine ait olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyordu.
Sahiplenmek, onu böylesine azılı bir cani haline getirmiş; yakınlarını en samimi arkadaşlarından dahi kıskanır olmuştu.
Oyuncağını başkasıyla paylaşmayı reddeden bir çocuk psikolojisiyle korumacı, sahiplenici halleri başına olmadık işler açıyordu..
Müjgan üstelik görevi icabı üstelik şehir, şehir geziyor; her dönüşünde aralarında büyük kavgalar yaşanıyordu.
Mutfağa sinsi, yavaş adımlarla gürültü yapmadan gitmesi kolay olacaktı
ikisi de lambayı kapatıp dışarıdaki ışığın ya da kimi zaman ay ışığıyla ışıyan loş odalarını daha çok seviyorlardı.
Romantizmden hoşlandıkları kadar, bir odanın yarı karanlık olmasının heyecan verici olacağını biliyorlardı.
Pek az konuda fikir ayrılığı olan çiftin hemfikir oldukları nadir şeylerden biriydi.
Elinde iki şarap kadehi ve koltuğunun altına sakladığı Şarap şişesini masaya koydu. Sonra da kolunun altına sakladığı bıçak dinlenmek için yatağa bağdaş kuran eşine yaklaştı. Sevgi sözleriyle arkasından kucaklayıp öpmeye başladı.
-Sana bir sürprizim var karıcığım
nedir çabuk söyle
Yatağın tam karşısında bir boy aynası vardı, Yalçın karısının omuzlarını, boynunu öpücüklere boğdu.
Gerçek aşık bir erkeğin ilgisi ve şefkatiyle eşine müthiş bir mutlulukla sarılıyor, kulağına aşk’ı fısıldıyordu.
Ne olduysa o anda oldu, dışarıdan vuran ışıkta parlayan çelik bıçağı karısının boğazına dayadı.
Müjgan’nın gözleri yerinden fırlamış bir vaziyetteyken Yalçın gülüyor, sevgilim bak işte sürprizim bu: günlerdir tasarladığım bu heyecanı sana yaşatmaktı maksadım.
Senin de hoşlanacağını tahmin ettiğim bu muhteşem korkuyu birlikte seyretmemizi, hatta bir kaç kare fotoğraf çekerek ölümsüzleşmesini istiyordum.
Kadın bayıldı, cani adam son derece sakin işine devam etti.
O bir cerrahtı ve parçalara ayırdığı genç bedenin uzuvlarını itinayla sardı sarmaladı.
Aluminyum kağıtlarla paketledi. her birinin üzerine isimler yazdı.
Yine her yer kan içindeydi ve kesif bir kokuyla rahatsız olan Yalçın bu kez kendini aynada görmeye tahammül edemedi..
Daha önceden büroda fazlalık yapıyor diye getirdiği buz dolabında derin dondurucuya koyduğu paketleri ertesi gün kliniğe taşımak fikriyle rahatladı.
Müsait bir zamanda oradan da karısının son kazı yaptığı bölgeye götürme gibi parlak bir fikir gelmişti aklına.
Geceyi çatı katında geçirdi çok yorgundu; yılların yorgunluğu yaşadıklarını pişmanlıklarını düşünürken bir yeni ağlama nöbeti ardından yatar, yatmaz hemen uyudu.
***
Rüyasında kocaman bir bahçedeydi; hemen herkes beyazlar içindeydi.
Erkekler, kadınlar beyaz giysiler giymişlerdi.
Kendi üzerinde de beyaz bir kıyafetin üzerine omuzlarına iliştirilmiş siyah bir pelerin vardı.
Bahçe asırlık çınar ağaçları, çamlıklar ve Palmiyeler; Akasya’lar muntazam çiçek tarhlarıyla rengarenk çiçekleri ve kokularıyla Cennet gibiydi.
Mayıs’ın ilk haftasıydı, güneşli çok güzel bir gündü, gök yüzü masmaviydi, tek bir bulut görünmüyordu.
Temiz havaya çıkmak Yalçın’a iyi geldi birden hafiflediğini hissetti.
Gidip ağaçların altındaki boş bir kanepeye oturdu, hemşiresi uzaktan onu takip ediyordu..
Kalabalığın arasından birden onu gördü, spor kıyafetleri içindeki Funda harikaydı.
Üzerinde taze bir hayatın gençlik rüzgarı esiyordu, genç kadın son derece şıktı, eli kolu paketlerle doluydu.
Yalçın’a gülümseyerek yaklaşıp sarıldı merhaba dedi.
Yanaklarından sevgiyle ve şefkatle öperken bir yandan da saçlarını okşadı.
Ne kadar da özlemişti, o ilk sevdiği kadın; o sevgili eşi güzel Funda’sıydı...
Sıkı, sıkı sarıldı karısına çok özlemişti. Funda’ya minnetle bakarken duygulanınca göz yaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı.
Funda’ya aşık kıskanç koca Yalçın’da sonunda ruhi bunalımlar belirmeye başlamıştı.
Onu bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırmışlardı.
Annesiyle, sevgili eşi sabırla hiç aksatmadan Yalçın’ı ziyaret ediyorlar, ilgilerini eksik etmiyor, evle hastane arasında gidip geliyorlardı.
Yalçın ilk zamanlar hep takıntı halinde üç kez evlendiğini üç eşini de öldürdüğünü söyleyip ağlıyordu..
İyi ki tez elden hastaneye yatırmışlardı, genç adam erken müdahaleyle sevdiklerinin ilgisi şefkatiyle günden, güne işte sonunda iyileşmeye başlamıştı.
Funda’nın karnındaki hafif tümseklikten gözünü ayırmayan Yalçın artık biliyordu ki bir bebeği olacaktı.
Karı koca bir yandan kapıyı gözetlerken birbirlerine gülümserlerken elleri kenetlenmiş bir biçimde hasretle göz, göze bakışıp dururken annesi de uzaktan göründü.
Bir gurup doktor ve hemşire aralarında sohbet edip ilerlerken, aralarından Yalçın’ın doktoru Münir bey hemşireyle guruptan ayrılıp yanlarına geldiğinde genç adamın gözleri minnet le ışıl ışıl parladı.
Yalçın’ın ellerini avuçlarına alan doktoru bir yandan da babacan ve dostane bir tavırla omuzuna vuruyordu.
-Bu Pazar seni taburcu edeceğim.
hadi yeter hava aldın hemşire hanım seni koğuşuna götürsün.
Süheyla hemşire, Funda ve Yalçın’ın annesi Mürşide hanım bu habere çok sevindiler..
Hemşiresi Yalçın’ın koluna girip ona refakat ederken hep beraber hastaneye doğru yürüdüler.
Evlerde bahar temizliğiyle evlerin bedenleri, temizleniyor, Kış’ın kasevetinden, kara bulutlarından monoton günlerinden çamurlu yollarından arınan şehirlerle birlikte ruhlar da arınıyordu.
Gelecek güzel günlerin belirtileriyle umut ağaçlarda çiçek, çiçek açıyorken hayat kah asık suratı, kah tebessümüyle kendi yolunda akıyor ilerliyordu kıyıdan kıyıdan...
SON.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.