- 830 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kare Kutu
Kalbimi eski bir kaset gibi parçaladım, bantlarını kopardım, içinde ne şarkılar birikmişti, hepsini yırttım. Aşk paranteze alınmadığı sürece güvenilir değil hiçbir cümle. Sakladım, parçalanan her şeye inatla sağlam duruyor tırnak içlerim. Tırnaklarımda kedilik var, gözlerimde deli bir gülümseme, acırken de gülerim ben, sonra hatırlarım özenle, tozlu raflarda kalan kitaplar gibi hüzünlenirim seni anarken…
Neremi sana verdiysem oram eksik kalıyor, oralı olmuyorum yine de. En çok kalbimden eksildim, sonra büyük gözlerim büyükçe küçüldü.
Küstüm sonra, eksildikçe. Bir balığın denize küsmesi gibiydi bu, deniz yerine kendi içimde yüzecektim, usanmıştım yüzerken yaşlanmaktan. Kırmızı balık hiç kapatmıyordu artık gözlerini, uykusuzluk gözlerinden içine akıyordu, gözümü kırparsam kaybedeceğim bir şeyler vardı, bir cinayet gibi, bir intihar gibiydi bu dik duruş. En çok ölürken cesaretlenir seven bir yürek, sevmeyi biliyorsa daha az korkar ölmekten ve kaybedeceğine hiç uğramaz o tarafa. İsim koyamadığım o yarım yamalak hikâye kaplıyor tüm benliğimi, biliyorum ben de eksiğim sonu gelmeyen öyküler gibi, en önemli yeri sonudur bir hikâyenin, ne zaman dokunsa içime dokunaklı bir şeyler saplanır kalbime, kılçık gibi. Derim allı pullu, dış görüntüm gayet güzel, eksik ama kıyafetlerim, zamanın içinde kayboldu en sevdiğim hırka, üşüyorum. Bunu denizin içinde bile hissediyorum, düşünürken onu, özlüyorum. Bu çok belirgin, açık, giden her şeyi içimde biriktirmekten yoruldum.
Sona doğru bir adım aşama daha kaydediyordu bu gittiğimiz, bittiğimizin resmiydi. Böyle icap ediyordu ve ben bundan büyük bir hicap duyuyordum, kimse duymuyordu.
**
İçimdeki boşluktan tanıyorum kalbimdeki yokluğunu, yabancıların en tanıdığısın kalbime, bu sefer tek karede bitti, tek resimle gösterilen kocaman bir film gibi. Tek karemiz varmış bizim, sığamadığımız, sıkıştırmaya uğraşmadığımız, tek seferde acımadan, acıtmadan bitti. Sadece devam eden bir artçı şoklar olduğuna inanıyoruz o kadar, bu teselli yeter mi bu filmi tekrar izlemeye? Ucuz bir itiraftır bu artık sosyal medya köşelerinde yakılan mektuplar, yıkılan umutlar, kolay harcanan zor zamanlar…
Hâlbuki deprem kıyameti bekliyordum ben, kalbimdeki yerin boşalınca dengem sarsılacak falan zannediyordum, kıyameti kopmadı gözlerimin, uzaklardan yetişemedi bu yangına ellerimi gözetleyen dokunmaların, sen susunca buz tutardı ellerim, şimdi öyle bir ateşin içine attın ki beni, üşümeyi unutacağıma eminim.
Büyük şeyler, küçük cümlelere yenilirmiş, böyle küçücük bitti, o büyük şeyler.
Bir ateşin içindeyken
"Yanıyorum" diyememektir en büyük suskunluk...
Senin için yaptıklarımın ödülü yerine, yapamadıklarımın içime yerleşen cezası mühim oldu hep!
Hiçbir yere ait olamadım bu benim suçum değil, onların sahiplenmesindeki eksiklikten kaynaklanıyordu, buna rağmen içimdeki o tek cümleye sonsuza kadar inandım, sağlamasını yapmadan. Göçen bir ebeydim ben bu alemde, gittikçe göçüyordum, oyunun içinde başka bir oyun vardı hep, kimsenin göründüğü gibi olmaması bu oyunla ilgiliydi belki de, bilemiyorum, hiç öyle olamadım ben, bu yanım eksik sanırım, oyuncu değilim ben, yuvarlak harfleri sevmiyorum ya da yuvarlak şeyleri, ben benim sığınabileceğim kadar dikdörtgen şekilli evler hayal ettim hep, içimin aldığı, içinin aldığı evler, tabi bu evler de yoktu. İçimden kurduğum evleri, her gün birileri yıkıyordu acımadan ve yıkarken, her gün birileri enkazın altında kalıyordu, kurtulamıyordu. Yüreğimin enkazı bedenimden ağır, tek cümleye bağlı kaldım, tek hücreli yaşam gibi, tekti bende her şey, içimde bile birden fazla hücre taşıdığıma inanmıyorum bazen, çok halsizim, çünkü eğer halim yerinde olsaydı, bu hücreler taşıyabilirdi aralarında paylaşarak bu hüznü.
Kendimi evcil bir hayvan gibi düşünüp hayal ettiğimde ancak kendime sahip olabiliyordum, onun dışında kendime bile uzaktım, deniz yerine küçük kırmızı balıkta yüzmekti benim derdim. O zaman her şey sessiz ve yolunda gidiyordu. Ses çıkarmadığımız sürece zaten hep yolundaydı, ölen balıklar belki de bu yüzden unutulmuyordu.
Seni severken o kadar büyük bir mucize yaşıyordum ki, o küçük şüphelerin lafı bile olmazdı. Ama mucizeler herkese görünmez, küçük ve sıradan şeylere takılı kalmak kaçınılmazdı mucizelere inanmayanlar için. İnandıklarıma kimse inanmıyordu, bu yüzden önce sesim silindi, kaset parçalanırken, en mutlu şarkıyı söylüyordum içimde, şimdi çıkan bandın parçaları birleşse hüzünlü bir şarkı bile etmez.
Kalbim daha ne kadar büzüşebilir yokluğunda, ne kadar küçülebilir ellerinde?
Bazı şeyleri bir karede, birkaç kere hatırlamaktan, içindekilerin içime sığamamasından bıktım, berbat sokaklarda tek başıma yürümekten, yalnızlığıma türlü bahaneler uydurmaktan ve en önemlisi de hâlâ hiç bir şey olmamış gibi beklemekten, bekletilmekten. İçimdekilerin küçülmesinden, yok olacağını bilmekten o kadar korkuyordum ki, yüzüme düşen yüz gölgelerine bile bakamıyordum, sana benzeyen, olur da yüreğime denk düşen birisi değer diye gözlerime, korkudan içimi yiyordum. Şimdi sen içimde hiç bir şey bırakmadığın gibi korkularımı da aldın giderken, herkesin yüzüne dik bir burunla bakabiliyorum artık, benzeme, benzeşme telaşlarımı bir kenara bıraktım.
Ne evcilleşebildim bu aşkta, ne yabancılaşabildim, yaklaşamadım, uzaklaşamadım, hiçbir şey gelmedi elimden, gitmekten başka, o da ayaklarıma bağlıydı, dolayısıyla yüreğimden dökülen o acı sözlerin mesuliyetindeydi. Bu senin kaydettiğin, benim mağlubiyetimdi.
İmkânsız olana inanmakla daha da imkânsızlaştırdım, tek bir kere sevilmek uğruna, defalarca parçalanmayı göze aldım, düştüğüm o büyük okyanus senin kadar olmaz değildi, küçük kırmızı balıklar hep kaybolur, istediğim kadar saklanayım cam bir fanusun içinde, bir hayalin gerçek olması uğruna tüm korkuları da ceplerime alarak uzaklaştım. Bir tek cümle için hikâyemi yaktım, şimdi ısınıyorum bilmediğim elbiselerin içinde, bildiğim bedenimle, birbirimize alışamıyoruz, vefakâr bir yalancıyım ben, kendi yabancılığıma inanırken ve her defasında kendimi kandırıyorum, öleceğim diye. Ölmüyorum, içimi öldürüyorum her seferinde, içim küçüldükçe ben büyüyemiyorum, ama inanıyorum başından beri inandım hep, en çok da sana, inanmayı sana inanırken öğrenmiştim ve öğretmiştim kendime.
Edilen dualar bile işe yaramıyor artık, gökyüzünde asılı kalan elimi alamıyorum, yazabildiğimi bile zannetmiyorum artık, kalem kayıplarda, düştü düşecek harfler dökülüyor dudaklarımdan, kendi içimden döküldüğünden bile emin değilim. Kalbimi bir kere ona verdim, bir daha da geri alamıyorum. Kalbim kare kutuda, dikdörtgen bir masala sığınıyorum.
Zaten hep acıtan şeylere sığındım…
On Haziran İki Bin On Dört 17 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
şimdi nasıl yorumlasam diye düşünuyorum bu güzel yazıyı ama aklıma bir yaşanmışlık geldi affınıza sığınarakdan yazayım amcam kücükken yaşlı kadınlara cok yardım edermiş yaşlı kadınlar bunun mükafatı olarak allah sevdiğin kızı versin sana oğlum derlermiş yıllar gecmiş yaşlı kadınların duası kabul olmuş amcam bizim ailede imkansızı başararak sevdiği kızı almış ki şu ana kadar bizim aile ya akraba yada görücü tavsiye usulü evlilikler teneffüs etmiş amcam bu duvarı ilk yıkan kişidir babaannem ve dedem bu olaya cok karşı gelselerde sevginin önünde duramamışlar babaannem oğlum demiş iyi düşün elin bilinmemişini alcağına kendi bilinmişini al topal olsun demiş..aradan yıllar yıllar geciyor babaannem dedemler ahirete göcüyor.. amcamın 20. senesi evliliğinde cocukları var lakin iş yürümez bir hal almış ayrılma kararı almışlar şimdi sordum amca nasıl gidiıyor diye allah sevdiğim kızı verdi vermesinede ardındanda belayı verdi ve güzel bir ata sözü ile kapatıyorun konuyu kendi düşen ağlamaz.. tşkler severek okudum..