- 506 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gri: Saydam 2
Ahmet geçmişinin treninde birinci vagondaki camdan yansıyan görüntülerden gözlerini alıp ikinci vagona şimdiki yaşadığı zamana gençliğinin ikinci perdesinin ortalarına doğru ilerledi.Orada bir koltuğa oturmak için yürürken tutunmayı sağlayan demirlerdeki görüntülere takılmıştı gözleri…
Kendisini kilitli taşlardan yapılmış kaldırımlarda yürüdüğünü gördü… Bulunduğu yerdeki kaldırımların üzerinden hiç ayrılmayan kuru yemiş kabukları: fındık,fıstık,ceviz,ay çekirdeği umursamaz insanlar misali sefalarını sürüyordu.Yürüyenler ellerinde taşıdıkları kese kağıtlarının içinden birkaç tane kuru yemiş alıyor; kimileri sapsarı dişlerinin,kimileri yarı çürük yarı sağlam olanlarının (bu modeller biraz zorlanıyordu), kimileri bembeyaz olanlarının arasından yere atıyordu.Kimlerininki ise ünlü bir mağazanın her zaman temizlenen yerleri gibiydi.Nasıl bazen müşterilerin silik de olsa ayak izleri yerde kalıyorsa yapıştığı dişten ayrılmak istemeyen bazı fıstık kabukları da öyleydi. Nasıl ki yerdeki izlere hizmetlilerden hemen müdahale geliyorsa ağızda da dil bu pozisyona girip yapışkanları dişten söküp kişinin dudakları arasından hızla kaldırımlara defediyordu tıpkı bir patronun yatağın ters tarafından kalkıp bir çalışanını umarsızca kovması gibi.Ağızdan dışlanan bu istenmeyen kabuklar bazen arzulanan hedefe ulaşmıyordu.Rüzgar devreye girip bunları yere düşmeden kilitli taşların arasına sıkıştırıyordu tıpkı hayatını doğru ve yanlış kelimelerine indirgemiş bir insan gibi.
Kaldırımlarda ikamet ettirilen başka bir topluluğun üyesi de sigara izmaritleriydi.Onlar (kavuniçi,beyazı,incesi,kalını,uzunu,kısası…) da bedavacı insanlar gibiydi.
Daha yeni ince ve narin olanı sinirli bir el tarafından yere çarpılmakla kalmamış bir de bu yetmezmiş gibi üzerine basılmıştı.Bunu fark eden bir diğer kilitli taş ilerisindeki komşusu ceviz kabuğu tıpkı bir çocuğu ezip arkasına bakmadan kaçan bir insanı gören şahit gibiydi.Kaldırımın üzerindeki diğerleri ise vurdumduymaz duyarsızlar gibi hallerinden memnundu.Onlara dokunulmamıştı zira devlet kadrolarına yerleştirilen bazıları gibi kayrılmıştı.Çeşitli renklerdeki bazılarında öpüşünün izi olarak kalan ruj lekesi olan izmaritler seçim öncesi oy kapmak adına devlete ait arazi üzerine kurulan gece kondular misaliydi.En nihayetinde kaçınılmaz olarak onlar da kaldırımlardan süpürülüyordu.
Kilitli taşların üzerinden atamadığı patronuna yağ çeken dalkavuk misali bir yapışkan vardı ki o da tükürüktü.Neyse ki rüzgar onu kurutuyordu.Bazı yerlerde ise atılma tarzı benzer, rengi ve kıvamı daha yoğun bir yapışkan olan sümkürüğün savruk serpintileri bulunuyordu ki bunlar yüzsüz insanlar gibi her yerde karşına çıkıyordu.Birkaçının üzerinde ise yıpranmış,hiç acımadan buruşturulmuş içi boş ambalajlar vardı ki bunlar daha fazla yer kaplıyordu tıpkı içi boş beyinler gibi.Bir çikolata ambalajının üzerine sakız yapışmıştı ve poşet bu sakız sayesinde ayakkabıya tutunarak ilerliyordu birilerinin fikirlerini çalıp kendi düşüncesiymiş gibi geçinenler misali.O yoldan gelip geçenler buraya atılanlara hiç dikkat etmiyor yürüyordu.Bazıları onlara vuruyor ve nesne yine ‘bazıları’ gibi kıvırıp tekrar taşların üzerine düşünüyordu.Bazılarıysa bu müdahale sonunda kaldırım taşlarından dışlanıp yol kenarına konuyordu tıpkı…
Teni soğukla titreyen bir gece aralığın koynunda hüzünlü bakışları ile yatıyordu.Mahsun bedeninin titreyişi sadakati unutulmuş dost gibi olan hislerini barındırırken son ayın kesif suskunluğuna koynundaki gecenin kırık yaşları sarılıyor ve yüzü neşesi satılık eskici hatırasına dönüyordu…
Ahmet,kaldırımın sonundaki marketin birine girerken ufak ufak damlalar havada yol almaya başlıyordu.Oradan sigara alıp çıktıktan sonra damlalar biraz daha fazla taraftar toplayarak onunla beraber kırık bir düş patlamasından yeni dönmüş tavırları hiç arkadaş canlısı olmadıklarını belli etmesine rağmen naçar yıldız ışıltıları da onu karşıladı.Bundan memnun olmadığını sigarasını yakarken biraz zorlandığı için ağzından çıkan birkaç kelimeyle dile gtirmişti.Sigarayı içişinden sıkıntılı oladuğu anlaşılıyordu.Mutsuz bir görünüme sahip gözleri yürürken etrafa boş boş bakıyordu.Damlaların artışındaki yoğunluk gittikçe çoğalıyorken uzun saçları da bu artışın getirisinden nasip alıyor yüzüne yerleşmeye çalışan bir an kaçmayı başarabilmiş gülüşlerini de defediyordu somurtkanlığı.Kot pantolonu dört gündür yıkanmıyor ve üzerine yağmur damlaları düştükçe daha da kötü bir görünüm alıyordu.Sonunda yürüyüşüne bir otobüs durağına sığınarak son verdi.
Oradaki gri renkteki banka oturdu.Ahmet, yere bakarken ‘benim ruhumda böyle gri ve yaptıklarım da üzerinde…’ diye düşündü.Hüsranla sarmalanmış anılarının deposu misali sigara paketinden bir sigara daha aldı ve bu sefer ki kolay yandı.Külü pejmürde pantolonunun üzerine düştü ve ıslaklıkla oraya yapıştı.’Hay kahrolası!’ diye görünüşü alçak ve kaypak patronunun yüzüne benzeyen duraktaki camda bulunan afişteki yüze söylenip dumanı savururken durağa bir bayan gelmişti.Bankta oturdukça ayaklarını sallayıp ucu sivri ayakkabıları yere değerken ses çıkaranın üzerinde koyu renk deri bir ceket vardı. Bir anda kaşları çatıldı, bu kadının ayakkabılarını yere vurdukça çıkan sesin tonu ona ne kadar da tanıdık gelmişti.Kadının ıslanmış saçlarının ucundaki damlalar koyu mavi ceketine düşüyor ve anında buharlışıyordu sanki.Kadın bir anda yüzünü dönünce Ahmet şaşaladı bulundukları yolda in cin bile gönlünü eğlendirmezken.’Bu kadın,bu kadın…’ diye dili tutulmuştu adeta.Hemen yerinden kalkıp hızla oradan kaçtı.Kadının o yalvaran sesi uzaklaşırken hala aklındaydı.Koşarken düştüğü zaman otobüs üzerine çamur birikintisi boca ettikten sonra durağın önünden geçip gitmişti.Aracın arka camından bakan kadının saydam yüzü gözlerini acıtıyordu.
Islaklığa aldırmadan yol kenarındaki duvardan birine dayandı.Ay bile çoktan şavkını yüklenmiş tüyerken kadının ona baktıkça değişen yüzü aklına geldikçe çıldıracak gibi oluyordu.Kadının yüzünün derisindeki bıçak kesikleri kabuk bağlamış ve onların üstü çorak topraklar misali çatlamıştı.Kırıkların içinden çıkan kanlı iğrenç sıvılar yüzünün coğrafyasında ilerleyip dudaklarından ağzına ve burnuna girmişti.Kanlı, pis sıvı akmış ve lapalaşmış gözlerinin içindeki göz bebeklerinden dışarı çıkmış ve saçları matlaşıp parçalanmıştı.Dağılanlar kanlı sıvının oluşturduğu arkın içine düşmüş ve sal misali yol almıştı.Ahmet, bu arkın içinde kareye yakın bir binanın penceresinden kaçan bir ocuk görmüştü.Kadının yüzü baktıkça ona işkence etmişti.
Başka şeyler düşünüp kadınla ilgili aklına gelenlerden kurtulmaya çabalarken karanlığı yaran, yağmur sularını etrafa saça saça hızla gelen yarış yapan iki arabanın farları gözlerine çarptı.Onları görünce hızla oradan kaçtı ama yakın zamanda bu arabaları kullananları bir kez daha görecekti.Bilinçsizce koşa koşa eski, görünüşü terk edilmiş olan bir binaya benzeyen deponun yanına gelmişti.Hiç vakit kaybetmeden herhangi bir düşünce barındırmadan hareketi nefes nefese kapısını açıp içeri girdi.Deponun tavanında bulunan kırık lambaların karanlıkta sinir bozucu sallanıp duran seslerini duydu.Cebinden çakmağı çıkardı telaşla bir sigara daha yaktı ve sakinleşmeye çalıştı.Etrafı yoğun karanlıkla çevrilmişti ama ikinci sigarayı yakarken gözleri endişeli bakışlar yaymıyordu artık.Oturduğu yerden kalktı ve çakmağıyla yürümeye başladı.O esnada çakmağın cılız ateşiyle yerde birkaç cam kırığı ve rastgele savrulmuş gazeteler olduğunu gördü.Ateşi biraz yaklaştırınca gazeteye, çakmağı yakınlaştırıp okudukça ilerleterek ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden kaçan bir hastanın Üsküdar’ da geçirdiği kazadan bahsedildiğini gördü. Kazazede hastaneye kaldırılmıştı.Ahmet yazan ismi görünce oldukça üzüldü. ‘ Ben dedim sana Orhan, Ezgi denen o kızın peşinden İstanbul’ a gitmeyecektin , tımarhaneye düşmekle kalmadın bir de kaza yaptın,’ diye düşündü yüzünde acıyla.
Sigarasından bir nefes daha çekip yerden bir başka gazeteyi alırken deponun içine tıpkı geçmişi gibi zemheri bir soğuk hücum etti.Bir kısmı dudaklarına sırnaşırken kalanı karanlığa kapılıp giderken içindeki karamsarlığı yüklenmiş sigaranın dumanında bir anda asap bozucu saydam yüzler süzülmeye başladı.Bunlardan bir tanesi yerdeki bir cam kırığını ona gösterdi.Yansıyan görüntüde bir akşam vakti yağlı ve pis bir yolda bir kadın ve bir adam ele ele tutuşmuş gidiyordu.Onların biraz gerisinde de bir başkası takip ediyordu.
Ahmet kızgınlıkla saydam yüzlerin parlak gözlerinin rahatsız edici ışığında görünen cam kırığını tekmeledi ama görüntü değişmedi ve yansımaya devam etti…
Kalbinin parçalanmış hayal kırıklığından mamul kapısından kayıp ruhuna yol alırken kendisinin bir başka tezahürünün gri gözlerinin bakışlarına yansıdığını gördü.Her attığı adımla ona yaklaştığını düşünürken yankısı uzaklardan gelen ağlayan bir çocuğun hüsranlarını yüklenmiş hüzünlü yaşlarının, yakınlardan tınısı büyüdükçe duygusal bir yalnızlığa götürdüğü, hayatı hiç anlayamadığı bir kapıdan, geçmişti.Aslında isimsiz korkularının çizdiği çemberin merkezinde dolanıp durmuştu.Gittikçe büyüttüğü korkuları ona yollar çizmişti ve cam kırığından yansıyan da onlardan birisiydi.
Gece,ucuz ve nahoş rayihalarla doluyken ay işveli ve oynak bir kadın edasında tavırlar sergiliyor ışığı müstehcen ve davetkar öpücükleri yolun kıvrımlarında arsız bir sırıtışken bir de yağmurun sesleri rüküş havanın kokoşluğunda kendine yer ediniyor anıların fısıltıları rüzgarın kahkahalarında boğulurken adamın adımları unutulmaya yüz tutmuş birininki gibiydi.
Yürüdükleri zamanın dili yaşı geçgin pavyon şarkıları gibi pörsümüş, eskimiş gürültüleriydi adeta etrafta duyulan kulaklarının kapısına vuran sesler.Arkalarında ise onları takip eden gölgemsi bir şekil vardı.Adamın bir sonraki adımları anlık bir mutluluğa kapılmış birininkine dönüşürken yanındaki kadın onun yürüyüşündeki karaktere göre ilerliyordu.Takip eden ikisine yakınlaşmaya başlayınca onun yürüyüşü yavaşladı.Halinden yorgun,üzgün,kırgın ve karamsar olduğu anlaşılabiliyordu.Aynı zamanda yanındakinin yürüyüş karakteri de onunla aynı seyirdeydi.Kadın onları takip eden yaklaştıkça saydamlaşmaya başlıyordu.Arkadakinin yaklaşma hızına göre değişmeye başlayan saydam kadın bir kristal vazo gibi parçalandı.Adamın yürüyüşü aynı seyrinde devam ederken saydam kırık parçalar da onunla beraber ilerlerken gölgemsi şekil yani duygusal yalnızlığı bunların içine girdi.Kadın ise cisimleştirdiği avuntulardan birisiydi.Saydam kırıklar birleşip bir bütün oldu.Onun psikolojisine göre duygusal yalnızlığı bazen uzaktan takip eder,bazen çok yakınlaşır, bazen de avuntusunun yansıyan yüzü olarak kimi zaman da yanında giderdi.Cam kırığı ise onun kırık gözyaşlarından birisiydi.
Deponun dışından ayak sesleri geliyordu.İçeri giren tanıdık narin ayak sesleri Ahmet’ e kimi zaman renkli,kimi zaman siyah beyaz çoğunlukla gri anıları getiriyordu.
Derya deponun karanlığında adımlamaya başladı. Arkadaşı Orhan’ ın kazasını haber almış ve İstanbul’ a gelmişti…
…
Ben, sen olduğumu kendimde olmadığımda anladım,Ne olduğunu kendimden sana kaçarken kavradım...
Birinci Ana Kısım Sonu
EYLÜL 2OO9 YENİDEN DÜZENLEME ARALIK 2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.