- 1509 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
AŞK
AŞK
Aşk ne kadar da temiz ne kadar da kutsal bir duygu. Menbaı muhabbettir. Muhabbette merhamet vardır. Fedakarlıktır aşk. En kutsalını hiçbir karşılık beklemeden feda etmektir. Başkasını bütün hatasıyla bütün kusuruyla kendine tercih etmektir. Hoş görmektir aşk.
Aslında acı çekmektir aşk. Ne kadar çok acı varsa o kadar büyüktür aşk. Acıyı mutluluğa, hüznü sevince tercih etmektir. Çektiği acılardan, yaşadığı hüzünlerden mutlu olmaktır. Acıdan kurtulma yollarını kapatıp daha çoğuna talip olmaktır. Istıraplardan mutluluk çıkarmaktır aşk. Gözleri bir noktaya dikip sevgilinin tüm masumiyetiyle yaptığı şirinlikleri görmektir.
Ağlamaktır aşk. Buğulu gözlerden son katresine kadar yaş dökmektir. Gözlerden yanaklara süzülen damlacıkların dudaklarda abu hayat olmasıdır. Ağladıkça sevinmek , mutlu olmak için daha çok ağlamaya zorlamaktır kendini. Her damlayla yürekte yanan ateşi alevlendirmektir aşk.
Bütün çekilen çilelere inat sevgilinin geçtiği yoldaki ayak izlerine bakıp huzur bulmaktır aşk. Uzaktanda olsa yazmasının ucunu görerek çzlem dindirmektir. Aynı şehirde yaşamanın, aynı havayı solumanın, aynı güneşte ısınmanın, aynı soğukta üşümenin ve aynı yağmurda ıslanmanın hazzını yaşamaktır. Yakında olsa uzakta olsa nefes alıp verdiğini bilmekle kifayet bulmaktır. Yüzünü görmese de sesini duymasa da yaşadığını bilmekle yetinmektir aşk.
Bazen imkansızlara meydan okumaktır. Olmayacağını asla gerçekleşmeyeceğini bilerek sevmektir. Tüm dünyayı karşıya almaktır. Horlanacağını, aşağılanacağını, lanetleneceğini, ayıplanacağını bilerek yinede sevmektir. Ve en acısı kavuşmayı beklemeden hatta sevilmeyeceğini bilerek sevdalanmaktır aşk.
Cahilce cesaretler ortaya koymakyır aşk. Kafa tutmaktır her şeye. Mahvolmaktır aşk. Bitmek tükenmektir. Dumansız alevsiz ateşlerde yanmak, en kızgın korlarda dağlanmaktır. Lanetlenmektir. Sadece kendini değil bütün yakınlarına çile çektirmek ve kendinden sonra gelecek soyuna asırlarca sürecek uğursuz menşei bırakmaktır.
İşte KABİL’E ALLAHIN emrine isyan ettiren kardeşi HABİL’İ öldürten İKLİMA’YA duyduğu aşktan başka bir şey değildi. Olmayacağını İKLİMA’YA asla kavuşamayacağını bilerek lanetledi.
HACER’E teslimiyetin en güzel örneğini yaşatan da aşktan başkası değildi. Eşi İBRAHİM [AS] Onu bügünki mekke şehrindeki KABE’NİN bulunduğu ıssız vadiye henüz emzikli çocuğu İSMAİL’LE beraber bırakıp dönerken HACER : - EY İBRAHİM beni ve küçük çocuğunu neden bırakıp gidiyorsun. Diye sorar. İBRAHİM [AS] de: Bunu ALLAH istedi diye cevap verir. HACER: O istediyse git bana ALLAH yeter der. İşte HACER’İN bu teslimiyeti göstermesi de ALLAH’A olan aşkından başkası değildi.
Kılıcını kuşanıp hiç kimsenin cesret edemediği HZ. MUHAMMED’İ öldürmeye tek başına kalkışan yiğit HZ ÖMER’E aradan kısa bir süre geçince : -YA RASULULLAH be seni anamdan, babamdan, çoluk-çocuğumdan ve kendimden daha çok seviyorum. Dedirten Peygambere olan aşkından başka ne olabilir ki.
HZ. PEYGAMBER’İN orduya yardım çağrısına bütn mal varlığını bağışlayan ve kendisine <çoluk-çocuğuna ne bıraktın> denildiğinde <ALLAH ve RASULÜNÜ buraktım> diye cevap veren HZ. EBU BEKİR ‘ bu teslimiyeti ALLAH ve PEYGAMBER aşkından başka ne ile ifade edilebilinir.
ZÜLEYHA’NIN YUSUF’A olan aşkı ne kadar büyük fedakarlık. Bir yanda koskoca bir ülkenin kralını Firavunun karısı bir yanda o evin kölesi. Gönül ferman dinlemiyor işte. ZÜLEYHA YUSUF’A tutuluyor her şeyi göze alarak. Aşağılanmayı horlanmayı hatta ölümü bile. Saltanatın bütün imkanlarını kaybetmeyi de göze alıyor. Aşktan başka hangi şey insana bu kadar büyük fedakarlık yaptıra bilir ki. Bu ne büyük fedakarlık bu ne büyük aşk Yarabbi.
Bilinen aşk hikayelerinde ne canlar gitmiş. Ne ocaklar sönmüş. Nice koç yiğitler. Nice ceylan gözlü kızlar. Ömürlerinin baharında canlarını bu yolda feda etmişler. Nice saaşlar çıkmış bu uğurda… ya birde bilmediklerimiz uğrunda öldükleri aşklarını ölümsüzleştiremeyenler…..
LEYLA İLE MECNUN belkide yaşanmış en büyük aşk . Hangi seven sevdiğini MECNUN’UN LEYLA’YI sevdiği gibi sevemediği için kendine kızmamıştır. Hangi canan LEYLA gibi sevilmeyi arzulamamıştır. Çekilen acının büyüklüğüdür, sadakatın en dürüstüdür, fedakarlığın emsalsizliğidir maddi aşkı manavi aşka çeviren, KAYS’I MECNUN eden.
FERHAT külüngünü her vuruşta ŞİRİN’E yaklaştığını bildiği için yorulmak yerine gücüne güç katıyordu. Kavuşmanın hayeliyle dumansız alevsiz ateşte yanan KEREM ARZU’YA masumiyetin karşılık beklemeden sevmenin tutkusudur aşk.
Ama birileri çekemedi aşktaki samimiyeti. Sadakati. Fedakarlığı. Masumiyeti. Çekemedi birileri. Kendi kirli dünyalarında yer yoktu samimyete, sadakata, fedakarlığa, masumuyete…. Kıskandılar . kendi kalplerindeki entrikalardan kurtulmayı denemek yerine aşkı bozmaya karar verdiler. Belkide yüzyıllar sürecek bir süreç başlattılar.
Divan edebiyatının aşklarıydı ilk bozulan. Maddeden manaya geçen uslüp bazulmuş, artık sevdiğini ALLAH için sevenler demode olmuş, aşkın acısını çekerek pişenlere inat sevdiğini beuoğlunun arka sokaklarının izbe köşelerinde nem ve rutubet kokulu bodrum katlara saçı sakalına karışmış güya hayatın sillesini yemiş bedbahtların işlettiği, meyhane köşelerinde sevdiğini unutmak için saki’nin sunduğu meyde arayanlar, sadece unutmaya çalışmıyor du sevdiğini aynı zamanda sevdiğinin zeytin karası gözlerimi, kiraz dudaklarını, elma yanaklarını, kömür karası saçlarından ördükleri sepetlerde meze yaparak alttan alta oyuyorlardı aşkın temelini.
Romanlarla da başladı saldırı. O masum o tertemiz aşkı anadolunun sevdiğini ölümüne seven, sevdiğini gözünden bile sakınan, sevdiğinin adını kendine bile yüksek sesle söylemeyen yağız delikanlılarından; ahu bakışlı , ceylan bakışlı , yürekleri yüzlerinde ki güneş yanıklarından daha yanık olan mahçup kızlarından aldılar. Medenilik ve modernlilik hevesiyle bütün kutsal değerleri yerle yeksan ederek otuzunu geçmiş tahsilli bayanlarla kırkındaki müzmin bekar erkeklerin seviyeli(!) ilişkiydi aşkın adı. REŞAT NURİLER, HALİDE EDİPLER VS. ısrarla aşkın masumiyetini ortadan kaldırmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.
Sonra MUAZZEZ TAHSİNLER, KERİME NADİRLER sahnedeki yerlerini aldılar. Artık aşk kolej mezunu kızlarla babalarının paralarıyla lüks içinde yaşayan erkeklerin hayatına hapsediliyordu. Sevgiliye duygular güzelim türkçemizin kompliman kelimelerle değil ARYALARLA, PİYANONUN tuşlarından dökülen güftesi ve bestesi yabancılara ait olan melodilerle terennüm ediliyordu. Yazlık evlerde ağustos gecelerinde boğazın serin havasından oluşan çiğ düşmüş yeşil çimenler üstünde sevgilinin dudağına şehvet buseleri yapıştırılıyor, buna da aşk deniyordu. İstanbulun yüksek sosyetesine verilen balolarda sevgilinin kollarında dans ederken bütün gözler üstlerindeyken başkasını çekiştirmekti artık aşk. İşte bu aşkta kim daha zenginse kolej mezunu kalteli kızların onu tavlamaya çalışması gayet normaldi vesselam.
Babı alinin rolunü elinden almayı kafaya koyan YEŞİLÇAM aşkı inadına işliyordu NAYIRLI NOLAMAZLI replikli filmlerinde. Masumiyet , samimiyet, saflık yerini şehvet şiddet ihanet ön plandaydı bu filmlerde. Sevdiğinin eteğinin ucunu başkasının görmesini dahi kabül edemeyen kahramanlardan sevdiğini anadan üryan soyutan modern(!) tiplerdi aşkın temsilcileri. Mutlaka sevgililer bu filmde tecavüze uğrardı. Adeta tecavüz edilmemiş kızdan sevgili olmaz mantığı hakimdi. Romantik aşıklarda İSTANBUL’UN bütün meyhanelerini dolanıyor kadehlerdeki dudak izlerinden sevdiğini arıyordu.
Anadolunun masumiyetine de el atılmış KEZBAN büyük şehire taşınmıştı. Zavallı KEZBAN zengin muhitin daha ne olduğunu anlamadan mahallenin en zengin adamının şımarık, barlarda pavyonlarda gezmekten başka bir iş bilmeyen oğluna aşık olur, herkesi kendisi gibi temiz kalpli saf duygulu sandığından 90 dakikalık filmin 89 dakikası boyunca aşağılanır, dalga geçilir, eğlence nalzemesi olur ve so dakika esas oğlan kıza aşık olur mutlu son ve film biter. Sonunda KEZBAN’IN mutlu olduğunu gören anadolunun o saf o temiz o cefakar kızlarının masumiyetleride temelden sarsılmaya başlardı.
Romanlar filler yetmezmiş gibi günlük veye haftalık çıkan magazin dergileri iş başındaydı artık. Sanatçıların aşk hayatları MAKSİM’ İN pırıltılı düyasından bir paparazzinin objektiflediği resimler altına tefrika dönemi başlamıştı. İBRAHİM TATLISES -DERYA TUNA -PERİHAN SAVAŞ’IN büyük aşk üçgeni arkası yarın kuşağı gibi sabırsızlıkla takip ediliyor, FERDİ TAYFUR- NECLA NAZIR arasındaki seviyeli ilişki merak konusu edilyor, MÜSLÜM GÜRSES - MUHTERM NUR yazıları soluksuz okunuyordu. Aşk aşklıktan çıkmıştı. Olayın kahramanları bile yaşadıklarına aşk diyemiyor FLÖRT ettiklerini söylüyorlardı bunların şahsında. Aşk ölmüştü. FLÖRT başlamıştı yazık.
Hele TANJU ÇOLAK-HÜLYA AVŞAR FLÖRTÜ güzel ülkemin sanat, edebiyat, spor, siyaset herkesin ve her kesimin öncelikli gündemini oluşturuyordu. Güzelim aşk çok yönlü karmaşık ilşkiler için bir araç olmuştu. Amaç araca dönüşmüştü. Neler yoktu ki bu hikayede…. Avrupa gol kralı kamptan kaçarak maç gecesi HÜLYA ile otelde basılıyor TÜRK futboluna yaptığı ihanet konuşuluyor , henüz sanat hayatının başında olan HÜLYA’YA şöhret yolları açılıyor, iki çocuklu TANJU’NUN hanımı ise üçüncü çocuğuna hamile olduğunu açıklayarak şok üstüne şok yaşatıyordu bu millete.
Aşkın ekonomi boyutunu da kısa süre sonra öğreniyorduk. Aşık olduğu genç sevgilisiyle evlene bilmek için eşine İSKİ’NİN (o zamanın parasıyla)7 tirilyonunu nafaka olarak veren NURETTİN SÖZEN aşkın en uzak durması gereken alana yani ekonomi alanına balıklamasına daldırmıştı. Artık aşk eşittir para mantalitesi kurulmuştu zihinlerde.
En temelinden çatırdamıştı aşk. Aşkın içinde geçtiği cümlelerde samimiyet , fedakarlık, acı çekmek koyulamıyordu. Aksine o cümlelerde entrika, aldatma, ihanet hep baş roldeydi. Aşkın adı önce flört olmuş sora ÇIKMA da karar kılınmıştı. Sevdiğim yerine çıktığım kelimesi kullanıyordu. Aşk mı telaffuzdan bile düşmüştü.
Özel televizyonların sayısı arttıkça magazin proğromları reytink rekorları kırıyırdu. TELEVOLE kültürü her haneyi zabtetmişti bikere, dönüşü yoktu artık. Her şey her kesin gözü önünde idi.kim kim le çıkıyor anında biliniyordu. Derneği bile vardı. MAGAZİN GAZETECİLER adıyla. Bir haftaki bölümde birbirlerini deli gibi sevdiğini söyleyenler ikinci hafta beş yıldızlı otellerde hatta çırağan da hiçbir masraftan kaçınmadan milyonlarca dolar harcıyarak yaptıkları düğünler gösteriliyor. Üçüncü haftada birbirlerine ağza alınmayack sözler sarfediyorlar ve dördüncü hafta tek celsede boşanmış olarak ama elele katşımıza çıkyorlardı. Son demeçlerinde de kalplaerinin boş olduğunu söyleyerek yeni adaylara ilan vermeyi de unutmuyorlardı.
Tabii artık altı oyulmuş, ayaklar altına pas pas edilmiş, her gurup kendi kavlince oyukları genişletmiş ve her oyuğana infilak etmeye hazır kilolarca dinamit döşenmişti aşkın. Yaşanacak büyük infilaktan pay kapma savaşları başlamıştı bir kere. Dönüşü yoktu bu yolun. Kazanılacak Büyük zaferin neferi olma amacı kaplamıştı kirli ruhları.
TÜLİN ile CANER aşka yeni bir boyut kazandırdı. Kaprisli bir kızın bilinçli kışkırtmaları psikopat seven tiplemesi sahne almıştı aşk meydanlarında. Hak edilmeyen şöhret, reytink savaşlarıyla birleşince yanlış üstüne yanlış davranışların en can alıcıları alenen sergileniyordu. Peşinden <ömrüm oldukça jokerim tanju> diyen ŞEBNEM’İN <dışarda çıktığım kız var burdan çıkınca ona evlenme teklif edeceğim> diyen ATİLLA’YI milyonların gözü önünde iki haftada tavlayıp ödül karşılığı evlenmesini hep birlikte nefessiz izlemiştik. SİNEM ile ATA’NIN ilişkisi ise kaynana SEMRA’NIN yüzünden boyut farkı kazanmış hele ATA’NIN ölümü şok yaratmıştı bu alemde.
Artık detayla uğraşmak bile gereksiz görülerek konuya direkt dalma dönemine geçiş başlamıştı. Aşk flörte , flört seviyeli ilişkiye, seviyeli ilişki, çıkmaya, çıkma ise ELEKTİRİK ALMAYA dönmüştü. Evlilik proğramları son dinamiti de yerleştirmişti aşkın kazılan kuyusuna. Elektirik alan elektirik almayan. Elektirik alacak mı almayacak mı? Papatya falı gibi izleniyordu resmen. Tabi iş burda kalmıyor ilk görşte ELEKTİRİK ALANLAR’I ikinci bir sınav daha bekliyordu. O sınavı da geçerlerse tv ekranlarında masumiyet ifadesi gelinlik giyilip kompetiler altında dans edilerek düğün yapılacaktı. İkinci sınav kazanılamazsa alınan elektirikler kavgayla deşarj olacaktı. İkinci sınavın adı TEN UYUŞMASI idi. Bu sınav ancak uygulamalı yapılacak bir aktivite idi.
Yerleştirilen dinamitler peşpeşe infilak ediyor yıkımı feleketler doğuruyordu. İnfilak okadar hızlı oluyordu kiolayların kronolojik sırasını takip etmek gerçekten çok zordu.SEDA SAYAN- NİHAT DOĞAN’LA başlayan yaşça kendinden büyük-küçük sevgili dönemini nereye yerleştirmeliyiz acaba.
Yetti mi ?
Yetmedi tabi ki. YAPRAK DÖKÜMÜ VE AŞK-I MEMNU yeni boyut kazandırmak için aşk en kıvrak figürler sergiliyordu. Bu alemde artık aldatılan suçlu aldatan kahramandı. Ve en iğrenci aile içinde dönüyordu her şey. Yabancı değil bacı bacının kocasını ayartıyor, yeğen dayının eşiyle düşüp kalkıyordu. Olayların akışı ise hainleri masum gösterme hevesindeydi. Çatırdamıştı bir kere. Yıkılması kaçıılmazdı. Durdurulamazdı büyük yıkım. Bu büyük yıkımdan her ev her aile mutlaka nasipleniyordu.
Birde sosyal medya boyutu var aşkın. Daha doğrusu aşk sanılan kepazeliklerin. Eskiden aşk mektupları olurdu. Özenle bezenle yazılan. Bir aşk mektubunu yazıp bitirmek için onlarca kağıt ziyan edilirdi. Çünkü hatasız olmasına önem verilir, en küçük bir hatada o kağıt büzüştürülüp atılır yenisine başlanırdı. Mutlaka <kalbin kadar temiz bu sayfa> ve <yüreğimin en derin yerinden> ifadeleri yazılırdı her mektuba. Yazılanlar defalarca okunur, hata yoksa en son cümlesini yazmaya sıra gelirdi. En zoru son kelimeyi yazmaktı. Beş harften oluşan son kelimenin daha ilk harfi yazılmaya başlayınca yazanı müthiş bir heyecan kaplar, yüzü kızarır, kalbi hızlı çarpmaya başlar,hızla çarpan kalp bütün vucüdu titretir, titreyen parmak zorlanarak yazardı o son kelimeyi. Ama titrek elle yazıldığı için yazısı karışırdı o son kelimenin ve ancak sevgili anlardı onun ÖPTÜM olduğunu. Sonra güzelce katlanır zarflanır küçük kardeşe rüşvet vererek yollanırdı. Yada daha önce kararlaştırılmış bir duvar kovuğuna konurak sevgilinin alıp okuması ve cevap yazması sabırsızlıkla beklenirdi.
GSM ler şimşek hızıyla çoğalıp büyük küçük herkesin cebine girince artık mektıp dönemide kapanıp SMS dönemi başlamıştı. Mektuplarda ki samimiyetten, sıcaklıktan uzak gereksiz kısaltmaların kullanıldığı sesli harflerin lugattan düştüğü kısa SMS ler zabt etmişti aşkın sahasını. Hele başkalarının yazdığı duygudan uzak süslü cümlelerle yazılmış , öznesiyle yüklemi uyumsuz hazır SMS leri kopyalayıp sevgiliye göndermek , duygularını yazıya dökmekten aciz olanların sığındığı can kurtaran liman gibiydi. Başkalarının sözleriyle sevdiğine sevdiğini söylemek çaresizlikten başka ne idi ki. Sonunda gereksiz kısaltmaların yapıldığı , sesli harflerin yazılmadığı alana simgeler eklendi de çaresizlerin dertlerine çare bulundu. Gülücük –somurtma-düşünceli-komik vb. simgeler ne kadar da duygusallık katıyordu aşk?....
Devam ediyordu yıkım hareketleri… SMS ler artıkdemode olacak MSN LER moda. Sevgiliyle artık MSN den öznesiz yüklemsiz, noktasız virgülsüz yazılarla ÇETLEŞİLECEKTİ. Oda kısa sürecek FACEBOOK ‘TAN sevgilinin resmi arkadaş gurubuyla paylaşılacak, sevdiğinin yüzünde göz izi arayanların torunları ecdadına inat arkadaşlardan beğen- yorum yap- paylaşistenecekti. CAM AÇMA YA gelin hiç dokunmadan geçiştirelim. FACEBOOK’TA arkadaş gurubuyla paylaşmak yetmedi sevgiliyi. TWİTTER’LE herkese TEŞHİR etmekle uğraşıyoruz şu sıralar vesselam….
Hey gidi aşk hey nerden nereye getirdik seni . acıyı alarak kolunu kanadını kırdık. Sadakatı alarak altını oyduk. Kıskanmayı alarak paramparça ettik.
Son yıllarda güzel ülkemizde kaygıyla izleniyor aile kurumu. Değerlerimiz ( dikkat edin kutsal değerlerimiz diyomuyorum) kökünden, temelinden sarsılıyor. Yıllık BOŞANMA sayısı yıllık EVLENME sayısından fazlalaştı. Bunun tek sebebi AŞKA İHANET ‘TİR
ERHAN DOĞANAY
06.06.2014
YORUMLAR
Ne kadar dolmuşsun yahu, nasıl da bilenmişsin böyle..
Okurken yoruldum yeminle, ama anladım ki masum değiliz hiç birimiz.
Ama sanırım mazoşistiz biraz :)
Aşk ile başladık, nerelere geldik../ yara derin aslında, çok derin, bir kaç kuşak öncesi derinlikler..
Neyse ...//
Çıkamayız biz bu kuyudan
Tek kelime
" Anlatılmaz, yaşanır"