- 624 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SÜNBÜLÂT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kendimi dev misk sümbülünün içinde buldum. Kokusu yüzüme çarptığında çanak şeklindeki kolları üzerimi sımsıkı örtmüş, nefes almamam için çabalıyordu. Beni öylesine etkilemişti ki, gözlerim kararmaya başladı. Kendime geldiğimde şifonyerin bir ucuna sımsıkı yapışmış gözümü açmaya çalışıyordum. Başımın acısından şifonyere çarptığımı anladım.
Düşler ne kadar farklı! Sevdiğim bir çiçeğin kokusu bile incitebiliyor. Düş ve gerçek birbirine karıştığında ortaya çıkan kaos... Çocukluğumdan kalan korkumda annemin bahçedeki çığlığını hep duyumsarım. Anneannemin yaşadığı konağın o müthiş bahçesini… Erguvan ağaçlarının eflâtun gölgesinde dinlenmek... Çocukluk anılarımı asla terk etmedim. Yalnız bir gün, sümbüllerin yanındaki eski kuyuyu fark etmemiş olacağım ki, oynarken üzerinde bulmuştum kendimi. Tahta kapak üstünü sıkıca kapatmış olmasına rağmen, annem beni uzaktan görmüş ve basmıştı çığlığı. Oradan hızla uzaklaştığımda annemin sesinden korkmuş ve ağlamaya başlamıştım. O gün bu gündür sümbül çiçeklerine dokunmadım. Çiçek satıcılarının yanından geçerken kokladığım o hoş kokunun ardında bir korku vardır.
“Orman Perisi Pomona gibi karşı koydum bu güzelliğe… Karşıma çıkacak Vertumnus kurtarabilir beni.”
Parmaklarım saçlarımda gezindi. Edebiyat bölümünde ki hocamın sözlerini anımsadım. Yıllar önce okulun geniş koridorunda gezinirken ezberlediğim yılsonu oyunundan satırlardı aklımda kalan. Evrim geçirir gibi düşüncelerim şimdiki zamana doğru aktı. Şifonyerin üzerindeki mektubu elime aldım. Salih’ten gelmişti. Üç yıl önce tanışmıştık. Yurt dışına giderken bana yazacağına söz vermişti. Master için gitmiş ve üniversite de kalmıştı. İlk zamanlar; aramızdaki fırtına onun gidişiyle yerini meltem rüzgârına bırakmıştı. Zaman zaman bana mektup yazardı. Sümbül çiçekli beyaz bir kâğıda... Çağımızın iletişim araçlarına karşı duruş, nostaljik bir bakıştı eskiye. Dokunamasam da sümbülü çok sevdiğimi bilir ve böyle ince nostalji yaşatırdı bana. Artık evlenmesi gerektiğini düşünüyordum. Benim aklım başka yerlerdeydi sanki. Ama o ısrarla aramızdaki iletişimin kopmaması için yazıyordu. Gülümsemek! Başka ne yapabilirdim ki! Gülümseyince geride bırakıyordum düşüncelerimi. Hazırlanmam gerekiyordu. Hayat sümbüllerden ibaret olmamalı. Diğer kokuları da hissetmeliyim. Vazonun içindeki kır çiçeklerine dönüşmeliyim. Beyaz ve sarı renklerim evreni kaplamalı. Üstüme aldığım şalın renkleri arasında kaybolmalıyım.
Dışarı çıktığımda caddenin sonundaki çiçek satıcısına henüz sümbüller gelmemişti. Martın son zamanları… Gelmek üzere… Gelecek ve benim gizemli korkularımı yeniden yeşertecek. Çiçek satıcısına bunu anlatmak zor… Bana onu uzatacak ve ben yine taze kır çiçeklerini tercih edeceğim. Belki de bilinçaltımı tatile çıkarmalıydım. Belki de beyaz bir kâğıdın üstündeki gizeme bırakmalıydım kendimi. Düşünceler yoğun trafiğin akışı gibi… Akamıyor. Ama akacak gibi gözüküyor. Kendim bulmalıydım sümbülün rengini… Beyaz, eflâtun, mor, pembe, sarı…
YORUMLAR
Ne hoş bir yazı.
Çiçeklerin dili mi desek ismine ne?
Tebessümlerle okudum.
Çiçekleri sevdiğimi hatırlattı bana bu yazı.
Erguvan ağaçlarını da.
Anneciğim.
Canım benim.
Ne çok severdi çiçekleri, evimizi çiçekçi çarşısının güzelliğine bürürdü.
Şimdi sol yanı felç.
Hala balkonundan çiçekler eksik olmaz.
En çok da,
sultan küpesini seviyor.
Belki de küpeleri çok sevdiğindendir o çiçeğe ilgisi.
Zira,
kendimi bildim bileli,
kulağından küpelerini asla çıkarmaz.
Çiçek sevgisi mutluluk demek.
Tebessüm demek...
Hayat demek...
Güzel yazıydı, güzel...