- 748 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Fantastik
Fantastik
Büyük yeşil bir odanın beyaz kapısına yakın bir yerde oturuyorum. Oda o kadar büyük ki; karşıdaki koltuklarda oturan insanların kim olduğunu tanıyamıyorum. Neler konuştuğunu duyamıyorum.
Uzun geniş koridordan abim sesleniyor
“Hadi, çabuk olun, dolmuş kapının önüne geldi.”
Nereye gideceğimizi,kimlerle gideceğimizi,neden gideceğimizi bilmiyorum…
Gittiğimiz yer bir yüksek bir dağ üzerinde ahşap bir oda.İlkindi güneşi vuruyor duvarlara.Vernik kokuyor,güneş ışığı sarı yapıyor her tarafı.Çocuklar aşağıdaki kantine doğru koşuyor.Kuş uçmaz kervan geçmez bu yerde neden kantin var diye soruyorum kendime,huzurlu bir ortam değil,sıkılıp orandan ayrılıyorum.
Bir benzinlikte buluyorum kendimi belki de bir çay bahçesi bilmiyorum…
Kapıdan içeriye giremiyorum. Havuz şeklindeki büyük bahçe masmavi su ile dolu,içinde balıklar yüzüyor suyun.
“Bakarmı sınız “ diye sesleniyorum görevliye..
Bana bakıyor görevli uzaktan
“Ben içeriye girip,çay içmek istiyorum..nereden gireceğim buraya.*”
“Başka kapı yok oradan gireceksiniz..”
“Burası diz boyu su,hava soğuk olur mu hiç öyle şey.Islanırım..”
“Orada su yok hanım efendi..zannederim size öyle geldi…”
Şaşırıyorum…Su o kadar berrak ki…nasıl oluyor da su yok diyor…Yere bakıyorum su yok dere taşları kuru…
İçeriye girip üç adet masanın olduğu yere doğru yürüyorum.Masalar beyaz ve temiz.Benden başka kimse yok.
Çayımı karıştırırken bardakta oluşan girdabın derinliğine dalıyorum.Neler düşündüğümü bilmiyorum.
Başımı kaldırdığımda diğer masalarda oturan siyah giyimli insanları görüyorum..
“Hayret” diyorum “ne zaman geldi bunlar, geldiklerini görmedim.”
Bir masada, iki erkek, bir tanede kalçaları çok iri,uzun siyah eteğinde yıldız şekilleri olan kadın ayakta duruyor.İki genç erkek yüksek silindir şapkalı top sakallı ve zayıflar…Kadın öfkeli , iki erkek çok rahat bir şekilde uzaklara bakıyorlar. Benim yaşadığım dünyadan değil onlar…belki de on yedinci yüzyıl insanı bilmiyorum.
Diğer masada siyahlar giymiş üç genç konuşuyorlar; ama çok tedirgin oldukları yüzlerinden belli.Onları da tanımıyorum.
Telefonum geliyor aklıma.Çantamı açıp telefonuma bakıyorum.Eyvah! şarzı bitmiş.”Kim bilir beni kaç kere aramışlardır” diye düşünüyorum.
Hava kararmak üzere,tedirginim ve gitmek istiyorum oradan.
Bana ait olmayan o dünyada ve insanların arasında olmak beni tedirgin ediyor.Kalkıyorum masadan.
Kapının önüne çıktığımda yaşadığım şehrin otobüsü ile karşılaşıyorum.İçindeki insanların hepsi üzgün,hepsi perişan halde.El aldırıyorum.Otobüs durmuyor.Arkasından koşuyorum.Yollar çamurlu,her tarafım çamur oluyor.Hava iyice karardı.Yıldızlar gökyüzünde parlamaya başladı,henüz ay çıkmadı,yalnızım ve bilmediğim yerde korkuyorum.
Arkamı döndüğümde, kapısı ve camları olmayan başka bir otobüs görüyorum.Şoför başını direksiyona dayamış uyuyor.Araca biniyorum.Şoför uyanıyor bana öfke ile bakıyor…Öyle çaresizim ki;Allah ‘hım bu bir kabus olmalı…
Bir müzik geliyor kulağıma çok iyi bildiğim İngilizce bir şarkı.
Müziğin sesi iyice yükseliyor..
Gözlerimi açıyorum.Her yer aydınlık.Oysa az önce gökyüzünde yıldızlar parlıyordu.
Şimdi sabahta mıyım, öğlede miyim bilmiyorum.
Uzun bir süre anlayamıyorum.
Oğlumun sesini duyuyorum..
“Hadi anne uyan artık.Benim canım sıkılıyor..”
Şükür Yarabbim,yaşadıkarım rüyamış diyerek,kendi dünyama dönüyorum…
YORUMLAR
Güzeldi.
Bir rüya, ancak bu kadar güzel aktarılabilirdi.
Ve,
gerçekten rüya sahnelerini hissettiriyor insana.
sareyaprak
Rüya değil uzun metrajlı bir filimdi sanki...korku,gerilim herşey vardı....
Selamlar....
ya okunan bir eser ya yenilen ağır bir yemek yada dinenen buruk bir hikayenin yada günümüzde yaşanan olumsuz olayların etkisi olmalı.
ağır bir rüyadan uyanmak ne güzel.
oldukça güzel yazılmış bir yazı.
tebrik ederim
sareyaprak
Artık rüyalarımıza bile yansıyor...
Uzun metrajlı filimler gibi rüya görmeye başladık :)))))))
Çok teşekkür ederim...
Selamlar....