- 1232 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Soru,Yalan nedir ?
Soru ;
Yalan nedir ?
Herhangi bir kişi, topluluk veya kuruma, yanıltmak amacı güdülerek yapılan
rol veya doğru olmayan herhangi bir ifadedir.
Daha yalın bir anlamda, yalan
yanlış olduğu (doğru olmadığı) bilinmesine rağmen, üçüncü partinin
(kişi, topluluk veya kurumun) doğru olarak algılamasını amaçlayan bir hareket veya ifadedir.
Diyor vikipedi...
Şimdi burada,bu noktada asıl soru şu olmalı ;
Neden yalana baş vurulur?
Yaşantımızı tamamiyle bir yalana bağlı olarak sürdürmek ne kadar doğrudur ?
Bir yalanla kazandığımız ne olabilirki,hep kaybetme(yalanın açığa çıkma korkusu) içerisinde iken...
Sürekli gerçeklerle yüzleşme kaygısı ve git gide büyüyen korku içersinde geçen saatlerin
ne anlamı olabilir ki ?
(Açıkcası ; "Belki de bazıları huzursuzluğu seviyordur" dedirtiyor bana . )
İnsan,yanı başındaki en yakın dostuna yalan söylediğinde içi nasıl rahat edebilirki?
Denedim...
Yapmak zorunda olduğum bir şey hakkında kendisinin tamamen yanlış yorumlayabileceğini
Açıklamakta güçlük çekeceğime inandığım bir konu hakkında,onun tabiatında tamamen yanlış olarak gözlemleyeceği bir gerçeği
gizledim ve yalan söyledim.
Olay geçtikten hemen sonra,bunu bir kaç saat sürdürebildim...
Çünkü ;
O insan benim için değerli ve bu yalanı gizleyemezdim,içimi kemiren sorular,ona söyleme gereksimi oluşturuyordu bende...
Yani ya başkasından duyar sa,bu kez yapmış olduğum şeyin hata olmadığını da anlatamazdım
ve o dolaylı yollardan öğrenir ise aklında oluşabilecek bin türlü kurguya müdahale edemezdim.
İçimi kemiren asıl duygu,onun yaşayacağı hayal kırıklığı idi..
Belki bu günü kurtarıcaktım,belki yarını,belki de bu dünya da hiç karşılaşmayacaktım bu hatam ile
Peki ya inandığım Rabb’im,Ahirette ne yapacaktım !
Bu duruma daha fazla dayanamadım ve açıklamaya başladım.
Durumun ciddiyetini ve önemini kendisine anlatamayacağıma inandığım için ve yine gerçek olan birşeyi öne sürerek
Yine gerçekleşebilecek bir şeyi öne sürerek bu yalanı söylediğimi anlattım ona...
Durumu izah etmekte zorlanmadım...
Sorumluluklarımı yerine getirdim ve ilk defa yaptığım bu deneyim
Bana,insanlara ve dostlarıma karşı asla yalan söyleyemeyeceğimi
Olayları olduğu gibi anlatmamın bana hiç birşey kaybettirmeyeceğini
ve zaten asla aklımdan çıkartmamam gereken,
doğruluğun bir baba mesleği olduğunu anlamış ve bir kez daha ispatlamıştım kendime.
İnsan yalan söylerken,her zaman yere bakar değil mi ?
Bilirsiniz bunu,halıdaki desenleri incelediğimiz o günleri
Çünkü yalan söylerken göz teması kurulduğunda düşünemezsiniz.
Ya göz kapaklarınız ağır hareket eder ya sağa sola bakar yada mutlaka yere bakarsınız...
Düşünmek için zaman kazanma yolunda,yani yalanın kuyruğunu uzatma yolunda derin derin soluklar alırsınız..
Imm-ee-gibi leyli kelimeleri sıkça söyler yada duyarsınız...
Peki kendinizi bu,öncesi ve sonrasında yaşanılacak
utanç duruma neden getiriyorsunuz ?
Bakınız bir ayette yalan söylemenin ne kadar yanlış olduğu ap açık belirtilmiştir ;
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır.
İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.) [Nahl 105]
Bir başka ayette ise şöyle açıklamaktadır
(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının,
yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.) [Buhari]
...
İnsanların bir çok yalanına şahit oldum..
Bizzat duydum ve inanmamı istediği bir çok yalana inandım.
Soru şuydu ;
- Neden bu yol ?.. neden bu yalanı söylüyor ?
Bekledim ve kendisini köşeye sıkıştırdığı anda neler yaptığını,hem bu dünyada hem ahiretinde kendi cehennemini nasıl yarattığını
başka nasıl yalanlarla üzerini örttüğünü izledim,gözlemledim.
Deneyim sahibi oldum...
Yar’dan dı...
Yaralandım açıkcası...
O beni düşünmedi...
Yine bekledim ki gelir doğruları itiraf eder diye,etmedi...
Hiç bir şeyden utanmıyorsa,beni getireceği konumdan utanır dedim...
Utanmadı...
Beni üzmeye değer şeyler uğruna olduğunu anladım sonunda...
Ve kendine itiraf edemediği geçeklerini,gözlemlediklerimi söylemeye başladığımda
Kafası çok karıştı.
Neticede,yine yalan söyledi.
Bu yalanlar öyle ki,bir yaşam tarzı haline getirebiliyor insanı...
Yani yalan ne kadar uzar ise ve siz yalanlara ne kadar inanırsanız,bu karşınızdaki yalan söyleyen kişinin hayatına oturuyor
ve artık söylediklerine,önce kendi inanıyor,benimsiyor...
Şüphe duyduğunuz durumlarda ve hatta açığa çıkarttığınız durumlarda ise
kendisi o denli bu yaşama alışıyor ki,gerçeği söylüyormuş gibi inanıyor ve inandırma gayretkeşliği sergiliyor...
Komik değil mi ?
Ben biliyorum gerçek olmadığını
Ama o bilmiyor sanki...
Ve en son çare olarak da.
Gerçeğe en yakın itiraflar ve ucuz atlatabileceğine inandığı
ama acı olan gerçekleri de içine katarak başka bir yalan söylüyorlar...
Duygu sömürücülüğü meslekleri olmuştur.
Yalanı süslemesi size kalmıştır,yani sizin vicdanınız,vefalı ve kişiliğinizi ne kadar iyi tanıyorsa
yalanlarını sizin kişilik yönünüzde süslüyorlar.
Kısaca sizi iyi tanıyan biriyse eğer ve hayal gücü de kuvvetliyse,bu yalanı söylemeyi daha da kolaylaştırıyor...
Ama siz de onu iyi tanıyorsanız,ne söylediğini anlamanız güç değildir.
Er yada geç,gerçekler ortaya çıkar !
Önemli olan kimin yanında olduğunuz ve neyi kaybetmekten korktuğunuzu gerçekten bilmenizdir.
Siz inanan taraf iseniz...
İnandığınız gerçekleri
O ise
İnanmaya çalıştığı yalanları yaşıyordur...
Endişe etmeyin...
Bu sanatı ustaca kullananlara saygı duymayın ama
Onlara acıyın ...
Ben öyle yapıyorum..
(Devam edecek)
Remzi KURNAZ
YORUMLAR
--( En Güzel Yalan mı ) (¿) ( En kötü Doğru mu )--
Siyah bir örtü vardı üzerin de. Öyle bir sarmıştı ki yüzünü, sanki ayıplanacak bir şeyleri kapatıyordu. Yada saklanmasını gerektiren bir şeyler. Utanıyor muydu? Korkuyor muydu ? Bence hiç biri. En çok utanması gerekenlerin yada korkan, saklanması gerekenlerin ihtiyacı olan şeydi siyah .Dolaşıyorum bütün kumaşçıları. Şaşırıyorum. Neden mi? Oysa tüm kumaşçılarda siyah örtüler, siyah bezler duruyordu. Hâlbuki bir çok adim attığımız yerdeki yüzlerde, karşılaştığımız bir çok insanda olması gereken.Siyah ! Ama Yok!
Biraz dinlenmek için tarih kokan kocaman duvarların yükseldiği, yol boyunca güneşten koruyan serinliğin bitiği yerin sonunda küçük bir çay ocağı vardı. Küçük bir bahçesi, içinde iki üç tane masa, masaların etrafında oturacak küçük iskemleler. Hava o kadar sıcak ki dilim damağıma yapışmış gibi. Ne içersin sorusuna cevap veremeyecek kadar dudaklarım çatlamıştı. Nihayetin de çayım masama geldi. Adamın ses tonu o kadar içten ki, bedeniyle hiçte uyum sağlamıyordu. Bu kadar cüsseli kaba bir insanda nasıl böyle bir ses? Kısa bir sessizlikten sonra adam, nereden geliyor, nereye gidiyorsun? diye sordu.O kadar uzun bir yolculuktan geliyordum ki, o kadar çok yerde oturdum hiç kimse böyle bir soru sormamıştı. Mesele soru mu yoksa, o soruya verebilecek bir cevabımın olmaması mıydı?. .Tuhaftım. Ben ne geldiğim yeri hatırlıyorum ne gideceğim yeri biliyorum. Ben yalanın olmadığı, karaların kalmadığı yeri, insanı arıyorum. Oysa bana sorulan soruya böyle bir cevap vermek nasıl bir tepkiyle sonuçlanırdı bilmiyorum.
İnsan hayatına, sınırları olmayan fakat sınır konulan şeyler arasında yalan, pamuklarla sarılır. Peki bu bir ihtiyaç mı, yoksa ihtiraslarımızı gerçekleştirmek için araç mı? Beyaz güller var elimde demet demet, kokuları enfes, nefis istersen al benden ücretsiz, istersen çal her kulağa sesi benzersiz. Hani aranırdın her kulda en güzel karayı, anı bulunca isim değiştirsen de geride kalan siyahın .Düşe kalka yürüyen insanların aymazlığı, ayaklarının topallığını kapamak için karaları, yalanları ayaklarının altına topuk gibi döşeyerek, gülücükler saçması . Yürüdükçe biriken, ilerledikçe yıpranan yamalar, gece karanlığının sardığı patikalarda o ayakkabılar düşe kalmayı önleyemeyecektir. Yalan bir garip değil kendini arayan olsun. Garip çaresiz değil yakanı sorsun. İnsan doğruya insan, insan yalana inkar, imkan yalandan uzaksa şükran duyulandır ancak. Ya bir garip kılığında ise yalan, yada beyaza bürünen veya zararsız gibi görünen ise ,ne demeli ?
Gözleri duvarda asılı bir kağıda takıldı.El yazısıyla yazılmış.Yazıyı okudukça kendi resmini görür gibi oldu.' Biraz öteye ,alabildiğince, duru ve temiz ötesi gün. Söyledim kaç kere, beyaz kirleniyor siyaha çağrı mı? ...Ellerinde mum doğruyu arayan bir yığın insan. En tepelerden kendilerini gözleyen güneşe inat. Yaksa da kuvarsa da vazgeçmek yok siyahtan, yalandan arınmaya. Kara bir defter, kara yazılar, yazgılarla dolu, içinde bir yığın beyaz insan, ruhları temiz-tenleri temiz. Satır aralarında bir ihanet duruşu...Kibrin esiri, güneş durmadan yakıyor. Ta derinlere kül oluncaya kadar. Ya doğruluk? Kim bilir kimin asasının boyundurluğu altında.Acaba esir mi ?'
Uzun bir sessizlikten sonra kahveci, çayının son yudumunu içen adama dönerek. Ey geldiği yeri unutan,gittiği yeri bilmeyen !İnsanın en çok korktuğu kalabalıklar içinde olduğu anlardır...Çok kalabalık çok söze ve yalana, bir çok nedene, kalp ve vicdan devşirmesine neden olabileceğini bilmek çok çok gezmeyi, yada yalnız kalmayı gerektirmez... Ve devam etti.
Ey cehalet !!!..Akıl hapsine tutulma...
Yağmalanan şerefini hiçe sayma..
Hani namus diyordun !!!
Hani kalbi duyguları tutuyordun kendinde.
Şimdi kalpte durmuş, ruhta ölmüş.
Beden boş, akıldan yoksun, kalpsiz direnmekte ruh...
Çayını içip ayağa kalktı ve o koca cüsseli ama güzel sesli insana ! Evetlerin çokluğu kabullenilmiş yalanların fazlalığını anlatıyorsa, doğruyu evetle temize çıkartmak neye yarar. Bende bir çok hayır var...Yalanlarla Savaşacak, doğruyla anlaşacak.Fakat insan yokmuş bunca yükü taşıyacak.
maybull...
Saygılar...