Narziss mektuplar II
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Akşam üstleri en sevmediğim zaman dilimleri.Gün bitiyor pek çok şeyi dışarıda bırakıp eve dönüyorsun.Mevsim hiç bir şeyi değiştirmiyor.O yoğun havayı kimbilir şimdiye kadar kaç bin kere hissettim oysa bazıları için hayat tam da bu saatlerde başlıyor...
Hava turuncu bir hal alırken ne düzgün bir okuyucu,ne dikkatli bir izleyici ne de kendi çapımda da olsa iyi bir düşünür olabiliyorum.Sanırım bu durumda yapılabilecek en iyi şey seninde yaptığın gibi kendimi müziğe vurmak.İnsanı önce yerlerde süründürüp, sonra müthiş bir direnç kazandırıp, bütün eski ve yeni tanrıların dahi oturmakta zorlandığı en yüksek dağların tepesine çıkaran müzikten bahsediyorum.Öyle bir müzik ki en ilkel kabilelerin çaldığı tam tamlardan tutta ,en modern addedilen elektro gitarlara kadar karmakarışık tıpkı yaşamın kendisi gibi hep birbirine ulanmış ve dolaşmış fakat yine de o kaosun içinde hayal meyal seçilen ince düzeni kıyısından köşesinden görmek gibi...
Narsist meselesi ?! Yıllardır bunu kaç kişiye açıklamak zorunda kaldım hiç bilmiyorum.Oysa ben Narziss’im.On altı yaşımda Hesse ’nin o unutulmaz eseri ’’Goldmunt ve Narziss’’le tanışmanın mirası. Benim için anlamı olan takma bir isim.Biraz daha açmak gerekirse ; Narsisizm akılda kalıcı bir görüş, aslında ’’insanın kendi özüne tapması ya da basit biçimde kendine aşık olması’’ anlamına geliyor.Benim gibi toplumun içinde mevcudiyetini kaybetmek, bulunduğu ortamda eriyip ismi olmadan ortamın kendisi olmayı uman biri için tam zıt bir görüş bu.Neden bu takma adı yıllardır kullandığımı şöyle anlatayım.Goldmunt serseri bir sanatçı ve yaşamı sürekli eylem olarak yaşayan bir günahkardı, Narziss ise ruhani yanı kuvvetli bir din adamı ve Goldmunt’un akıl hocasıydı.Tabi ki şimdi tutup benimde ruhani yanım kuvvetli o yüzden Narziss ile kendimi özdeşleştirdim demeyeceğim.Fakat hikayede hem Narziss hem de Goldmunt’tum ben hem günahkar yanım,hem de ruhani yanımın bir tür bileşkesiydim. Goldmunt yanım ağır basıyordu fakat ben Narziss yanımın ağır basmasını istiyordum.Bu nedenle aslında Goldmunt’u daha çok sevsem de gidip,Narziss’in önün de eğildim.Aradan on yedi sene geçti ve ben sanırım hala Goldmunt’u Narziss’den daha çok seviyorum.
İkinci akşamüstü.Gün yine tükendi.Çarşılar da gezildi,kitaplar alındı,dostlarla hoşbeş edildi yenildi içildi.Zaman geçtikçe kolayına mutlu olamayan benim gibi bir adam için,son günlerde yaşanan nispeten en keyifli günlerden biriydi.31 mayıs meydanları.Olaylar olabileceğinden, tatsızlıklar çıkabileceğinden endişelendiğimiz böyle bir günde eylemcilerin sakin sakin çadırlarının önünde sloganlar yazdıklarını görmek ve etrafta hiç bir güvenlik gücünün olmadığını farketmek rahatlattı.İktidarın ilk yıllarını hatırlıyorum, daha sonra üst üste yaşanan olmadık sevimsiz olayları.İçim eziliyor. Ahmet Kaya’nın bir şarkısından mısralar mırıldanıyorum’’Olmasaydı sonumuz böyle’’ uzun süre kurtulamıyorum bu sözlerden kulaklarım da çınlayıp duruyor.
Janus’u daha önce biliyordum diyemem ama varolduğunun farkındaydım.İki yüzlü bir başa sahip olmasını ise senden öğrendim bundan bahsettiğinde.Hiç alakası yok ama Güney Amerika yerlilerinin Jaguarlardan korunmak için başlarının ardına da bir maske taktıkları aklıma geldi.Jaguarlar insanlarla göz göze geldiğinde asla saldırmazmış.Başın ardında gözler bir tür güvenlik sağlıyor, belki göz dağı veriyor olmalıydı.Janus’u iyice merak edip Wikipedia ya müracaat ettiğimde onunda iki yüzünün olmasının bir tür güvenlik meselesi olduğunu gördüm.Roma’nın kapısında durup hem şehre girenleri hem de çıkanları aynı netlikle göz altında tutmak için iki yüz, dört göz.Batı dünyası Janus’tan okadar çok anlam çıkarmış ki: Bizim ocak dediğimiz ay için, batı dillerinin de Janus kelimesini baz alıp bir kaç isim türetmişler January, Janvier, Januar gibi...Çünkü ocak ayının bir yüzü geçmiş seneye diğer yüzü ise gelecek seneye bakar.
İki yüzlülük konusu aslında üzerinde epey düşünülecek birşey.Hangi iki yüzlülük ? İnsanların riya dediklerimi yoksa yerine ve zamanına göre takındığımız maskeler mi ? İkinci şıkkı göz önüne alırsak hepimizin bir kaç yüzü olduğunu ve bunun gayet doğal bir şey olduğunu düşünüyorum.
Bazen tuhaf, psikozlu bir maske taktığım oluyor mesela,her türlü şeye aynı yüz ifadesi ve aynı tekdüze üslupla cevap verdiğim oluyor.Bu benim için hoş olmayan bir şey, bereket fazla uzun sürmüyor.Böyle bir dünyada kim sürekli aklı başında kalabilir ki ?
Klasiklere tornistan etme niyetin beni sevindirdi.Okuduğum onca kitap var şöyle dönüp ardıma baktığımda,en çok hatırladıklarım klasikler.Karamazov ailesi ayarında başka kitap yazılmadı. Mışkin gibi bir roman kahramanı çıkmadı bir daha ve ben hala üçüncül bir karakter Pilar Ternara’yı hatırlıyorum ve onu anlıyorum.İki karakteri yazdım ama eserlerin ismini vermedim onu da sen bul istiyorum.
Ve son olarak düşündüklerimi senin gibi güzel yazıya dökemesem de anlatmak istediğimi anlatmayı başardım sanırım.Çok sevdiğimiz Da Vinci Şeytanları dizisinde ben önden gittim maalesef,bugün sezon finalini yaptı.Olmadık bir yerde bitti.Beklemek çok sinir bozucu.Tamamen tarihe uygun bir eser olsaydı sonucu bilmek kolaydı fakat büyülü gerçeklik bu , salt gerçeği bile biraz aşındırıp büyüleyici hale getiriyorlar senaristler.Bence bu işi güzel yapıyorlar.En azından gerçeklikten tamamen kopmuyorlar.
Empati olayına da girecektim fakat bana daha önce verdiğin aşırı empati örneği ne zaman aklıma gelse gülümsüyorum.Bu nedenle es geçtim...
YORUMLAR
*O yoğun havayı kimbilir şimdiye kadar kaç bin kere hissettim oysa bazıları için hayat tam da bu saatlerde başlıyor...
bu yazinin ücüncü cümlesi,
ve orda baslayan isaretleyememe hatalari,
yazi boyunca devam etti.
ve bütünlüksüzlük bir ara beni o kadar cok yordu ki;
günün yazisi olmus bu yaziyi kim ya da kimler secti, bilmiyorum.
okunupta secildi mi onu hic bilmiyorum.
...........r
CaNMaYBuLL
Tuhaf bir aldanmaydı sizinkisi...Beyninizde pusu kurulmuş bir anlam düzmecesi.Yazik cephede yığınla leş bilmecesi...Anlasanızda ne kazanır sizin kibirli beyin efendisi.
Thé Saygılar...
Narziss
Size küçük bir yalan söyleyeceğim....Bana göre küçük size göre ne derece bilemem...Bütün seslerin gıcırtısından rahatsız tanrıların bence kaçtıkları yerdi o ulaşılmaz dağ tepeleri.Ya bizi izler gülerler gün boyu, yada dinler göz yaşı dökerler bizdeki o ben duygusu icin.Tüm bunlara ragmen kader denen yolu degistirmezler.O yol uzerinde her durakta dinlendigimizi goren (*ben)'imiz ne çok yalanlar söyler, ayartır kendisini.
Şimdilerde melodilerden topladığım yığınla günahlarım var.Her birine efsunlanmış sözler geliyor tanrılardan,kendini gör, kendini bil sözlerinden.Daha ne kadar günah toplayabilirsin sana eşlik eden ''ben''li sözlerinden.....
Şimdi iki yaka öteden gelen ikiyuzlü efendiler, onca tanrıya ne çok insan hediye ettiler.Kimilerinin günahları ayıplandı yalakalık diye, kimilerinin sevapları çalındı tanrılar övsün diye...
Tüm insanlığın yarattığı tanrılara inat ben hala Iggy Pop "In The Death Car" (Arizona Dream soundtrack)'ı dinlemeye devam ediyorum...Hala tavsiye...
Saygılar, Sevgiler