- 510 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MECAZİ
Üstü dar kahve fincanının bol köpüğünü bozmak istemedim birkaç dakika. Köpüğün üzerindeki baloncuklar yok olup kahve tadına karıştı. Birbiri ardına patlayan baloncukları seyrederken her şey hızlıydı etrafımda. Yanımdan geçen siyah topuklu kadın, köpeğiyle birlikte yok oldu. Sonra onu iki, üç masa ötede yürürken gördüm. Tasmayı öyle sıkı tutuyordu ki, köpeğin onu sürüklediğini sanmıştım. Kapıdan çıktığında, incecik topuğun kısaldığını, sıradan günlük ayakkabıya dönüştüğünü gördüm. Severdim istediğim kıyafeti insanlara giydirmeyi. Kahvemden bir yudum aldım. Bakır, aşağıya doğru nazik bir biçimde kıvrılmış sapını tutarken geniş salonların kabına sığmaz heyecanı benliğimi kapladı. Kahvenin son kalan köpüğünü de yudumladım. Fincanın mavi, kırmızı çiçekli tabağı beni içine alarak sürükledi. Dar bir koridorda yürüyordum şimdi kırmızı halıyla kaplı. Koridorun sonundaki mavi duvar geçirgen bir yapıya sahip. Ötesine geçtiğimde beni karşılayan küçük kızın elinden tuttum. Birkaç adım atığımda, kendimi tekrar ağaç masada bulmuştum. Kahvem bitmişti. Fincanın kenarındaki güllü lokumun en son parçasını da ağzıma attım. Ağzımda, tütünün acı tadına yenik düşmedi. Nişasta kıvamında, gül yapraklarıyla döşeli bir düşün peşinden koştum. Saklambaç oynar gibi oynadılar beyin hücrelerimde. Dağılma vakti… Koparak, uç noktalar arasından çıkıp gittiler. Düşünceler gibi. Bir sade kahve tadındaydı hepsi. Biraz acı. Ama keyifli.
Başımı kaldırdığımda Levni’nin minyatür fotoğrafıyla karşılaştım. Renklerin güzelliği fotoğrafta bile solmamıştı. Güzel bir yerdi burası zamanın içinden çıkıp gelen. Yolculuk özlemimi artırdı. Şimdi mimarisi kaleyi andıran bu yerden kalkıp, kendimi yumuşak çimenlerin üstüne atmak istedim. Bir saniye sonra aklım başıma geldi. Kapıdan ötesi yoğun sesle doldu. Siren sesleri, kornalar, koşturan insanlar…
“Kapının dışındakiler! “
Onların bir parçasıydım.
“Ait olduğum yere dönmek… Neden bu kadar sabırsızım?”
İçgüdülerim yalan söylüyordu çünkü. Dışarı, dışarı diye yinelerken üst üste.
“Kalmamalıyım.”
Kalabalıktan hızla uzaklaşıp, başka şehirlere atmalıyım kendimi. Ovaları, altından sızıntılı ırmaklar geçen köprüleri aşıp başka başka yerlere gitmeliyim. Koyunları otlatan çobanın yanından geçip, kırmızı ışıkta durup dinlenmeliyim. Sabah otelin penceresini açtığımda, kömür kokusu dolmalı odama. Talihsiz koku… Ciğerlerime doldurup, kahvaltımı üzeri tozlu asma yapraklı bir kahvede yapmalıyım. Domates, salatalık ve tulum peyniri eşliğinde... Peynir gibi un ufak olan yaşamları izlemeliyim. Yanımdan geçerken derin kırışıklarını hüzünle tamamlayan insanların çay içişlerini…
“Yapabilirim.”
Karanfil desenli kadife kaplı kutunun içindeki ödeme fişi düşüncelerimin doğruluğunu kanıtladı. Bu büyülü yeri terk ederken, aklımda gezinen kömür kokulu kasabaların mine işlemeli rüyalarıydı.