- 705 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANLATAMAMAK VE ANLAŞILMAMAK ÜZERİNE
İnsanlar, birbirleriyle olan ilişkilerinde, en çok, şu iki durumdan kaygı duyarlar sanırım: Anlatamamak ve anlaşılmamak... Belki bu nedenle, dilde ve zihinde bunların olumlu karşılığı olan “anlatabilmek” ve “anlaşılmak”, beraberinde “anlaşma” ümidini getireceği için, dünyada biz kulların başına gelebileceklerin en iyisidir!
Nitekim, aile saadeti dediğimiz şeyin esası; tamamı değilse bile, tamamına yakını, bir yastığa baş koyanların birbirlerini “anlamaları” değil midir? Hele dost sohbetlerinde, yaşını başını almış kadınların, sözü döndürüp dolaştırıp çocukların saadetine getirdikleri anlarda, karşı tarafın düşman çatlatır gibi:
“Gelinim de pek iyi! Pek güzel anlaşıyorlar!” deyişinden duyduğu derin hazzı, nasıl fark etmezsiniz?
Anlaşmak gibisi var mıdır?
*** *** ***
Biz, kendimizi ifadeye mecburuzdur. Onun için, daha bebeklik çağından başlayarak, olmayan dilimizle istek, yakınma ve tepkilerimizi bildirme telaşına düşeriz.
Sözgelimi, elimizden tutulup kapıya doğru çekiştiriliyorsak, bu:
“Evde çok sıkıldım. Hadi, atta gidelim!” anlamına gelir.
O, “anlatmak” istiyorsa, siz de “anlamak” istemelisiniz! Yok, bu işinize gelmediyse, keyfiniz bilir. Çocukta kendini ifadeye memur araç çoktur! Nasıl olsa birinden biri, sizin kararlılığınızı giderecektir! Çünkü bazı anlaşmalar, mecburiyetten doğan “zorunlu” anlaşmalardır!
Mesela, son gördüğü filmi anlatmak ister arkadaşınız. Önce:
“Ben de görmek istiyorum, teferruatlı anlatma istersen...” diyecek olursunuz. Arkadaşınız, hazır bulmuştur sizi, hiç bırakır mı?
“Ama çok heyecanlı... Bak... Anlatayım... Sonra...”
Bu ısrar karşısında keyfiniz kaçar:
“İyi ya, o heyecanı ben de yaşamak istiyorum!”
O, cıvıltılı gözlerin ışığı söner; suratını asar büsbütün. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibidir, üzülmesine dayanamazsınız, arkadaşınızın:
“Peki ama, çok etraflı olmasın!”
Doğrusu ya, sonuçları itibariyle “anlatamama”nın en trajikomik olanı ‘yanlış’ veya ‘eksik’ “anlaşılmak”tır. İçinizde hiç kötü bir niyet yoktur; istemediğiniz halde, bir olumsuzluğa sebebiyet vermişsinizdir:
“Bakın, o sözü ben, sizi kastederek söylemedim yeminle.”
“Olsun; ama o söz, sizin ağzınızdan çıktı!”
“Hayır, bunu inkâr etmiyorum zaten...”
“Gördünüz mü?..”
“Ama siz beni anlamamakta ısrar ediyorsunuz.”
“Siz de beni, rencide ettiğiniz yetmiyormuş gibi, meşgul etmekte...”
“Beni yanlış anladınız diyorum size! Ne laf anla...”
“Söyleyin... Söyleyin! Sözden anlamaz mankafa olduğumu da söyleyin!”
“Hayda!..”
“Hayda ya!.. Ben bu hakaretlerin altında kalmam, caaanım. Mahkemede görüşürüz!”
*** *** ***
Günlük hayatın içinde, alelade şeylerden kopan fırtına insanı örselerse de, asıl yakıcı olanı, en yakınımızdakilerin hoyratlığıdır. Aile içinde sinsi bir şiddete maruz kalabilir; hele hassas ve kırılgan bir yapıdaysanız, bu saldırılardan derin yaralar alabilirsiniz:
“Bıktım senin hastalıklarından, sakarlıklarından! Yahu bir de sağlam gel, şu eve!”
Yaşlı kadın canının acısına mı yansız, kızından işittiği sözlü hakaretin ağırlığına mı? Şaşkındır, üzgündür, pişmandır:
“Bilemedim yavrum, belediye direkleri kaldırmış, vidaları yerde bırakmış! Takıldım düştüm, işte!”
“Gitmeyiverseydin sabah sabah Huriye Hanım’ına. Kır dizini otur evinde, artık!”
Parçalanan avuç içleri, diz kapakları tedavi edilmiştir. Lâkin, içinden geçirir ki:
“Beterin beteri var. Ya kafamı yere vurup felç olsam, kalça kemiğimi kırıp yatağa mahkûm yaşasam ahir ömrümü, bunların elinde? Öleyim, daha iyi!”
Kızına belli etmez ama, gizlice şükreder Allah’ına! Kocası sağ olsa, böyle mi olurdu hiç? Duvardaki fotoğrafla konuşur:
“Ah Hidayet, şu canavarların eline bıraktın gittin beni! Gör bak, senin ‘gül goncası’nın, nasıl yolarlar yapracıklarını! ”
Ya da, bir başka ev, bir başka sahne:
“Pısırık herif! Hâlâ bir evimiz bile yok!”
Çocuk, anasına arka çıkar:
"Annem doğru söylüyor baba! Valla, arkadaşlarımdan utanıyorum!”
Baba, yutkunuyor sadece. Güvenli bir gelecek kuramadı ailesine. Onurlu ve namuslu yaşamayı öğrensinler istedi ya, o da hikâye! Çaresizlikten şiirlere döktü içini; şarkı sözleri, dizi senaryoları yazdı. Güfteleri bestelenirse, tv dizileri çekilir, tutarsa, büyük paralar kazanmayı, o paralarla ailesini rahat yaşatmayı kuruyordu. Olmadı, olmuyordu!
Kadın, öfke küpü olmuştu zaman içinde:
“Varsa yoksa, hayâl! Şairmiş... Sen önce, aç karnımızı doyur!”
Ve tabiî, bu “anlaşılmama”nın, bir de “şairin ölümü” sahnesi var, yıllar sonra:
“Ünlü şair ve yazarımız bu gün, ölümcül hastalığın pençesindeki yaşam mücadelesine yenildi...”
Gazeteciler, şairin karısına mikrofon uzatıyor:
“Biliyoruz, acınız büyük ama; neler söyleyeceksiniz?”
Kadın, elinde mendil, güneş gözlüklerinin arkasından konuşuyor:
“O, doğuştan şairdi ve biz onunla gurur duyuyorduk!”
*** *** ***
Bilmem, anlatabildim mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.