- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anadolu'ya Geçiş
Bu askı, “Kurtuluşun Felsefesi” yazı dizimi içeriğinden yayınlanmamış bir bölümdür.
Atatürk Anadolu’ya çıkmadan önce, kaçınılmazlıkla gizli görüşmeler yapmıştır. Kurtuluştu kadronun çekirdeklerinden olan; Kazım Karabekir’le, Fevzi Çakmakla, Rauf Orbay’la ve diğer kadrodan güzide kişilerle, olasılıkla sık sık toplantılar yapmıştır. Toplantılarda hükümette görev alma, darbe dahi olasılıkla görüşülmüş olabilir.
Sevgili Atatürk’ün kendi deyimiyle padişah ve hükümet "entrikalar" içinde oluşla ve sürecin bugüne gelişteki dehaletleri genel bağlamında; hükümetin kurtuluştu mücadeleye faydalı olmayacaklarını bilmektedir. Değilse bu yöneten kadrolar düzlemi içinde kişisel inisiyatifle kurtuluş hareketine destek verenler az çok olacaktır.
İşin en makbul yanı, Gazi’nin saltanat örgütlenmesi destek ve öncülüğünde kurtuluştu mücadelenin yapılamayacağını kesin biliyor olmasıdır. Kurtuluştu mücadele sadece yurdun kurtarılması olmayıp, sosyal, toplumsal, ekonomik, çağdaşlaşma, hukuk vs. bağlamlarında top yekûn bir hareketin birlikte senkron edilmesiyle götürülüp; aşama aşama devreye sokulmasıydı.
Bu nedenlerle, Gazi’nin kişisel olarak saltanata karşı darbe içinde olup, hükümette yer almayı dahi aklından geçirmediği çok rahat tespit edilebilir. Çünkü hükümetin ve saltanatın umulur ki yurdun kurtarılması dışında, böylesi top yekûn bir kurtuluştu mücadeleye girmek gibi hiç bir derdi yoktu.
Zaten liderlik vasıflı uzak görü de bu olmalıydı. Saltanat ya da hükümet; orduları dağıtılmış bir reel pozisyonda, ittihatçı yapılanmaların hücre eylemleri nedeniyle bir darbe korkusu dahi taşıyabilirlerdi. Hükümet bu korkuyla davranabilirdi. Ama Gazi mevcuttaki saltanat ve hükümetle bu işi kotarması için Kurtuluş Savaşından daha çok emek ve daha çok zaman kaybı vermesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
İşte Sevgili Gazi bu tür gizli toplantılarla bugünden yarına hemen olmayacak işlerin projelendirilmesi içindeydi. Bu bağlamda işgal altındaki ortam içinde, olmuş gizli toplantılarının birinde ilk elden; ulusal mücadeleyi Anadolu’da başlatacağının kararını almış olmalıydı.
Yine bu gizili toplantılarda, Değerli Karabekir gibi bir Paşa’ya da Anadolu’ya geçince ordunu ya da senin birliklerini yanımda görmek istiyorum gibi sözleşmeleri yapmıştır. Gizli toplantı heyeti de bu kararlardan ve bu tür sözleşmelerle mutabık olmanın yeminini etmiş olmalıydılar.
İlerde her adımında yanında olmayan çekirdek kadronun tavrının değerlendirildiğinde, Atatürk’ün burada kadroları nasıl ikna ettiği de sorgulanabilir. Olasılıkla; "yurt işgal altında. Saltanatı Alimiz ve Hükümetimiz serbest irade ile davranamıyor" gibi yumuşak konuşmalardan, sanki yurt kurtarıldıktan sonra ülkenin saltanat ve kadrolara yeniden teslim edileceği gibi bir izlenim ve yoruma açık düşünmeleri vermesiyle kadro kişileri üzerinde, iknacı olmuş olmalıdırlar.
Bu ilk gizli kararın süreçlenmesi için çekirdek kadronun Anadolu’ya geçmeleri iki yolla olasıdır. Ya gizliden Anadolu’ya geçecektiler. Ya da hükümetin görevlendirmesiyle Anadolu’ya geçecektiler. Anadolu’ya geçmek için de illa Samsun’a gitmeleri şart değildir.
Gizliden Anadolu’ya geçmek olasıdır. Ama umulur ki kurtuluş mücadelesi çalışmalarınıza olacak dirençte çok güçlü olacaktı. Bu nedenle; eğer kulisiniz tutarsa, hükümet görevlendirmesiyle ve hükümet görevini saltanatın onaylamasıyla Anadolu’ya geçmek daha mantıklı olacaktı. Gazi ve toplantı arkadaşları bu doğrultuda kulis çalışmaları yapmış olmalıdırlar.
Bir kere ortam bu tür kulis çalışmalarına çok uygundur. Hem de Sevgili Gazi’nin bu görevlendirmeyi akıl etmesi kadar ortam buna uygundur. Üstelik te ortam saltanat ve hükümetin bu kabil seçicilikleri yapabilmesi için geçmişi böyle başarılı hizmetlerle dolu bir kişiyi, bu türden devlet işlerinde Gazi’yi görevlendirmede kullanması olasılığı, elzem ve en uygunlardan bir tanesidir.
Ortamın uygunluğu nedir derseniz; şöyle açıklayayım. Birinci Dünya Savaşı sonrası 30 Ekim 1918 Mondros Anlaşmasının şartlarından birisi de şudur. “İşgal güçleri, işgale karşı direniş olan yerleri, şiddetle ve istediği gibi işgal edebilecektiler".
Siz bu, anlaşmanın bir maddesidir. ne var bunda? Diyebilirsiniz! Ama süreç böyle akmıyordu. Siz direnmeseniz bile sizi direnme zorunda bırakmanın oyunları oynanıyordu. “Direnme oluşsun ki, biz de işgal edelim”, süreci duruma hâkim olmaya başlamıştı!
Bu nasıl olası olacaktı? Çok basitti. Örneğin; Karadeniz bölgemizde Rum çetecileri ayaklandırıp, yerli halkı da Rum çetecilere karşı koymaya adeta davet edeceklerdi. Oynanan oyun buydu. Bu oyun için gizil açık işgalcilerin destekleri ve kışkırtmaları yapıldı. Sivil halk ta buna karşı direnç oluşturmuştu.
Böylece ortamın güvensizliği sağlanmıştı. Güven sağlamak için meşru güçler gönderilmeliydi. İşgalciler de güvenlik sağlamak babıyla buralara güç gönderecektiler.
Kışkırtılan çetecilere karşı oluşan sivil direnci kırmayı işgalciler üzerine aldılar. Bu durumun meşruiyetliğide Mondros Mütarekesine uygun maddeye göre, oraları şiddetle işgale başlayacaktılar.
Akabinde yine bu şiddete karşı sivil inisiyatifler oluşacaktı. Bunu çatışmaları başlayacaktı. Plân buydu.
Bu durum çeşitli yerlerde ortaya çıkmıştı. Saltanat ve hükümet bu durumdan, yeniden işgallerin başlamasından çok rahatsızdı. Güya bu asayişsizlikler nedeniyle işgalciler de, tedbir almaları için hükümeti uyarıp, uyarı yaptıktan sonra önüne geçilemezlikler karşısında meşru işgal haklarını ortaya koyacaklarını defaatle belirtiyorlardı.
Ortamın bu kabilden uygunluğu, kadronun kulis çalışmaları yapması için akıllarda bir şimşek çakımı oluyordu. Saltanat ve hükümetin de, bir sorun çıkmasın diye, buralara yatıştırıcı kurmay heyetlerini gönderme arayışının içinde olduğu da muhakkaktı.
Siz kulislerde sivil inisiyatifli bu direnişleri yatıştıracak görevlendirmeler içinde en uygun adaylardan birinin de Gazi Mustafa Kemal olduğunu, sürekli ve çeşitli vesilelerle fısıldıyordunuz. Daha aşağılarda tekrar değerlendireceğim başak öznel ve somut nedenlerle ve hükümetin kadroya dek istihbaratları olmasına karşın yine de Hükümet ve Saltanatın Gazi’ye evet demesi, hemen hemen çok mukadderdi.
Gazi bu nedenle bu kabil bir görevlendirmeyle, onca zahmet, eziyet ve kulis olumsuzluklarına rağmen Hani neredeyse tereyağından kıl çeker gibi kadro oluşumunu kuvve oluştan; kurtuluşun fitilini ateşleyecek süreç hareketine dönüştürmesini fiilen başlamıştı. Yıl 19 Mayıs 1919’du
Zaten direnişçi kimlikle ismi masada olan Sevgili Gazi Mustafa Kemal’in gizli çalışmaları sıkı takip ve istihbarat altındaydı. İşgale direnç yönünde tutumlar göstermesi nedeniyle hükümetçe geri çağrıldı. Çeşitli oyalama taktikleriyle meşru bir görevde gibi sürecin temaslarını devam ettirse de tehdit, şantaj ve önünün kesilmesi karşısında, o çok sevdiği ruh ikizi olan askerlik görevinden ayrıldı.
Sevgili Gazi’nin bir tutuklanma emri de Değerli Karabekir Paşa’ya gitti. Zaten kadro gizli toplantıları içinde oluşla Gazi’nin hareketlerinin kararını alan; Gazi hareketini adım adım bilen Değerli Karabekir Paşa, elbet Gazi’yi tutuklamayacaktı.
Değerli Karabekir bunu biliyordu da İstanbul Hükümeti bilmiyordu. Ya da Hükümet denize düşmekle karşı cenahın kahraman savaşçısı olan, denizin yılanına sarılmıştı. Değerli Karabekir yola çıktığı ve yol haritasını birlikte kotardığı; yurdun işgalden kurtulması için içinde yanan ateşin yeminine aykırı oluşla, bu tutuklamayı yapıp, hain olmayı; göze alabilir miydi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.