- 390 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Martta girer martta çıkarım
EVEREK HİKÂYELERİ/MARTTA GİRER MARTTA ÇIKARIM
Cemaat ikindi namazından çıkıyordu. Düşen ilk cemrenin etkisinin henüz hissedilmediği günleri yaşıyordu tepenin eteğine yaslanmış küçük köy. Okulun bahçesinden çocukların sesi geliyordu, anlaşılan teneffüse çıkmışlardı. Onca kış kıyamete rağmen cıvıl cıvıldılar. Sabah ezanına yakın sakinleşen kar fırtınası, köyü baştanbaşa beyaza boyamıştı; hırsını ancak almış gibiydi. Köyde hayat sabah ezanıyla başlar. Ezanla kalkan kadınlar, tezekle galadıkları saç sobaları, ağzına bir parça keven koyarak yakarlar. Deli gibi yanan fırınlı saç sobanın üstünde başta çay suyu ve öğle yemeği olmak üzere birçok işlerini maharetle görürler. Çamaşır, bulaşık, banyo ve abdest suları hep sobanın üstünde ısıtılıp kaynatılır. Kış aylarında tüpgazlı ocaklar, ancak darda kalınırsa kullanılır. Kar bastırınca, çile dolu bir hayat başlar köylü için. Buna rağmen hayat koşturmacası devam eder köyde; çocuklar okula gönderilir, tandırlarda ekmekler pişirilir, ahırlarda hayvanlara bakılır, akşamları ev oturmalarına ve camiye cemaate gidilir…
Camiden çıkan köylüler, aralarında şakalaşıyorlardı her zamanki gibi. Özellikle yaşlılar birbirlerine takılmadan edemezler; bastonunu, ayağındaki mesti veya lastiğini, sırtındaki paltosunu, başındaki şapkasını ya da herhangi bir şeyini bahane ederek takılırlar. İçlerinden epeyce yaşlıca olanı köstekli saatini büyük bir cakayla çıkardı ve kafasını hafif yana eğdirerek gözünün ucuyla şöyle bir baktı, sonra da özenle yeleğinin cebine yerleştirdi. Bu saate sahip olmanın ve onu taşımanın köylüler arasında özel bir ayrıcalığı vardı elbette. Zaten birisi cebinden saatini çıkarmaya görsün, peşi sıra aynı marka saati olan herkes çıkarır bakar saatine. Tabi “demiryolları” markalı saati olanlar için geçerlidir bu “şeref”! Üzerinde “demiryolları” arması bulunmayan saatleri asla kimse ciddiye almaz; üstelik “kaldır at şu hurdayı canım, bir de saat diye taşıyorsun” diye yarı şaka yarı ciddi laf dokundurmayı da ihmal etmezler. Doğal olarak bunu bilenler, eğer saati “demiryolları” markalı değilse kesinlikle cebinden çıkarmaya cesaret edemez. Çıkarırsa ne ile karşılaşacağını çok iyi bilir çünkü. Namazdan çıkan herkes, cami önündeki ayaküstü konuşmaya katılıyordu. Belli bir konusu yoktu aslında bu konuşmaların. Buna, tabiri caizse laf ola beri gele türünden bir tür lafazanlık da denilebilir. En son köy imamı çıkmıştı camiden. Hemen hemen kendisiyle aynı yaşlarda olan birisiyle kendi duyacakları yükseklikte bir sesle birşeyler konuşuyorlardı. “Kışın beli kırıldı” dedi orta yaşlarda olan köylülerden biri ortaya. “He ya” dedi bir diğeri “ilk cemre düştü, önümüz bahar…”. “Daha deli gücük çıkmadı durun hele” dedi uzun boyluca olanı. Biri “dokuzları unutmayın!” dedi elindeki bastonu sertçe yere vurarak. Sonra sol elinin işaret parmağıyla sağ elinin serçe parmağından başlayarak başladı saymaya “mart’ın dokuzu birinci dokuz, yirmi bir mart ikinci dokuz, sonuncusu otuz mart, vay babam vay, nice kışlar yaşarız daha!” dedi. Şuna “mart dokuzu, dokuzun dokuzu, o da olmazsa otuzu” desene! Dedi topak boyluca olanı. Şapkasını gözlerine kadar indirdiğinden dolayı insanlarla konuşurken kafasını yukarı kaldırarak konuşan ufak boylu cılızca olanı, ellerini ceplerinden çıkarıp iki yana açarak “Mart kapıdan baktırııır, kazma kürek yaktırır.” Dedi. “Baktırır” ve “yaktırır” kelimelerindeki “r” harflerini dört elif miktarı çekmişti. Nedense söylediği bu sözünü iki defa tekrarlama ihtiyacı duydu. Sonra da iyi laf etmiş olmanın verdiği sevinci yaşamak ister gibi bir havayla yanındakinin boynunu iki eliyle sıktı. O da “cıvıma yine, dölek dur!” dedi elleriyle yanından uzaklaştırarak. Bu arada köy imamı söze girdi ve “kasım günleri bitmeden bu memlekete yaz gelmez komşular!” dedi insana huzur veren kadife sesiyle. “Ya kar yağar. Kar gücük devenin kuyruğuna çıkar. Ya da sıcak olur, sıcaklık gücük iti solutur” dedi köy muhtarı. Sonra da hemen yanıbaşında elinde en az boyu kadar sopasıyla dikilen adama dönüp “Çarıkçı Dayı, değneği ne zaman eline alacan?” dedi omzuna eliyle dokunarak. “Değneği eline almak”, çobanlığa başlamak anlamına gelir halk dilinde. “Çarıkçı Dayı” dediği kişi, köyün gedikli sığır çobanından başkası değildi. Senelerdir sığır çobanlığı yapıyordu adamcağız. “Ben hazırım” dedi Çarıkçı Dayı, boynunu bükerek. “Gücükte girsin, karakışta bıraksın” dedi karayağız olanı.“Gücük çıkmadan olmaz” dedi bir diğeri. “Gücük çıksın öyle girsin; songüzün de bıraksın” diyerek sözlerini tamamladı. Bu sefer köy muhtarı söze girerek “martta girsin, aralıkta bıraksın” dedi, sesinin perdesini biraz yükselterek. Çarıkçı Dayı elindeki sopayı eki eliyle iyice kavrayıp göğsüne dayak yapmış dinliyordu konuşulanları.“Mart’ta girsin, gündönümünde bıraksın” dedi pala bıyıklı olanı, sol eliyle bıyıklarını burarak. “Korkma Zemheri’nin kışından, Kork Abrul’un beşinden, Öküzü ayırır eşinden ” dedi göbekli olanı. Sonra “bana kalırsa acele ediyorsunuz, mart erken olur, nisanda başlasın, aralıkta boşlasın” dedi umursamaz bir tavırla. Çarıkçı Dayının kafası karışmıştı. Tabiri caizse her kafadan ses geliyordu. “Neden bahsediyorsunuz siz yahu?”. Dedi. “Ben karakışı zemheriyi bilmem. Gücükten abruldan hiç anlamam. Martta girer martta çıkarım, okadar”. Köy imamı son noktayı koyar gibi konuştu: “Ula eferim Çarıkçı, bize de böyle bir çoban lazımdı” dedi. İşin garip tarafı, bir tesadüf sonucu oradan geçmekte olan Çarıkçı Dayının hanımı, başından sonuna kadar olaya şahit olmuş bütün konuşmaları dinlemiştir. Büyük bir öfkeyle gizlendiği yerden fırlayan yaşlı kadın “Allah akıl fikir versin sana akılsız herif! El âlem sekiz ay çoban durur, sen bir sene çoban duruyorsun. Sen ne söylediğinin farkında mısın?” dedi. Hiç beklemediği bir anda karısını karşısında gören Çarıkçı dayı “ben onu bunu bilmem martta girer martta çıkarım” diyerek karısının konuşmalarına aldırmadan caminin önünden evine doğru yürüdü gitti.
08.11.2013
Hasan ÜNAL Melikgazi/Kayseri
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.