- 3580 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
'DİRİLİŞ, Çanakkale 1915' Düşüngülü Eleştiri
D İ R İ L İ Ş
Çanakkale 1915
( DÜŞÜNGÜLÜ ELEŞTİRİ )
‘Çanakkale ruhu, Kuva – yı
Milliye ruhunun mayasıdır’ Kitaptan
Unvan ve ödüllere doymayan yetmiş sekiz yaşındaki Turgut Özakman’ın ‘Diriliş,’ bin bir emekle yazdığı beşinci romanı.
Vatan ve Türk sözcüklerinin yeni yeni bilinmeye başlandığı bir dönem anlatılmaktadır. ‘Diriliş’ ve ‘Şu Çılgın Türkler’ kitapları çok zamanlı yazılmıştır. Çanakkale Savaşı’nı bilmeyenimiz yok gibi, özetlemeyeceğim. Beni etkileyen iki öyküyü alıntı yapacağım. Bigalı Mehmet Çavuş, “ ‘Askerlerini topladı. Bana bakın..’ dedi. ‘…Üzerinde durduğunuz, ayağımızı bastığımız yer ata yadigârıdır, vatanımızdır. Ha anamızın ırzı, ha vatanın ırzı. Bu gelenler de ırz düşmanları. Ona göre dövüşeceğiz.’ ” (s.136) Yüzbaşı Şerif Güralp tek başına önünden geçmekte olan delikanlıya seslendi. “ ‘Nasılsın?’ ‘Sağ olun.’ ‘Arkadaşlarını göremedim.’ Delikanlının yüzü sarardı, dudakları titredi. Zor duyulur bir sesle, ‘Hepsi şehit oldu’ dedi, gözleri bulutlandı: ‘Keşke ben de şehit olsaydım. Onlarsız yaşıyor olmaya utanıyorum.’ ” (s.437)
Özakman’ın daha önce kaleme aldığı Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ‘Şu Çılgın Türkler’ roman ikliminden uzak, kahramanları Türk Milleti olan ve belgesel özellikler taşıyan tarihi bir kitaptı. ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabındaki öykülerde adı geçen kahramana ‘Diriliş’te de yer verilmiş. Kahramana, her yirmi – elli sayfada üç beş satır yer vermekle roman olmadığını Özakman da bilir. Edebiyat türlerinin kıyılanamadığı bir çağda ben başka ne diyebilirim..?! Tarihi bir roman yazdığınızı öngörelim: Geleceği görmüş gibi yazarsanız, devinimsiz okuru ne kadar kitapta tutabilirsiniz?.. Lütfen, ‘Şu Çılgın Türkler,’ ekmek gibi kapış kapış satıldı demeyin! O ayrı şey, milli duygular vs...! Okuru tarih sofrasına oturtur, edebiyatçı olanını aç kaldırırsınız!?.. Peki, şaheser yarattınız mı..? Örnek. ‘17 MART akşamı kimse, ertesi günün hiç yaşanmamış, yaşanmaz bir gün olacağını, yerle göğün birbirine karışacağını bilmiyordu.’ (s.158) Cümlede yazın kuralına uymamış, ayrıca ilk alıntıda görüleceği gibi tüm konuşmalarda cümleyi bölüyor. Gerçekçi değil, bu alışkanlığı oyun yazarlığı ve senaryocu oluşundan kaynaklanıyor. ‘Bunlardan biri ileride Türkiye’nin başına bela kesilecek olan İngiliz uşağı, dönme Damat Ferit Paşa’ydı.’ (s.326)
‘Eylül ayı içinde bir Fransız ve bir İngiliz Tümeni, Çanakkale’den alınmış, 5 Ekim 1915’te Selanik’e çıkarılmıştı. Aynı gün Makedonya yerine Mustafa Kemal’e, General Townshend komutasındaki İngiliz birliklerinin Kuttül – Amare’yi ele geçirip Bağdat’a baskı yaptıkları Iraktaki ordunun komutanlığı önerildi.’ (Erol Mütercimler, Gelibolu, s.610) Eylül ayı içerisinde düşman cepheden daha bir askerini çekmeden Osmanlı ordusu dağıtılmaya başlanılıyor. ‘…düşmana karşı gösterdiğiniz kahramanlıklar övgüye değerdir. …Yeni görev yeriniz Kafkas Cephesine gitmek için hazırlıklara başlayınız.’ (İsmail Bilgin, Gelibolu, s.380) 17 Ekim 1915 Tarihinden sonraki günler: “Enver ve Liman Paşalar M.Kemal’e şu ortak yanıtı verdiler. ‘Taarruz söz konusu olamaz. Harcanacak kuvvetimiz, hatta tek bir erimiz yoktur.’ …M.Kemal istifa etti. Liman Paşa M. Kemal’in istifasını sağlık iznine çevirdi. Borçlu olduğunu unutmamıştı. Albay M. Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığını Feyzi Çakmak Paşa’ya bırakarak, 10 Aralık 1915 Cuma günü otomobille Çamlıtekke’den ayrıldı.’ (Turgut Özakman, Diriliş, s.544) Birleşik Ordu, 19 Aralık 1915’te Çanakkale’den gizlice çekildi. Çanakkale Savaşı’nda donanımlı mı değiliz, yoksa resmi tarihin dışına çıkmak mı istemiyoruz?.. Sürekli taarruz emri veren Enver ve Liman Paşa’lar neden bu kez taarruz emri vermediler? Atatürk gerçekten böyle bir istekte bulundu mu? Atatürk hangi nedenle Birleşik Ordu çekilmeden Çanakkale’den ayrıldı? Enver Paşa Birleşik Ordu ile gizli bir antlaşma mı yaptı? Eylül ayı içerisinde ordu dağıtılırken, Atatürk de atandı mı? Neden Çanakkale zaferi diyoruz?..
Özakman, düşmanla çatışmayı ‘ateş ve kan bayramı’ diyerek dile getirirken, Türk ordusunda görevli Alman komutanlarla Türk subaylar arasındaki anlaşmazlığı kutupluluk yaratarak anlatmış.
‘Diriliş, Çanakkale 1915’ romanının yüzde 2.4’ü (35)* yazın diline canlılık katan diyaloglarla geçiyor, düşük bir oran. Sayfada ortalama 8.3 (6.8)* kez paragraf yapılmış. ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabında olduğu gibi üçüncü tekil kişiyle anlatılmış. İşlek ve temiz bir dili var. Özakman, ‘Şu Çılgın Türkler’de kaleminin yetmediği yerde yüreğini katmıştı. ‘Diriliş’ için aynı şeyi söylemek olanaksız. Roman biraz aceleye getirilmiş izlenimi de veriyor..!?
Özakman, modern romanın araç ve gereçlerinden olan kitap içi aksesuarları kullanmış. Fotoğraflara 185 (180) kez, haritalara ise 28 (20) kez yer vermiş.
Acemi Alman subaylarının hataları yüzünden on binlerce askerin şehit verildiğini vurgulayan Özakman, cephede ağzı laf yapan lafebelerini unutmuş. Okurun iç tellerine su veren güzel sözler: Kadınlar, ‘Yüzlerce yıldır güzel kafes kuşları gibi eve kapanıp kalmış, pek az dışarı çıkmışlardı. Bu yüzden zihinleri de çarşaflı ve peçeliydi.’ (s.349) Kulağı tırmalayan sözler: ‘Koku uygar İngilizleri çok rahatsız edince, Türklere toplatmadıkları şehitleri gaz döküp yaktılar.’ (s.436) Absürt ve argolu sözler: ‘Haydi be kakavan! Bıktım senin bu ukalalıklarından!’ (s.78) ‘Teke tek gelsene ülen çakal!’ (s.307) Romanın yüzde 24.7’si (23.1) yabancı sözcüklerle geçiyor. Savaş terimleri ve subay adları yabancı olduğu için oranı yükseltiyor, yoksa bu oran yüzde 19 gibi. Sayfada ortalama 54 (55) kez yabancı sözcük kullanılmış.
Anadolu insanının kendine özgü sosyolojik değerlerini romanına katan Özakman, bir yurdu olmayan atasözünü her iki yüz yetmiş beş sayfada bir kez kullanmış, çok düşük bir oran. ‘Su içene yılan bile dokunmazmış.’ (s.370) ‘Ama korkunun ecele faydası yoktu.’ (s.379)
Çanakkale askerinin olağanüstülüğünü ve ayrıcalığını anlatan Özakman, ayrıntılarda ustalık göstererek yazın dilini güçlendirmiş. Çanakkale Savaşı sürerken, ‘Beyoğlu’ndaki müzikli cafeler, eğlence evleri yeni, görgüsüz ve hödük savaş ve iktidar zenginleri, yiyiciler ve bunların beslemeleriyle dolup taşıyordu.’
Alman subaylarının askeri yönetmekte başarısız olduğunu ve düşmanı iyi okuyamadığını vurgulayan Özakman, öyküleri yananlamla dokumuş. ‘Boğazın özelliklerini, cilvelerini, gizli huylarını iyi bilirdi.’ (s.141) ‘Güneş denize batıyordu.’ (s.282) Sayfada ortalama 1.7 (1.6) kez mecaz yapmış.
Savaş yıllarında kadın derneklerinin katkılarını ve gönüllü hemşire çalışmalarını öne çıkaran Özakman, içsel sesleri dikkate almamış. “Deryadil Kaptan ‘Görevi yerine getirdikten sonra kaçmayıp batırılsak da olur’ diye düşündü.” (s.373) Her doksan üç sayfada bir kez bilinç akımı yapmış. İçmonolog tekniğinden hiç yararlanmamış.
Çok sesli romanlar yazan Özakman, pekiştirmeyi sağlayan benzetmeyi sayfada ortalama 0.6 (0.6) kez kullanmış. Düşükçe bir oran. ‘altı erimiş, uçları timsah ağzı gibi açılmış postallarla’ (s.358) ‘Kilim gibi, türkü gibi, oya gibi, Kerem’le Aslı hikâyesi gibi Anadolu işiydi.’ (s.398) Zaman ve mekâna uygun benzetme yapmış. Sayfada ortalama 0.6 (0.8) kez eğretileme yapmış. ‘Ne demir yürekli taburdu bu!’ (s.270) ‘Taze ekmek, cephede taze can demekti.’ (s.346)
Senaryo da yazan Özakman, romanında diyaloğu az tuttuğu için düşünen, sorgulayan sorular da yöneltememiş. ‘askerlik sanatının inceliklerini dikkate alan bir iyimserlik miydi bu, yoksa sırf Türklerin pes edecekleri ümidine dayalı emperyal bir saflık mıydı?’ (s.348) Sayfada ortalama 0.6 (2.2) kez soru sormuş.
Çanakkale ruhunu sürekli öne çıkaran Özakman, öyküleri mizahla beslediği söylenemez.. Her atmış bir sayfada bir kez mizah yapmış, düşük bir oran. “Boyabatlı Mustafa yüreği akarsu gibi temiz bir Anadolu çocuğuydu. ‘Durun hele…’ dedi, ‘Bir bakayım şu gâvurcuklara, onlar ne ediyorlar?’ Siperden başını çıkardı. Bir tüfek patladı. Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa sipere düştü.” (s.397)
Çanakkale Savaşı’nın Başkomutanı Liman (Alman) Paşa’nın önemli mevzilere Alman subayları getirdiğini yazan Özakman, kanıt türü olan betimlemeyi sayfada ortalama 16 (8) satır yapmış. ‘soluk kesici güzelliği girişteki tabyalardan yükselen kara dumanlar kirletiyor, patlayan mermilerin yırtıcı şaklamaları tepeden tepeye yansıyarak’ (s.62) Yazar, sesi tepeden tepeye yansıtmış. ‘Fışkıran kır çiçekleri yeri Yörük halısına çevirmişti.’ (s.216) ‘yüzleri tunçtan dökülmüş, uzun süngülü mucize adamlar, hayal gibi akmaya başladılar.’ (s.268) ‘Süngüler ay ışığında gümüş izler bırakıyordu.’ (s.39) Ruh cerrahı gibi de çözümleme yapmış. ‘Bu kıza sevdiğini hiçbir zaman söyleyemezdi. Söylese kesinlikle bağışlamaz, bir daha yüzüne bakmazdı. İki aile de lanetlenirdi. Bir vapur çığlığı Boğaz’ı doldurdu. Bu aşkı ölene kadar içindeki zindanda tutmak zorundaydı. Çaresizlik içinde gözlerini yumdu.’ (s.115) Sayfada ortalama 0.3 (0.2) kez ruh çözümlemesi yapmış.
Şimdi olduğu gibi kadına ‘din izin verse bile bağnazlık izin vermiyordu. Peçe bunlardan biriydi’ diyen Özakman, genel kural özelliği olmayan deyimi sayfada ortalama 0.7 (1.6) kez kullanmış. ‘İstanbulluların yürekleri ağızlarına gelmişti.’ (s.196) ‘Bu güzelliklere birileri göz kulak olmalı.’ (s.206) Soru deyimi: ‘Top boynu bükük mü kalacaktı?’ (s.171)
Anadolu gerçeğine ışık tutarken özgün yakın tarihimizi de yeniden biçimlendirerek yazan Özakman, yazın diline güç katan ikilemeleri sayfada ortalama 0.4 (0.6) kez kullanmış. ‘yeni askerleri de kısa sürede, gece – gündüz, siperler içinde çalıştıra çalıştıra, konuşa konuşa Çanakkale askeri yapmışlardı.’ (s.390)
Kendini Napolyon’a benzeten kasıntılı Enver Paşa’nın Alman hayranlığına da değinen Özakman, yazın diline güç katmak için az da olsa imgenin tılsımlı rüzgârından faydalanmış. ‘Teninin sıcaklığı yüzüne vuruyor, içini büsbütün yangına veriyordu.’ (s.130) Sayfada ortalama 1.1 (06) kez imge kullanmış.
Oyun yazarlığı da yapan Özakman, varlıkların durumlarını gösteren sıfatları sayfada ortalama 5.6 (5.8) kez kullanmış. ‘Kadınlara yakışan bu bembeyaz, tertemiz dünyada akıllı, bilgili bir kadın’ (s.395)
Bir dönem Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yapan Özakman, soyutlama ve düşünme aracı olan terimi sayfada ortalama 5.4 (3.8) kez kullanmış. ‘odasına çekilmiş Kadınlar Dünyası adlı dergisinin’ (s.100)
Kitabın önsözüne ‘Öyle harikalar var ki yazarların hayalleri, onların yanında çok soluk kalır’ diyen Özakman, yazın diline estetiklik ve derinlik katan pekiştirmeleri sayfada ortalama 0.3 (0.2) kez kullanmış. Çok düşük bir oran. ‘Elleri yüzleri yara bere içinde, giysileri yırtık pırtıktı’ (s.265)
Halide Edip Adıvar’ı ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabındaki kadar öne çıkarmayan Özakman, kullanıldığı yerde süs gibi duran ve derinlik veren montaj tekniğinden anı 8, telgraf 3, telefon 2, genelge 1, söz 1kez yararlanmış.
Hurafeciliğin halkı ilkelleştirdiğini yazan Özakman, anı 20, gazete 9, talimat 9, mektup 9, telgraf 6, söz 5, rapor 4, marş 3(18 dize), kitap 3, şiir 2(3 dize), dergi 1, mesaj 1, bildiri 1 kez alıntı yapmış.
“ ‘Uyuma Ey Türk!’ Dirliğin, birliğin, dilin, benliğin, tarihin, yurdun, adın bir kez daha giderse, bir daha hiçbiri geri dönmez.’ Kitaptan. Yüreğine sağlık Sevgili Turgut Özakman. * * DİRİLİŞ, Çanakkale 1915 / Turgut Özakman / Bilgi Yayınevi / 686 s.
* - Parantez içindeki bilgiler Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabının değerleridir.