- 653 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖMRÜMÜN KENDİSİ
Ağlamaktan bitap düşmek diye bir vaziyet var. Tam da bunu yaşıyor Doğan. Gözlüğünün altından usul usul damlayan gözyaşlarına alıştı nicedir. Artık biliyor yaşamın şifresini. Çünkü artık o bitmiş bir geminin yorgun kaptanı. Yıllarını adadığı insanlardan darbe yemiş bir zavallı. O bir yalnız artık. Vakti zamanında, şimdikinden kat kat fazla olan çevresini şimdi aramıyor değil. Hali hal değil Doğan’ın. Beyni gerçekleri idrak edemeyecek denli yoğun ve karmaşık. Suratında bin pişman ifade asılı. Elmacık kemiklerinden ağız kenarına doğru inen gamzelerinden bile bihaber uzun süredir. Rüya göremez olduğundan beridir böyle belki de. Zamanın kıymetinin farkında olup, bunu iyi değerlendiremeyenlerden Doğan. Batan aklın, yücelmeyen kalbinden doğmuş vakti zamanında.
Korkunç hayal kırıklıklarının içinde çırpındıkça daha çok batanlardan o. Sonsuz kelime yığınında, o kelimelerin arasındaki boşluktan biri. Hatta ve hatta ne başlatabildiği ne de bitirebildiği ömründe bir kere bile aşık olmadı. Yoksun o yüzden sevgiden. Gününe eğlence ve bir yığın zırva katığından tadamadı hiçbir zaman aşkı. Fakat bugün, yokluğunu duyumsadığı en büyük eksiklik şu ’aşk’ zımbırtısı.
Günün birinde bir kızı tanımıştı. Hoş, çekici, başarılı ve akıllı bir kızdı. Üstelik Doğan’a da ilgisi var gibiydi. Doğan işte bu kıza aşık olabilirdi. Ona bütün hayatını adayıp, sonsuza değin mutlu olma şansına sahip olabilirdi. Fakat onun geçmişten beri süregelen doğası buna izin vermedi ve bu hikaye de orada kapanır gibi oldu.
Yazmak istedi Doğan, bir sayfa boyunca kendisini anlatmayı denedi sonra, yapamadı. Çünkü nereden başlayacağını bir türlü bulamamıştı. Bu da yıldırdı onu, yazmadı. Öyle, boşlukla dolu gözleriyle baktı kaldı önündeki sayfaya.
Yine bir gün, boş bir dolulukla sokakları arşınlarken duyduğu bir müzik onu kendine getirmeye yetti. Dinledi, dinledi. Kulaklarına ilişen öyle huzur doluydu ki, sonunda kendisini iyi hissettiği bir an yakalamıştı. Doğruca evine gitti. Kırdığı, üzdüğü kim varsa aradı, özürler diledi, af istedi onlardan deli gibi. Kimi telefonunu açmadı bile. Ama Doğan yılmadı, tek tek denedi ve başardı. Günün sonunda, yalnızca biri kalmıştı kalbini kazanmadığı. Onu aramak istemiyordu, onunla yüz yüze konuşmak istiyordu. Gece çoktan kendini göstermişti. Yine de, hiçbir şey düşünmeden çıktı, o akıllı kıza gitti. Ona; sevgiye aç ve aşık olmaya hazır bu insana açacak kalbinin olup olmadığını sordu. Aldığı cevap geç gelse de yine de olumluydu.
Yalnız, mutsuz Doğan, artık bambaşka biri oldu. Onu tanımaya -gerçekten tanımaya- başlayan insan bir daha kopamıyordu artık. Böylece Doğan da geçmişinden yavaş yavaş sıyrılmaya, yaptığı hatalardan arınmaya başlamıştı. İnsanları mutlu ediyor, mutlu ettikçe de mutlu oluyordu.
Ne var ki bu mutluluk uzun sürmedi.
Geçen hafta Doğan, öğlen vakitleri bindiği uçaktan bir daha sağ bir şekilde dönmedi. Düşen uçağın parçaları arasında, cansız öylece bekleyip kalmıştı. Sonunda düşen uçağa ulaşıldığında, zavallı Doğan’ı da defnedilmek üzere memleketine yolladılar. Hayatında sevmeyi ve sevilmeyi çok sonradan öğrenen bu adamın cenazesinde yüzlerce insan vardı. Hepsi bir yürekten onun ölümü için ağıt yakıyordu. Gözleri yalnızca Doğan için gözyaşı döküyordu.
Sonra mı?
Sonrası; Doğan’ın mezarında onun ilk ve tek aşkı kalana dek dağıldılar. İnceden bir yağmur, taze yığılmış toprağı yavaş yavaş delmeye başlamıştı bile.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.