- 569 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
355- ardahan öyküleri/ benjamin bloom- yeni yazım
Bir böyle sahne görmüştüm.
Böyle bir sahneyi rüyamda görmüştüm.
Dünya insaflı ve ıstırapsızmış: Korkmak, ürkmek değmez şeymiş.
O güzel renkliklisiz salon ve salona dolmuş genç öğretmenler: Henüz maaşlarını almamışlarmış. ilk maaşlarını almamıştılar.
Öğretmenlik sanatı semineri var denmiş stajyer öğretmenlere. Hepsi koşmuş görev gereği ve meslek sebebi diyegelmiştiler.
Salon saf ve tertemizdi: Gençlerin kızlı oğlanlı ter-ü taze sağlıklı beden gözlerinde ışık vardı.
Semineri verecek profesör salona girdi.
Yaşlı ve olgun: Gayet iyi kimse: İçinin iyiliği yüzüne vurmuştu. Genç meslektaşlarımızın: ilk izlenimiydi bu.
İlk izlenim çok önemlidir.
Ben de, profesör de, gençler de aynı kanaatteydik. İlk izlenimin değeri: İlk defa görüldüğünden dolayı hafıza bütün kanallarıyla oydu, buydu demeden objektife aldığından fotoğrafın tamamını almağa koşulduğundan değerlidir.
Başı kapalı, başı açık kızlar genç öğretmen olmuştular.
Erkekler parfüm sıkmışlısı sıkmamışlısı. İnsan kendi gençliğini orada seminere gelmiş gençlerde görmemezlik edemiyor.
Gözleri ak, suratı apak genç, genç olduğu kadar zeki kız:
" - Hayatta tekrar yapmam. Tekrar etmezden öğrendim ne öğrendimse."
Salon kıza göz dikmiş bakıyordu.
Özgüveni takdir-i şayan, takdire şayandı...
Profesör mennun, seminerin akışı yükseliyordu.
Profesör buradan Benjamin Bloom’a getirdi konuyu.
Ben ise Benjamin Bloom’u o güne değin ne duymuştum, görmüştüm; görmüşlüğüm olmuştu.
Hafıza mı yokladım:
" Hayır hiç bir şey hatırlamıyordum. Çünkü bilmiyordum."
Profesör’ün demesi o ki: Benjamin Bloom Amerikalıymış. Son yüzyılın büyük eğitim bilimcileri hep Amerika’dan çıkmaymış. Bu neden böyleymiş düşünelecek husustur.
Lakin Amerika’da yaşayan eğitimcilerin bir maden buldukları ve bu madeni iyice kullandıkları bir gerçek.
Kimi der ki; özgürlük ortamı sağlıyormuş eğitimbilim de bulunan teori ve teknik- yöntemleri.
"Evliye değil de bekara kolay gelirmiş KARI boşamak."
Benim sözüm böyle olmasında: Benjamin Bloom’un TAKSONOMİ teorisi, esinlenilmiş ve kutsal kitaplardan alınmış gibi geldi bana.
O kutsal kitapta kelam-ı kadim aynen şöyleydi:
" Yaratılışta söz mü, anlam mı, eylem mi önce geliyor?
Benjamin Bloom kendi kutsal kitabından aldığı esinle bir eğitim teorisi kuruyordu.
Salonda genç bir öğretmen bunu farketti ve farkettiğini deklare etti.
Profesör gence:
" Bunu ispatlamanız halinde bir teoride siz geliştirmiş olursunuz. Teorinizin ismi şimdiden hazır: Bejamin Bloom’un İncil’den aldığı uknumlar: Öğrenme taksonomilerini oluşturuyor." dedi.
Yahu çok basit teori, Bloom’un teorisi.
İnsan düşünüyor da biz niye bunu düşünememişiz.
İnsanoğlu öğrenirken diyor BLOOM. Üç halde öğrenir öğrendiğini.
Bir: Bilgisel olarak; yani analiz, sentez yaparak mantık yasalarıyla düşünür.
İki: Duygularıyla bilgisini kullanır. Bildiği şeyde vicdanının kabul ettiği- etmediği şeylere tavır alır diyor.
Üç: Bildiği ve beğendiği ile eylem gerçekleştirerek, icat veya ürün yaparak öğrenme sürecini nihayetlendirir.
Öğrenme bu süreçle çerçevelenirse o halde öğretmenler öğrenme strateji ve taktiklerini ona göre kurgulayacaktır .
Söz uknumuna anlam denk gelirse, Anlam’a ise duygu denk gelir. Son uknum da aynı kalır: Eylem.
Teorinin, gençlerin durumları bir tarafa. Taksonomilerini Bloom’un derste ertesi gün hemencik uyguladım.
Sanki öğretmen olarak beni gökten yere bakıyormuşum gibi hakim ve hakimiyet sahibi kılmıştı.
Hey gidi, Benjamin Bloom!.. Hey!