7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2043
Okunma
Uzunca bir adam.
Her gün geçtiğim yolda bir köşebaşında oturuyor. Gözlerinde tutuk bir mavi, dilinde yıllar öncesinden kalma yeminler. Elleri birbirine kenetlenmiş. Saçları güneş savrukluğunda bir sarı.
Hafifçe boynunu eğiyor, sırtında acımasız bir kambur. Heybetli ama mahzun. Gözlerinde kuru bir ayaz, iklimi bozuk bir bahar gördüğüm.
Bir adam ;ne dileniyor yarım ağız dualar içinde, ne saldırıyor gelip geçenlere.
Ve düşünün ki akşam karanlığında kayboluyor.
Nereye gittiğini bilmiyorum.
Yalnızca bir kez aynı otobüste karşılaştım onunla. Tam arkasındaki koltuğa oturup yüzündeki çizgilere anlam vermeye kalkıştım masumca. Gözleri otobüs camlarında bir deniz, elleri kenetli birbirine, kimsenin yüzüne bakmıyor. Otobüse yeni binen birine yanında yer veriyor.
" Biz insanlar bazen kalıp yargılar kurarız. Kolay kolay yıkamadığımız upuzun surlar inşa ederiz. Sonra öyle bir ateşlenir ki sağlam fikirlerle, kararlı adımlarla surlarımız, dağılırız. Güçlü gibi görünen adamların yahut kadınların aslında içlerinde barındırdıkları o hassas dengeyi kurarız ölçüsüyle. Anlarız ki ; heybetli bedenlerde de mümkün her türlü kalp yorgunluğu."
Sonra mı? İzini kaybettim. Aniden dolan otobüste önce camlardaki deniz kurudu, sonra otobüsteki hava. Grileşmiş bir karanlık; öfkeli bir bakış henüz bitmeyen günden geride bıraktığım.
Bugün de o günlerden biriydi. Geçtiğim güzergah sessizdi .Fakat aradığım şey bu değil benim. Dün geceden kalma bir grup gencin çaldıkları "All Of Me" şarkısı kulaklarımda hala. Gözlerimde sakin bir arayış.
Evet, orada işte. Aynı kaldırımda oturuyor. Üzerinde siyah ceketi, elleri birbirine bağlı, gözleri...
Evet, gözleri...
Günlerdir çözemediğim bir detaydı bu, farkındalık duygusunu yitirdiğimiz için çoğu kez oldu bittilere getirdiğimiz için hayatın savrukluğunu...
Offf ki, kendime!
Günlerdir sol göğsünü sağ eliyle yumruklayan bir adamın seslerini duyarsınız;
"içimde,içimde,içimde..."sözcükleri dökülür dudaklarından ardı ardına.
Ve sonra size bir masal anlatır onu tanıyanlar.
"Yıllar önce gözlerini diktiği tam şu noktada; çocuğunu kaybetti o. O gün bugündür hep burada. Bir gün gelecek o bunu biliyor ve hiçbir şeye inanmadığı kadar inanıyor buna. Elinden tutsaydı ve çekseydi yanına ne o gidecekti ne de o düşecekti yollara.
Gözlerinde beklemenin sessiz yorgunluğu.
Pişmanlığı ki yıllar eskitmemiş.
Sahi, babalar yorulur mu?
Geçenlerde eski bir arkadaşla karşılaştım. Gözlerine eski deli dolu, kıpır kıpır dünyası gitmiş ve sakin bir hüzün yerleşmişti. Önce gülümsedim, sonra gamzelerine gömdüğü acısını gördüm.
"Nasılsın?" dedim.
"Arkam güvende değil, önümde onlarca engel var. Bir sonraki güne bir önceki gününün ağırlığını götürüyorum. Ezile ezile kırıla kırıla hem de."
Ondan bu sözcükleri duymak...
Neden? diye sorulur mu, sordum. Sordum lanet olsun!
"Babalar gidince, herkes gidiyor ,Nuray..." dedi.
Söz kalır mı peki, ne denir?
Söylenecek nasıl bir cümle kurarsınız siz?
Ben, susarım
ki sustum.
Sonra ayrıldım ordan, koşa koşa, nefes alışlarım yavaşlasa da.
Caddelerin kalabalığına aldırmayarak.
Kapıdan geçen alt komşunun geçiş hakkını çiğneyerek üstelik.
Kapının açılmasıyla ona koştum, boynuna sarıldım.
"Baba.." demenin mutluluğuydu içimdeki dünyayı aydınlatan.
" Henüz girmek üzere olduğunuz ve ya girdiğiniz ciddi bir ameliyat öncesi babanızın gözyaşına şahit olmuşsanız anlayın ki arkanızdaki dağ dimdik. ve size hiçbir şey olmaz!"
N.K-2014