- 1086 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR İNSANMIŞ BİR KELEBEKMİŞ
Bir varmış bir yokmuş. Baharın daha yeni başladığı, çiçeklerin açıp bahçeleri rengarenk yaptığı bir zamanda bir kelebek varmış. Kelebek, hayatı bir gün olduğu için hayatını doya doya yaşamak istiyormuş. Yirmi dört saat ona kısa geliyormuş. Daha fazla yaşamak hayatın tadına varmak istiyormuş.
Bir de genç bir adam varmış. Hayatta sevdiği çok az şey varmış. Bunlardan bir tanesi kelebeklermiş. Bu genç adamın adı Kerem’miş.
Günün ortasına doğru Kerem kelebekleri görmek için çiçekli bahçelerde gezinirken bizim kelebeği görmüş. Rengi o kadar güzelmiş ki sanki onun yanında bütün dünya kapkaranlık kalıyormuş. Ondan gözünü alamamış genç adam. Hayran kalmış. Kelebek ise her şeyden habersiz bir çiçekten diğer bir çiçeğe konuyormuş. Onlarla konuşuyormuş ve kalan 14 saatini güzel bir şekilde geçirmeye çalışıyormuş ancak gün bittiğinde öleceği için güzel geçirmesi çok zormuş.
Kerem, kelebeğin yakınında kocaman ulu bir çınar ağacının altına oturmuş. Ağaç çok büyükmüş. Bir ağaçkakanın ağaca açtığı oyuklarla birlikte bir sürü kırlangıcın cıvıltısı ortalığı kaplıyormuş. Ağaç Kerem’i görmüş ve bir şeyler sezmiş. Sadece kelebeği izliyormuş genç adam ve gözü başka bir şey görmüyormuş. Kerem daha öncede çok kelebek görmüş ama böylesini görmemiş. Ondan çok etkilenmiş ve kelebeğe aşık olmuş. Kelebek çınar ağacına doğru yaklaştıkça Kerem’in heyecanı artıyormuş. Kelebek Kerem’in yanındaki bir çiçeğe konmuş. Kerem dayanamamış:
"Bu nasıl bir güzelliktir? Bunlar nasıl renkler?" Kelebek çok şaşkın ve heyecanlı olan Kerem’i fark etmiş:
"Bana mı seslendin?"
"Burada senden başka her şey karanlık ey güzellik. Sen bu zamana kadar nerelerdeydin?"
Gerçekten renkleri o kadar güzelmiş ki. Zümrüt yeşili, yakut kırmızısı, ince çizgileri ametist moru ve buz mavisinin bir arada toplandığı harika renkleri varmış.
"Kelebeklerin ömrü bir gündür. Ben bugün kozadan çıktım."
"Ben kalan saatlerimi seninle geçirmek ve seninle ölmek istiyorum" demiş. Kelebeğin ise aşk umurunda değilmiş. Zamanı kısıtlıymış ve daha çok yaşamak istiyormuş.
"Benimle birlikte olamazsın. Sen bir insansın ben bir kelebeğim. Sen çok seversin ben sevmem. Benim hayatım kısa senin hayatın uzun." Kerem buna çok üzülmüş. Böylesine güzel bir şeyi bulmuş ama şimdi de kaybedecekmiş.
"Benim bu dünyada istediğim ve sevdiğim pek az şey var. Ben seni kaybetmek istemiyorum. Seninle beraber olmak istiyorum ve seninle ölmek istiyorum." demiş. Ancak kelebek bunun mümkün olamayacağını anlatmış ama Kerem onu dinlemiyormuş.
Büyük kocaman tepelerin ardında bir Kaf Dağının arkasında bir kulübe varmış. Bu kulübede bir cadı yaşarmış. Kerem onu biliyormuş ve cadıya onu kelebeğe dönüştürmesini söyleyecekmiş. Kerem az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Kaf Dağının arkasına gelmiş ve kulübeyi görmüş. İçeriye girmiş içeride mum ışığından başka ışık yokmuş ve çok dumanlıymış. Kerem korkmuş. Bunu gören cadı:
"Korkma genç adam. Gel bana buraya ne için geldiğini söyle."
"Ben kelebek olmak istiyorum."
"Kelebek olmak mı? Neden kelebek olmak istiyorsun?"
"Bir kelebek gördüm ona aşık oldum. Kalan saatlerimi onunla geçirmek ve onunla ölmek istiyorum."
"Aşk uğruna seni kelebeğe dönüştürebilirim ama bana ne vereceksin?"
"Sana ömrümü vereceğim." Bu cadının aklına yatmış ve genç adamın bu isteğini kabul etmiş.
"Hokus pokus, abra kadavra, Denga Anga Menga Langa Anga" demiş ve genç adam rengarenk bir kelebeğe dönüşmüş. O kadar güzel ve parlakmış ki karanlık odanın içi rengarenk ve aydınlık oluyormuş. Tabi bunun karşılığında ona hayatını vermiş
Kerem doğruca bizim kelebeğin yolunu tutmuş. Yolda her şeyin dikkatini üzerine çekiyormuş güzelliği ile. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Sonunda çınar ağacını görmüş bizim kelebek çınarın dibinde oturuyormuş. Yanına gelmiş ve kelebeğin gözleri kamaşmış.
"Sen de kimsin?" demiş kelebek merakla.
"Ben Kerem."
"Sen nasıl kelebek oldun?" demiş.
"Şu kocaman tepelerin ardındaki Kaf Dağının arkasında bulunan cadıya gittim ona seni çok sevdiğimi ve seninle ölmek istediğimi söyledim." demiş.
Kelebek onu istemiyormuş. 8 saatten kısa bir zamanı kaldığı için aşkın saçma olduğunu düşünüyormuş. Onu reddetmiş. Kerem buna çok üzülmüş. Çünkü o kelebek için hayatından vazgeçmiş. Kelebek ise delicesine yaşamak istiyormuş. Kerem hayatta sevdiği bir şey kalmadığı için ve kelebeği çok sevdiği için onun için yapmayacağı şey yokmuş. Kelebek Kerem’den onu cadıya götürmesini istemiş. Doğruca cadının yolunu tutmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Sonunda cadının kulübesine varmışlar ve içeriye girmişler. Kelebek ürkmüş tıpkı Kerem gibi. Kerem onu rahatlatmış sonra cadı seslenmiş:
"Kelebek olmaktan mı sıkıldın Kerem?"
"Hayır. Bu güzellik daha uzun yaşamak istiyor. Onun ömrünü uzat."
"Tabi ki ama bunun karşılığında bir şeyler almalıyım."
Kelebek ne vereceğini bilmiyormuş. Çünkü hiç bir şeye sahip değilmiş. Sonra cadı Kerem’in renklerini göstermiş. Kerem renklerini verirse cadı Kerem’in verdiği ömürle kelebeğin ömrünü uzatacakmış. Kerem kelebeğe bakmış. O kadar çok seviyormuş ki onu. Dayanamamış ve renklerinden vazgeçmiş. Cadı:
"Hokus pokus, abra kadavra, Demga Anga Memga Lamga Anga" demiş ve kelebek çok güzel bir kız oluvermiş. Kerem ise bir anda renklerini ve ışığını kaybetmiş. Kasvetli gri renkte bir kelebeğe dönüşmüş. Kız çok mutlu olmuş. Artık uzun ve doya doya yaşayacağı bir hayatı varmış ve arkasına bakmadan kulübeden çıkıp gitmiş. Kerem ise arkadan onu izliyormuş. Gözlerinden yaşlar akıyor ve önce hayatını sonrada hayatının renklerini verdiği aşkının gidişini yaşlarıyla haykırıyormuş. Çaresiz ve yapayalnız kalmış. Şimdi ne kendisini düzeltebilecek bir hayatı ne de renkleri varmış. Hepsi aşkıyla uçup gitmiş.
Yazan : Sırrı Can KARADENİZ