- 535 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bizim isteklerimiz hep kırlangıç akşamlarında çoğalır…
Geceden, gecelerde nefes almaktan, mezar taşlarını düşünmekten, gölgelerinde olmaktan korkardık, geceleri öten baykuş sesinden, karanlığın gizeminden, gecelerdeki yalnızlığımızdan, çaresizliğimizden, yağmurdan, soğuktan, ölüm ayrılığından, korkardık…
Ayrılığın soğuk sesinden, titretişlerinden, titreyişlerimizden, vazgeçilmez sevginin çaresizliğinden, korkardık…
Bir de bir kez de ölümün kuru sessizliğinden, acının dil büken acı tadının kokusundan korkardık, yalnızlıkla, ayrı ayrı nefes almalardan, kara elmasın kızışmış alevinden, siyah katran koyusu isinden, genzimizin yanmasından, acılanırdık…
Ömrümüzü adadığımızdı yaşamımızın içindeydi…
Hepimiz yeniden büyüyoruz, acı bizi büyütmeye başladı...
Şimdi çaresizlik korkusunda mıyız hayır, sadece alnımızdan akan terin sıcaklığı yüreğimize akıyor…
Senin terin benim alın terim olsun diyerek…
Tüm düşüncelerin öne çıkmak için birbiri ile yarıştığı, korkuları öne çıkarmak için kıyasıya uğraş verdiği, koyu kara bir gece bu, sadece telâş hakim benliğimde ve sadece geriye dönük düşünce hisleriyle uğraş veren bir benlikle dayanma gücümü zorluyorum…
Biz vaz geçilmiş zamanların vaz geçilemeyen sevdalıları iken, şimdilerde zamanın her tarafından yaşam savaşı verirken, güç aldığımız sadece sevgiydi oysa, seni bilmem ama, yaşam beni sevdanın tutsağı yaparken, senden bihaber bir yaşam şartı oluştu sanırım, hayat çok sevmenin bedelini, çok sevmiş gibi benden alırken, sende bulamadığı çok şey vardı her halde…
Biz severken sadece kendimizi kendimizle kıskandık bu sevdanın içinde var olduğumuzu zannederken..
Geri gelemeyeceğini bilerek, özlemin çaresizliğini düşünüyorum…
İçim dışım özlem, özlem bulamacı ile hâlsizleşirken, duygusal davranışlarımın sebebini hâlâ anlayamıyorum…
Beklenenin gelemeyeceğini bilerek, ufuklara bakarak düşlemenin ardında bir ışık demetinin olamayacağını bilmenin, karanlıklardan kurtulma amacının da çaresizlik olduğunu bilerek, yine de uzaklara bakmanın, ayrı bir acısını içimde hissederken, boşluk korkusuna dönüşüyor tüm istekler…
Aslında uzaklara bakmak, gereğinden fazla özlemek değildi, sadece umudun içinden an an dahi olsa sıyrılmaktı özlem kulvarından merak kulvarına zihinsel dönüşmek…
Hayatımdan, kendini sensizleştirerek yaşama yalnızlaşmış olarak beni var ederken, sadece tüm acılara ruhumla, varlığım arasında bir köprü kurabilmemi sağlamıştın ki, bu hayatımın tüm yaşam darlıklarında var olmamı, dar nefeslerle mahkum yaşamımı sağlamıştın, şimdilerde sadece yabancılaşmış bir bedenle, yaşama mecbur kalarak varlığımı sürdürürken, sadece geçmişin özlemi dışında nefes almalarda olmak istemiyordum ve sadece sessiz kalmaya mecburdum…
Bu da her an, nefessiz gibi kalmak demekti…
Nasıl bir bitmeyesiye hesaplaşmadır bu?
Sadece ezilmişlikle, boyun eğmek ne kadar da ağır bir yük yaratıyor yüreğin derinlerine…
Hak edilmeyenlerin avuç içleri ile ezdikleri bedenin sadece savunmada kalması nasıl bir çaresizliktir…
İnsanın kendi kendine isyanı olabilir miydi veya baş kaldırma kendi yüreğine olabilir miydi?
Her gece acımasız duygularla sabahı gözlemek, gece dakikalarının her biri ile acınası bir ezilme ile zamanı kollamak veya zamandan korunmak ne kadar güç
işterdi veya ne kadar güçlü olmak gerekliydi?
Sadece kendi kendine ceza vermek ve haklılığı önemsememek ne kadar güç kazanırdı insan tüm amaçlarda önemli bir atakla çıkmak için…
Kötü bir resim karesi, etrafı çift siyah çizgiyle çerçeveye alınmış en öne çıkmış, bir düşüncenin resmi bu, puslu, titrek elle çekilmiş, karışık görüntüleri içine almış, renksiz gri bir resim bu ve ben bu resme baktıkça, bir çok karışıklığın içinde kendimi arıyorum, sanki bir rüya veya sanki bir acemi resim yapanın, fırça darbeleri ile çizilmiş ilk bakışta anlamsız gibi görünen bir resim karesi, sanki tabanı çatlamış, delinmiş bir ayakkabıya basarak yürümek gibi anlamsız bir bakış…
Sadece karışık istekleri zapt eder gibi bir düşünce öne çıkıyor “sonsuza kadar el ele sevgide kalma isteği” gibi bir his kaplıyor içimi ve huysuzlaşıp titremeye başlıyorum…
Dudağımı dişlerimle çentikliyorum, gözlerimi sık sık kısarak kapatıyorum, çaresizliği yapıştırıyorum sanki pencereden bakan yüzüme…
Belki de geceye düşüncede yürümek bu düşlerin tamamı, durmayasıya düşünmek, durmayasıya yürümek, düşündükçe yeni düşüncelere bulaşıp, yeni yeni yollara doğru yürümek bu, belki de bitirilemeyecek düşüncelerele uğraşa daldıkça, yürümesi çok zor olan patikalarda ayak tabanlarının kayması gibi bir yürüyüşte var oluş sanki…
Belki de tüm yaşamı düşüncelere bölerek, yaşam boyu yürüyüşlerle, ayakta kalmak sanki veya duvarlara çarpa çarpa dolanmak belki de bu düşlerden kopamamak ki bir çevresel yürüyüş düşünceleri bunlar, ki hâlâ “kadınımsın” dediğime isyan etme cesareti bu tüm girdaplaşmış bedeni ayakta tutma çabası…
Galiba öne çıkan sevmenin sükûtu ve sessisizliğinde titreyişleri, baş edilmez bir eğilişledüşüşe hazırlanış, kopuşla karşılanış belki de…
Kime karşıydı bu yürüyüş, bunca düşünüş veya yaşamın hangi karelerindeki yürüyüşlere isyandı bu durdurulamasıya…
Bunların tümü belki de bir başkalaşmanın başlamasıydı…
Belki de tüm bunlar birevrimde varlığımı değişime uğratmak ve ruhsal darlıklardan kurtulma cabasıydı, ihtimal bir başka evrim haline düşmeliydim, tüm karanlık renklerimin tamamınıaçık maviye veya okyanus mavisine, olmadı Akdeniz mavilerinden birine dönüştürüp, kendime huzurlu sabahlar yaratmalıydım…
Bu değişimde başarılı olabilir miydim, beynime mıhlanmış sevgili varlığını iki mezar taşı arasına gömebilir miydim, ayrı ayrı isimler altında toprağı deşebilir miydim?
Aslında daima bir çıkış yolu her an vardır, kendi benliğimize ve biz hep bu çıkış yolunu sıkıntı ve acılardan kurtulmak için aramış durmuşuzdur…
Her an yeni bir umut, geçmişi tek kalemde silebilirdi, ki biz buna aslında muhtaçtık…
Bu tam bir değişimdi, ki yıllardır uzak durup korktuğumuz aslında geçmişimize sadakattı ve geçmişte saygı duyduğumuz sevgiliye sadakattı ki her an acı yüklüyordu bedenimize…
Uzun zamandır aklımdan geçen ve uygulamayı çok istediğim bir cümleye bağımlı oldum…Kaç defa tekrar ettim bilmiyorum, sadece “gerçekleri düşünüp, uygulamak…” Belki de tüm yaşamın tek şartı buydu, “doğrularda kalıp, gerçekleri yaşamak” hepsi bu kadardıgerçeği yaşamayı beklemek ve bu gerçeğin içinde de senin ilk halinden son haline kadar uzayan bir sevginin içinde kalma cabalarımdı, bence yapabildiğim ve de doğrusu da buydu, senli güzel günleri yaşamak gerçeklerin içinden de ki yanlışları çıkararak nefes almak…
Belki de en güzeli her şeyi doğrusuyla, yanlışlardan ayrışarak gerçek duyguları yaşamaktı…
Belki de bu seferki değişimden sonra olur…
Haylaz haylaz
Aylak aylak
Küskün küskün
Yağan yağmur bu
Koş de bana sevgili
Koş gel de
Yoksa bu yağmur
Islatacak beni…
Durgun durgun
Duran bir sevgi oldu
Eskilerde
Hoyrat hoyrat
Hoyratına
Koşmak isteyen
Körü körüne
Sevmiş
Tüm utangaç gülüşleri
Arkasında bırakmış
Sevmeye
Sevgiliye
Ömrü adamış
Bir sevgiydi bu…
Körü körüne sevilen
Hesapsız sevmelerle
Boğulan
Başı tutulmaz
Asi ve sorgulayan
Yalnızlığı
Zaman zaman
İçine kilitlenen
Kalbi hızlı hızlı
Çarpınca dünyayı dar eden
Bir sevgiydi bu…
Af dilemez
Af etmez
Yanlışı içinde barındırmaz
Zamana
Sevme zamanını hiçe saymış
Ölümüne hapsolmuş
İçinde barınmış bir sevgiliydi O sevdim dediğince…
Korkmazdı geceleri
Baykuş sesine sille şaklatır
Sessizliği haykırışına
Saklar
En güzel gülüşlerini
Gecelere saklar
Çünkü kimse görmezdi onu
Çünkü ağladığını
Sessizlikte akan gözyaşlarını içine akıttığı sevdaya gömer
Karanlıklara haykırırdı
Sevdiğini
Sevdim dediğine söylerken…
Asiydi
Hoyrattı
Sınırsızdı sevginin içinde
Yarasıydı gizlisi
Sevgisi
Kusardı öksürürken
Ciğerleri patlarcasına
Haykırırdı bozkıra
Sevdiğinin adını
Onun “adı” sevgide gizliydi…
Gün geldi küstü kendine gün boyu
Uzaklara baktı
Başka şehirleri düşledi
Başka şehirlerdeki
Ağlama seslerini dinledi
Şehirlere ağladı
Göğe bakarak ağladı
Güneşe bakarak ağladı
Hıçkırdı, tekrar tekrar hıçkırdı
Sonra kaval ile ağladı
Sustu kavalın sesine
Suskunun sesini dinledi
Suskunlaştı
Sesini kilitledi tek bir isme
Sayıkladı
Sustu
Sayıkladı hırçına
Sustu
Sayıkladı utangaç
Utangaç ağlayışlarına…
Sonra
Yollara
Yollar boyu yıllara
Ağladı
Sonra sustu suskunluğu
Seçti
Kalemi
Kalemin rengini mavi yaptı
Akdeniz mavisi oldu düşleri
Uzandı
İki mezar taşı arasındaki düşüncelerini gördü
Serildi toprağa…
Kimse kimseye soramadı
Kimse kimseye onu anlatamadı
Kimse ona acımadı, acıyamadı
Çünkü o sevgiydi, hiç kimse onun için ölmedi, çünkü sevgi hiç ölmedi, öldürülemedi…
Sen bana hiç, benim sana baktığım gibi, bakmadın ki…
Bizim isteklerimiz hep kırlangıç akşamlarında çoğalır, çoğu zaman can dediğinin ateşi yakar acılarda insanın yüreğindeki o gizemli yeri, orada kaynar kan, orada koyulaşır kan, orada siyahlaşır kan ve acılar orada dem salar yaşama, orada peydahlanır her türlü paylaşım duyguları, sevinçleri pay ederken acıları kazanmıştır, yüreğinin gizemindeki akışkan kan sevinçleri, yarınları gözler, yarınlar ile düşlere düşer, umutlar peydahlanır ki artık yaşamın sivri oklarına da göğüs gerip var gücüyle direnmeye başlar, umutla, inançla, dua ile ve de sevinçte olduğu gibi acıda da palaşımlarla yaşam değeri fırlar ortaya, en sonunda “senin canındı zaten benim canim olan” cümlesine sığınır...
Elimde bir kurşun kalem izi ile düşerken yollara, sadece bir bakışa hasretti yürek...
Ne zaman tahmin ettiğimiz kadar yakınını, ne kadar uzağın beklenen kadar uzak olduğunu yaşıyorduk hayatın?
Hep geç, her şeye geç kalmıyor muyduk, her şeyin dışında kalarak acıları sebepsiz veya hak etmeksizin yaşamıyor muyduk, zaten bu yaşamın çoğu zamanı sorgulanmamızla geçmiyor muydu, en yakınımızdan, en önemsediğimizden aldığımız darbeler bizi sürünürcesine yaşatmıyor muydu, çoğu zaman yok saydığımız olaylarla hayatımızı per perişan ederek…
Kendi kendimize sorgulandığımız sorularımızla, yaşamdan özür dileyecek kaç konumuz vardı ve kaç kez günahsızlık kisvesi ile düşmedi göz yaşlarımız yastık kılıflarına ve kaç kez kendimizi zoru zoruna afetmedik gereksiz hatalarımızla ve o hatalarımızla ver yansın ettiğimiz yaşamdan ne kadar gülmeye dair pay alabildik, biz kimdik, neyin hesaplaşmasının içine kim tarafından çekiliyorduk?
Ve biz her şeye rağmen bizi bu hâle sokanın içimizde korumuyor muyduk ve de bunun bedelini ayrıca ödemiyor muyduk?
O, kimdi veya hangi bağışlanma bizi sükuna erdirecekti?
Ağlamalarla, kıvranışa uzayan pişmanlıklarımdı beni hayatla terbiye eden, vaz geçemediğim yaşam şartlarıydı geriye dönük yaşanmışlıkların bazılarını özleten, bazılarından da nefret ettiren…
Sadece şarkılarımdı, şarkılarımızdı vaz geçemediğim, belki de sonsuza kadar, yaşam sonuna kadar bağımlılığım devam edecekti O şarkıların tınısında zamanda kaybolmam…
Çünkü sevdiğim, o şarkıların tümünde sen ve ben vardık ve her şarkının tınısı, uzun yolculuklarda yollardan geçişimde doluşurdu içime, o şarkıları hâla aynı tını tesiriyle gizeminde…
İnsan kendi kendini nasıl oyalar, nasıl avuturdu acıdan kusmak üzereyken?
Hangi olayları zihnindeki mıhlanmış halinden söküp, hangi acı sebeplerini yok sayabilirdi ki acılardan biraz olsa kurtulmak için?
Avutulacak bir beyine mi sahiptik, yoksa irade gücü ile merdivenleri teker teker çıkıp, kısım kısım unutma başarısı elde edebilir miydik, en kolayı kendimizi ölçüp, öfkeden sıyrılmaktı galiba…
Geç kalınmış sevdaları yaşıyorduk çoğu zaman gelecekte, oysa sevmenin gecikmiş zamanları hep acı doğurmuştur, hasret doğurmuştur, sonunda pişmanlıklar peydah etmiştir ve bu pişmanlıklarla feda edilmiş bedenler çıkmıştır ortaya, aslolan pişmanlıklardır ki, artık çaresizlikler getirmiştir ve anlaşılmıştır ki en güzel sevgi, zamanında yaşanılmış sevgidir...
Bazen insan uzanır bir yere doğru önce gözleri ile uzar gider bakışları zamanı kovalamadan, ağır hareketlerle, hiç acelesi olmadan, bazen de elini uzatır dokunmak istediği bir yüze doğru, kısar kendini, gözlerini, içinden bir şeyler kopuşur, elini yavaşça geriye çeker, korkar dokunmaya, bir şeyleri kırmaktan, bir şeyleri bozmaktan korkar, içinde bir şeyler kopuşur ve bir şeyleri ezmekten, çekmekten korkar en sonunda gözlerinden sakınır o güzelliğe bakmaktan, sakınarak korkar ve sadece imrenir iç güdüsüyle uzaklaşırken…
Evet…
Böyledir işte içinden canına doğru bakmaktan korkmak…
Aslında belki de bundan sonrası bu bir diz çöküştü, çaresiz bir haykırış, ruhsal bir dökülüş, ne yapacağını bilememek, nerede niçin nefes almak gerektiğini düşünememek, sadece bir sahipsizlik duygusu ile varlığının tümüne pişmanlık duyulan bir yaşam alanı, tüm düşüncelerin hoyrat istekleri ile baş edilemeyen bir pişmanlık, bir vaz geçiş, bir sahipsizlikle çaresiz haykırışlarla, tutunmak belki de hayata…
Yıllar süren bir süreçle, acılarla ortak yaşamak, kendi düşüncelerimizde boğulmak arasında, kendi kenimizle boğulmak gibi, çapraşık bir yaşamın içinde var olmuştuk…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.