- 1376 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
Eskiye
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Zamanın hünerli elleri değiyor yüzüme. Su gibi serpiliyor zerrecikleri. Kayın ağacı kadar bilge, zarif ve görgülü.
Oturduğum iskemleden doğrulup güneşe bakıyorum. Üzerinde halâ ay tortuları var. Tıpkı fırından yeni çıkmış kurabiyeye benziyor asfalt. Çocukça heyecanlarla dolu.
Hep okuyorum. Yerdeki yaprakları, ıssız koridorlardan yansıyan uğultuları, geçimsiz aynaları ve hepsini okuyorum.
Anılarımı bağışlatabilecek hiçbir hafifletici nedenim yok. Parçalanıp rüzgârla etrafa savrulmayı hak ettiğimi biliyorum. Kendi hikâyemin yalnızıyım.
Saçlarım uzadıkça, düzleşsinler istiyorum. Bileklerim belleğimle tümlensin. Uğraşabilecek yeni şeylerim olsun ki, yaşamaya inanıp sabredeyim.
Kalın ve boğuk seslerin arasına yakıştıramıyorum kendiminkini. Metroya tramvaya vapura koşuşturuyorum. Akşamın telâsı şimdiden işaretlendi. Tığ içime saplandı çünkü. O en sevmediğim akrabacı yemeklerden biri daha. Varlığına güç belâ katlandığım bir adamın sevimsiz akrabalarına tahammül etmek. Dergilerde gördüğüm alımlı kadınlardan olsaydım keşke. Ya da kırmızısında kaybolan bir saksı bitkisi.
Ne tuhaf. Hiç sevilmeden onca zamanı tükettiğimi farkettim. Bu yaştan sonra ile başlatmayacağım cümlelerimi. Kuru dallar kadar katılaşmasına izin vermeyeceğim sevi yanımın. Gözlerimin içine kocaman uçurtmalar bıraksa bir adam. Emip özümseyiverse yalnızlığımı. Tutup ellerimden, uzaklara götürse beni hiç bilmediğim o uzaklara.
Kalçalarıma bacaklarıma bakıp duran canavar mizaçlılardan umulmaz bu. Elini kolunu yanlışlıkla şurama burama değdirmeye çalışanların harcı da değil yüreğimi coşturmak. Hem ayıp, hem günah böyle şeyler düşlemek. Evli barklı çocuklu kadınların yüzlerindeki razı olup kabullenmiş ifadeyi takınmalıyım aceleyle. Fakat ya okuduğum romandaki sevgililer? Onlar gibi mutlanmak yok mudur ufkumda benim?
İki sokak ötemizde geçenlerde kopan feryat figân geliyor aklıma. Karısı sessiz ve nefessiz kalana dek onu boğan adamı düşünüyorum. Söylediklerine göre kadın, aldatıyormuş kocasını. Buna göre ölümü hak ediyor olmalı. Yıllardır aldanıyorken kimsenin sesi çıkmıyorduAvunurken, harcanırken, susarken, suçlanırken, itilip yok sayılırken ve erirken mum gibi günbegün. Ama elini evinin duvarlarının dışına uzatınca, dile geldi herkes. Nijeryada kadınların sünnet edildiklerini duymuştum. Hatta bu sünnetin yine kadınlar tarafından gayet desteklendiğini. Kendi başlarına gelen böylesi bir şeyi başkalarının da yaşamasına engel olmak yerine, bunu çabuk ve mümkün kılmaya gayret edişlerini ibretle duyumsamıştım. Şimdi ellerine taşlarını dillerine kelimelerini alıp kocasının yastıkla boğduğu kadına doğru hücûm etmeyi tasarlayanlara nasıl da benziyorlar?
Tenine dokunmaktan bile alıkoyulan nice kader ortağım var. Çoğunluk iken çıkartamadığımız seslerimizi gece yastığa başımızı koyduğumuzda bütün benliğimizde hisseden bizler, sevilmenin hırsızı arsızı olmamak adına içimizi kanatırız tırnaklarımızla. Bağ bozumlarına denk gelir ağlayışlarımız. Adımız eylüldür bundan biraz da. Lakin haddimizi biliriz. Korkmasın kimse. Kan kusup kızılcık şerbeti içiyoruz demeye devam ederiz. Sevmeleri erteleyip yarına, dikiş diker çay demler pusulalarımızı düşsüz ve düşünsüz yarınlara kurarız. Her gün içimizden biri daha uğurlanır sonsuza. Biz sağ kaldıkça toprağın anaçlığına gömülüp aşkı aşka sorgulatırız. Betimsizdir dünümüz, eskiyedir yönümüz. Çark işlesin diye tıkır tıkır, çekiliriz kabuğumuza.
Ne de olsa namus bizim bacak aramızdadır. Kuyruğumuzu değilse de aklımızı sallamaz isek er kişiye, onun da günaha filan gireceği yoktur. Kusur bizdedir zati. Belki de kusuruzdur tepeden tırnağa hepimiz. Kaldırıp oyuncaklarımı, kabullenmenin huzuruna teslim oluyorum ben de sonunda. Sonuma yürüyorum...
YORUMLAR
Bazı insanlar hayatı perhizli yaşar; özellikle kadınlar...
Yazıdan anladığım bu idi.
sorgulayan bir yazı idi.
Tebrikler, saygılar...
Fırat Avcı
Sonuma yürüyorum...
Hangimiz yürümüyoruz ki sonumuza?
Tebriklerimle, yerine çok yakışmış.
Selamlar ve saygılar...
Fırat Avcı
"...Hep okuyorum. Yerdeki yaprakları, ıssız koridorlardan yansıyan uğultuları, geçimsiz aynaları ve hepsini okuyorum..."
Okumayı okumak veya okumayı bilmenin varyant tanımlarından bir bu tümce....
Okumak bu, güç iştir.. insanı okumayı aşıp; eylemi, eylemin rüzgar halini, ıssızlık halini ve kendine bakan"ayna"da insanı, ona üçüncül boyutla bakan, yazanı...
İşte öyle.. seçkinizi de kutluyorum...
Hep bıçak sırtında yürümek zorunda olan kadınların asla doyuramayacağını bildiği tutkuların nedenlerini taşımakla yükümlü olduğu sonucun yazıda gösterilmiş olması ne ağır geldi, ne ağır; iki ucu mu desem yoksa tamamımı çoğu zaman gerçek olmayan sevi'ye, umut kırıklığına sebep olan keskin özellikleri kadının ne yücedir oysa...çocukken önce anne banasını ikna etmeye çalışarak başladığı yolculukta sonra erkek arkadaşlarının, kocasının aynı gözle gördüğü; canla başla savunulması gereken namus objesi kabuğu ne kıymetli diye düşünmek zorunda olan kadın, içindeki kendini unutur işte bu zorlamada...bu kapsamda atak öğüt olabilir mi kadınlara " hayatınızı yaşayın canınız nasıl isterse "diye düşündüm de; ahlak kuralları ve vicdan girdiğinde işin içine kadınlar olamaz erkekler gibi işte çünkü yanlışı yapmaması gerekendir kadınlar bence sonuç mutlu bitmese bile..
Güzeldi paylaşımınız
Teşekkürler
Saygı ve dostlukla
Fırat Avcı
17. Yüzyıla kadar kadının cinsel yaşamının bulunduğu dahi yok sayılmış. Kadın, yalnızca doğurganlığa endeksli bir seks yaşamı sürdürmüş, buna sürdürmek denilir ise. Oysa bu yaşantı sürerken, erkek gayet tatmin olup haz doyumuna ulaşıyordu kesinlikle. Fakat kadın, içinde eksikliğini tahayyül edemediği bir boşluğun girdabında dönüp duruyordu. Günümüz kadını orgazm olmak, buna erişmek için yapması gerekenler ve partneri ile karşılıklı konuşmak dahil pek çok noktada daha iyi durumda. Ancak yeterli bir düzey midir bu? Asla değildir. Çünkü eğitim düzeyi yüksek ve toplum dahilinde kendisine sağlam yerler edinmiş erkeklerin çoğuyla bile bunları konuşmak halen fazlasıyla zor.
İşin cinsel yanı bir yana, kadının en aradığı bölüşüm sevi. Buna ya hiçbir zaman, ya da belirli bir zaman dilimi boyunca erişebilen kadın, aynen cinsel yaşamının tehlikeli dehlizlerinde yaptığı yolculuğun benzerini sevi yanında da yaptığı anda, taşlanarak yok ediliyor. Ataerkil yapı yerine anaerkil yapının hüküm sürdüğü toplumlarda durum neydi nasıldı bilinmez. Tarih öncesi dönemlerde kadının doğurgan ve üretken yapısı hep ön planda. Bereket sembolü, güzellik timsali kadın. İçinde yaşadığı toplumlarda söz sahibi olduğu dönemler çok gerilerde kalmış gibi. Gerçekten de öyle mi? Erkek egemen bir toplum yapısında kadınların annelik anahtarını doğru kilide yerleştirip doğru kıvamda çevirmeleri halinde erkek ve kadın nesilleri daha bir farkındalık düzeyi yüksek biçimde varlık gösterecektir buna da kuşkum yok. Değerli vaktinizi ayırmış, okuyup yordamışsınız yazımı. Teşekkürlerim ve saygımla.
İpekyildiz
(Kusura bakmayın çok uzun yazdım ama damarıma bastı konu, ben gerçekten sinir oluyorum herşeyin sebebi ve sonucunda ya da yeterliliğinde kadınların omzuna bu kadar yük verilmesine ... annelikte, anne olma kriterleri de doğasında yaşanmalı, erkekliğin ,cinselliğin ve sevi'nin abartılmaması gibi...)
Saygılarımla
Kafa karıştırıcı bir yazı olmuş.
Kadınlara, genellikle hiç hak etmedikleri halde reva görülen haksızlıklar,
ilginç cümleler, paragraflarla ele alınmış.
Ama,
epeyce de bir kafa karıştıran cümleler mevcut.
''Varsın kocasını aldatsın. Ne var ki bunda?
Onu yadırgayanlar, linçle kalkışanlar da aynı yolun yolcusu değil mi?''
gibi bir algı oluştu üzerimde.
Yanlış mı anladım, ne?